Birçok tezler birçok ideolojiler, idealler, kimlikler, dünya denilen şu sahnede insana insanca yaşam vaadiyle geldi ve gitti.
Yetmedi bu vaatlerin tıkandığı yerde bireyin akıl ve vicdanını ilgilendiren en mahrem manevi meseleleri, dini ve mezhebi değerleri ideolojinin emrinde rantabl hale getirildi. Sonuç: bütün kutsallar işportaya düştü.
Oysa mesele insan olabilmekten başlıyordu. İnsan olduğunuz gün, insanı anlayabiliyordunuz ancak. O zaman hakkın, hukukun, liyakatin emeğin, adaletin bir karşılığı olabiliyordu.
Bunun dışında hangi din ve mezhep adına yapılırsa yapılsın, dincilik, ırkçılık ve mezhepçiliğin bugünlerde cemaatçilik ve tarikatçılığın- insanlık adına insana vaat edecek pek bir şeyi yoktu.
Olmadığını ortaya çıkan bütün insanlık dışı hallerde gördük. Ama bu halde bile toplumun bütünün kuşatan bir değer olması itibariyle hala topluma mal olmuş kişilerin yaptıkları ile değil kimlikleri ile meşgulüz.
Böyle olduğu içinde cehalet cehennemine her gün kendi tarafımızdan odun taşımaktan başka yaptığımız bir şey yok.
Ömrünü siyaset, ekol, akım, mezhep veya ideoloji peşinde harcayan biri olarak değil de insanlık, barış, hoşgörü, sevgi adına “serin vermiş” bir insan için bile hala mezhebinin sorgulanması ya da gündem edilmesi beni ziyadesiyle üzdü.
Ziyadesiyle üzdü zira ben gerek sanatsal gerekse akademik meşrep olarak halk edebiyatı ve şiiri ile ilgilenen biri olmamakla beraber benim yönümü türkülere döndüren birkaç isimden biridir, Mahzuni Şerif.
Gerek hususi yaşantımda gerekse son günlerde yaşadıklarımız itibariyle, sabahımızın, akşamımızın her durağı “ben demedim mi size?” dercesine Mahzuni Şerif mısralarıyla kuşatılmışken.
Din, iman, vicdan diye diye kadroları, su başlarını tutanları göre göre, alnı secdeye varırken millete kurşun sıkma adına eli tetiğe gidenlerin karşısında ağzımız bir karış açıla açıla, şeyhler, mollalar, dedeler, efendiler etrafında tapındırılan ve müşrikçe tükettirilen hayatları göre göre nihayet Mustafa Kemal Atatürk’ün “fikri hür, vicdanı hür…” nesiller sözüne, idealine ve çizgisine gelmiş bulunmaktayız. Ama Mahzuni Şerif’in farkı o bahtiyarlığa önceden ermiş olmaktı:
Namaz yok diyemem, var, fakat şöyle
İbadet biter mi beş vakit şeyle
Derken birilerinin aforoz ettiği gibi dinsizlik etmiyor dinin namusuna sahip çıkıyordu. O yüzden riyakârın suratına şamar gibi inen şu mısralar, günümüzde bir kitap konusu olacak manalar saklıyordu içinde.
İnandığım Allah gel halimi bil
Sana kulluk etmek laf ile değil.
Bir seher vaktinde ötmeyen bülbül
Çıkıp ikindide ötse yalandır.
O haksızın suratına söz makamında, şamarını indirirken de haklıyı kucaklarken de Alevi, Sünni, Bektaşi, Dinli, Dinsiz, Sağcı, Solcu ayırmıyordu.
Cahilin her kapta eli çıkıyor
Bundan rezaletin bolu çıkıyor
Açtım şapkasını keli çıkıyor
Sökmez gayrı dede, hoca, pir bana bana
Hangi kesimden olursa olsun saf tutup kavgadan beslenen, kendi ötekisini yaratan insanlar Mahzuni’yi sevmedi, sevemezdi de zaten. Zira Mahzuni Şerif o topa hiç girmedi.
Komünist dediler: kim diyorsa mahzuniye kominist onun imanından şüphe etmeli böyle bir millete kim etse gasit yedi sülalesini topa tutmalı Dedi.
Dinsiz dediler:
Dostlar ben Allah'ı inkar etmedim
Kul şeklinde hayvan kalana çattım
Şeriatı sevdim yere yatmadım
Gösterişe namaz kılana çattım
Kıymetli kızları Derya Mahzuni hanımefendi ile birkaç gün önce yaptığım bir görüşmeye göre dirisinden kendisine ekmek çıkmayanlar, vefatından sonra onun kimliğinin peşine düşmüşler.
Gelin ben sizin kulağınıza fısıldayayım onun kimliğini: Geldiği yerin, yerelliği ile donanmış, Atatürk’ün izinde, ruhuyla bandırma vapuruna binmiş her yürek gibi, akla bilime, okumaya değer veren, gönlü dünyalardan geniş, bir İNSAN OĞLU İNSANDIR, Mahzuni Şerif…
onurakbastde@gmail.com