Batılılaşma serüvenimizin kapsadığı fonetik ve görsel sanat tarihimizin kurtulamadığı taklit etme ve taklitle öğrenme ikilemi etrafında bir televizyon dizisini değerlendireceğiz.
Ve korkarım ki bu yazıyı çocuklarıma emanet etsem onlar da ben öldükten sonra yayımlatmak istese yazı elli yıl sonra da güncelliğini koruyacak. Çünkü Arka Sokaklar dizisi sanırım o zaman da kuşaklar tüketen ontolojik değerini koruyacak..
Bilindiği gibi taklit ederek öğrenme, zanaat kavramının içerdiği bütün etkinliklerde olduğu gibi görsel ve işitsel sanatların da vazgeçilmezidir.
Bugün pek çok modern öğrenme teorisinin içerisinde yerini alan taklit ederek öğrenmeyi etik kuralları cihetiyle ele alıp mihenge vurmak başta etik açısından bir problemdir.
Zira taklit etme ve taklit yoluyla öğrenme arasındaki fark her ne kadar aydınlarımız mabeynine malum olsa da maalesef sokaktaki vatandaşın gündelik telaşlarla yorgun olan zihninin bu iki mefhumu tefrik etmesi zordur.
Taklitle öğrenme ile taklit etme arasındaki en önemli fark birinin belli bir süreci gerektirmesi, diğerinin ise mezkûr fiili kendinde bir seciyeye (ahlak-karakter) dönüştürmesidir.
İşte biz de bu çalışmamızda kısaca batılılaşma serüvenimizin kapsadığı fonetik ve görsel sanat tarihimizin kurtulamadığı taklit etme ve taklitle öğrenme ikilemi etrafında bir televizyon dizisini değerlendireceğiz.
Tanzimat’tan bugüne –“Telemak” işin başlangıcı olarak kabul edilirse- adaptasyon- uyarlama ve taklit arasında gidip gelen romancılık ve hikâyeciliğimiz gibi, dizi ve sinema sektörümüz de aynı handikaptan kurtulamamıştır.
Ancak Tanzimat’tan bugüne teknolojik açıdan pek çok fırsata sahip olan Türk okuru/seyircisi, CNBC-e’de yayımlanan “Desperate Women” isimli bir dizinin isminin dahi değiştirilmeden bir başka kanalda “Umutsuz Ev Kadınları” şeklinde yayımlandığını görüp mukayese yapma fırsatına sahiptir.
Bu da ilerde okur ya da izleyici kitlesinin meseleye daha eklektik bir şekilde yaklaşabileceği umudunu doğurmaktadır bizde.
Zira işin başında edebiyatımızda olmayan türlerin denenmesi ve yerleşmesi adına –bu elbet de sinema ve dizi için de böyledir.- adaptasyon hatta taklit düzeyinde bile yöntemlere başvurmak bir parça anlaşılabilir bir durumdur.
Ancak asırları ya da yarı asrı şamil bir sürede bir sanat türünde hala taklide veya adaptasyona başvurulması ya kitleyi tahfif ederek onun estetik duygusunu sömürmek ya da ataletin bir sonucu olarak kolaya kaçmakla izah edilebilir.
Kolaya kaçmanın sezonlar adedince tekrarlarından biri de “Arka Sokaklar” dizisidir. Zira bu dizinin taklit ürünü olduğunu “Criminal Minds”i izleyen ve alt yazılı bir filmin konusunu anlayabilecek düzeyde İngilizce’ye sahip ortaöğretim düzeyinde bir öğrencinin dahi malumudur.
Taklitçiliğin başvurduğu taklidi kamufle etme yollarından biri de çeşitli illüzyonlar vasıtasıyla muhatabını etkilemektir.
Taklit edilen bir firmaysa biri iki harf ya da aliterasyon-asonans tedbiriyle siz muhatabınızı etkileyebilirsiniz.
Sanatta ise taklidin yegâne hassası, taklidi hamaset, cerbeze ya da tekerleme seviyesindeki ses oyunlarıyla gizlemektir.
Bahsini ettiğimiz iki dizinin tanıtımları bile bize bu konuda fikir vermektedir: “Yüzyıllara meydan okuyan, büyülü, kocaman bir şehir; İstanbul. Ve bu şehrin her sokağını, herkes için daha güzel, daha yaşanır bir yer yapmak uğruna her türlü kötülüğe ve sıkıntıya meydan okuyan yürekli polislerimiz İstanbul Polis Teşkilatı Asayiş Şube de görev yapan sivil bir ekip, minibüsleriyle bu metropolün sokaklarını arşınlamakta ve karşılarına çıkan her türlü kanunsuzlukla savaşmaktadırlar.
