Ülkemizde çok karıştırılan iki kavram vardır.
Din ve maneviyat. Bunlar zaman zaman iç içe geçerler ama farklıdırlar.
Maneviyat evrenseldir, dinse yereldir.
Din belli inanç geleneğinin kuralları ile sınırlıdır. Musevilik, Hıristiyanlık, İslamiyet, Budizm, Hinduizm, Sihizm, Zerdüşçülük, Maniizm ve diğerleri insanlığın mutluluğa giden yolu bulmasına yardımcı olmaya çalışırlar.
Böyle bir ortak noktaları olmasına karşın aralarındaki çatışmalar, dökülen kanlar nereden kaynaklanmaktadır ?
Bunun bilinen iki nedeni vardır ?
İlki, her dinin mensuplarının kendilerininkinin en iyi olduğuna inanarak bu yolda baskı ve dayatmada bulunmalarıdır. Oysa yeryüzünde dinlerin yerel koşulları vardır.İçlerinden birinin en mükemmel olduğunu ileri sürmek mantıklı olabilir ama bu yolda zorlamada bulunmak insanın doğasına karşı yapılacak en büyük saygısızlıktır.
Allah yeryüzünde hiç kimseyi, kendi adına konuşmaya, eylem koymaya, dini baskılar uygulamaya , bu yolda zulüm yapmaya yetkili kılmamıştır.
Peygamberler bile onun adına konuşamazlar, ancak kendilerine ulaşan emirleri tebliğle yükümlüdürler.
Günümüzde bu yolda iddiaları olanların tümü düzenbaz, sahtekar ve şarlatandır.
Dünyamızda peygamberler dönemi yüzyıllar önce kapanmıştır.
En iyi din benimkidir diye baskı ve zulüm yapmak, insanlar arasındaki barışı bozmaya yönelik haince bir eylemdir.
İkincisi, maneviyatla dinin farkını anlamayanların cahilce inadıdır.
Bir insan bir dinin içinde bulunmadığı halde maneviyat sahibi olabilir.
Biz öncelikle canlıyız, sonra insanız, Türk’üz,Hintliyiz,Almanız.
Sonuncu olarak da benimsediğimiz bir din var veya yok.
İnanç geleneğinin devam etmesini isteyen, bu geleneğin kurallarına uymaya çalışan yaşam biçimini seçmiş demektir.
Bu durum sadece o kişiyi ilgilendirir. Çünkü dinin vazgeçilmez geleneklerinden biri olan ibadet kişiseldir.
Maneviyat ise tüm insanlığı kapsamına alır.
Kişinin sadece dinsel konumuyla değil tüm insanlık yapısıyla ilgilidir.
İnsan ruhunun kişisel ve çevresel olarak ortak değerleri hoşgörü, sabır, aşk, sevgi, tutarlılık, doyum, uyum, sorumluluk duygusu, bağışlayıcılık, koruyuculuk, paylaşma, saygı maneviyatın omurgasını oluştururlar.
Bütün bunlar dinlerde önce de vardı.
Cennet ve benzeri mutluluklara ulaşma yolunda ayinlere, dualara, ibadetlere, kurbanlara gerek görülürken, içsel ve toplumsal mutluluğu yaşamak amacıyla sarılmamız gereken maneviyat için bu tip törenlere gerek yoktur.
Maneviyat insanı zulümden uzak tutar.
İlk din Museviliktir. Rabbânî Yahudilik Musa'nın MÖ 1391–1271 aralığında yaşadığını öne sürmektedir. Yani dinler tarihi 3500 yıllıktır. İnsanlık tarihi ise 50 bin yıl.
Musa’dan önce yaşamış insanlar kıyamet günü ne yapacaklar.
Konuyu bilmiyorlar.
Dinlerden habersiz milyarlarca insan hangi kurallara göre yargılanacaklar.
İşte burada maneviyat devreye girecek.
Ben dini olan ama zulmün egemen olduğu bir toplumda yaşamaktansa, her türlü zulümden arınmış dinsiz bir toplumda yaşamayı yeğlerim.
Bu yazdıklarım bazılarına ters gelecek ve dinsiz yaşanmayacağını söyleyecekler.
Aynı Allah’a ve onun gönderdiği kitaplara inanan, İbrahim peygamberin çevresinde toplanmış İsrail ve Filistin neden adam gibi yaşayamıyorlar .
Dinleri var ama maneviyatları yok.
İşte maneviyatla dini ayıran en canlı örnek budur.