Polislerimiz, görevleri sırasında, değişik ve çeşitli insan hikâyeleriyle sürekli karşılaşmaktadır. Zaman zaman gülümseten, zaman zaman da iç burkan bu hikâyelere; meslek yıllarının tecrübesi ve babalığıyla yaklaşan, ekibin diğer genç üyelerine de yol gösteren Başkomiser Rıza Baba olur.
Rıza Baba; genç, enerjik ve yakışıklı komiser Murat’a, ekibe yeni katılan çiçeği burnunda komiser Zeynep’e, hayatla ve kendisiyle yaşadığı problemler yüzünden kimi zaman kontrolden çıkabilen Mesut’a ve kalabalık ailesiyle İstanbul’da geçim derdine düşmüş saf-temiz yürekli Hüsnü’ye; kısacası tüm ekibe, hem mesleğe hem de hayata dair pek çok şeyi öğretecek, unutulanları hatırlatacaktır.
Kısacası, polislerimizin ve ailelerinin hayatları ile İstanbul sokaklarının serüveni iç içe geçecek, kahramanlarımız; sevinçte, kederde, aşkta ve yalnızlıkta her zaman birbirlerinin yanında olacaklar. İçlerinden biri tökezlediğinde hep birlikte ona destek olup ayağa kaldıracaklar.
Görüldüğü gibi ne bir dizi tekniği ne senaryo tekniği ne de polisiye bir dizide kendini hissettiren suça ve suçluya dair en basit ve anlaşılır seviyede ıstılahi bir kelimeye rastlamak mümkün.
Ancak arkadaşlığa, dayanışmaya, ekip ruhuna dair amatör bir futbol maçında sarf edilebilecek pek çok ifadeye rastlarsınız.
Hele yukarıda yer alan “Yüzyıllara meydan okuyan, büyülü, kocaman bir şehir; İstanbul. Ve bu şehrin her sokağını, herkes için daha güzel, daha yaşanır bir yer yapmak…” ibarelerini geçim kaygısı içinde bir yazar, bırakın kendi tasvirlerinde kullanmayı romanında tasvir niyetine figüratif kahramanlardan birine dahi söyletmez ya da söyletemez kanaatindeyiz.
Criminal Minds’ın vikipedia seviyesindeki İngilizce tanıtım metnine baktığımızda özet olarak şunu görmekteyiz: Bir Amerikan dizisi olan, Criminal Minds, 22 Eylül 2005 yılında başlamış olup, FBIya bağlı “Davranış Analiz Ekibi”nin suçlar karşısında mücadelesini anlatır.
Bilinmeyen kişileri tespite dayalı…” Bu dizide genellikle bir davranış bilimi olan psikolojiden yardım alınır. Ekipteki şahısların hepsinin bilgi ve yetenek bakımından farklı hususiyetleri vardır.
Üçüncü dipnotta yer alan orijinal metne bakıldığında da bu metinde yer alan polis, prosedür, FBI, şiddet suçlarının analizi, davranış analiz ekibi, kelimelerinin metindeki yoğunluğu mezkûr senaryonun ciddiyeti hakkında da bize bilgi verir.
Bu durumda “Arka Sokaklar” Dizisi ile “Criminal Minds” arasındaki tek benzerlik üç aşağı beş yukarı eleman sayısı aynı olan ekiplere sahip olmak ve elemanların üniformalı değil sivil olması.
Meseleye farklar açısından bakıldığında: Suçluları arama bakımından bilimsel yöntem ve tekniklere başvuran; her olayın sonunda ders niteliğinde, ünlü bir edebiyatçı ya da filozofun sözünü iktibas eden; suçlu ya da şüphelilerin tespiti sürecinde bilinçaltı-yetişme koşulları ve davranış üçgeninde analizler ortaya koyan; bu faaliyetleri sadece bir kente değil altlarında uçak vasıtasıyla bir eyalete yayan bir dizinin senaryosu yanında “Arka Sokaklar” maalesef taklit noktasında dahi “Criminal Minds”ın arka bahçesi bile olamamaktadır.
Yukarıda meseleye giriş yaparken de arz ettiğimiz gibi: İşin başında edebiyatımızda olmayan türlerin denenmesi ve yerleşmesi adına -bu elbet de sinema ve dizi için de böyledir- adaptasyon hatta taklit düzeyinde bile yöntemlere başvurmak bir parça anlaşılabilir bir durumdur.
Ancak asırları ya da yarı asrı şamil bir sürede bir sanat türünde hala taklide veya adaptasyona başvurulması ya kitleyi tahfif ederek onun estetik duygusunu sömürmek ya da ataletin bir sonucu olarak kolaya kaçmakla izah edilebilir.
Tabii bu kolaya kaçmalar içerisinde uçak bulamayıp transporter tipi bir araç kullanmayı vilayet vilayet gezme yerine bir metropolün “Arka Sokak”larında dolaşmayı -maddi farkları göz önünde bulundurarak- değerlendirmeye almaktan hicap ederiz.