Şarkışlalı bir hemşehrim var. Tam bir nesir ustası ama yazmıyor. Canım sıkıldığında ararım. İstiklâl’deki terör saldırısı sonrasında konuşulanlara ve yazılanlara canım sıkılınca yine aradım. Başladı anlatmaya.
Çocukken bir arabanın ezdiği kediyi görünce çok üzülmüş. Arkasından daha vahim bir şey olmuş. Babasına giderek diğer kedilerin ölü kedinin başına toplanıp kanını yaladıklarını anlatmış. Gün görmüş babası, “Oğlum, insanoğlu da böyledir işte” demiş.
Kedi hikâyesi, sıcağı sıcağına kamerayı görünce aslan kesilenlerin, ertesi gün klavyenin başında coşanların, şehîd cenâzelerinde mikrofonu alıp nutuk atanların, şehîdlerin kanlarının sandıkta sorulmasını isteyenlerin hâllerini ne güzel özetledi.
………………
Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Osman Sezgin, 21 Kasım’daki Karkamış saldırısında şehîd olan öğretmen Ayşenur Alkan’ın Nizip’teki cenâze töreninde, “Elin evlâdı, ele kolay gelir” dedirten bir konuşma yaptı. Bildiğim kadarıyla Sezgin’in kızı, İstanbul’da babasının kurduğu özel okulda öğretmenlik yapıyor. Rahmetli Ayşenur öğretmen ise sözleşmeli öğretmendi. Bu bile cenâzede susmak için yeterince bir sebep değil mi? Susmayı geçtim, Bakan Yardımcısı, şu akla ziyan sözleri sarfetti:
“Ayşenur öğretmenimiz, eğer ömrü boyunca öğretmenlik yapsa ve ölseydi sâdece sınıfındaki öğrencileri onu bilecekti. Ama şimdi Ayşenur öğretmenimiz, öyle bir öğretmenlik makamına yükseldi ki bütün millet onu biliyor.”
Evet, aynen böyle dedi ve çok tepki aldı. Şehîdliğin ne kadar kutsal olduğunu anlatmaya çalıştı ama beceremedi.
Osman Sezgin’in cenâzedeki fotoğrafını görünce otuz yıl kadar geriye gittim. Milliyetçi çevreden birinin düğünündeyiz. Kadın erkek karışık, müzikli danslı oyunlu bir düğün. Konuşma yapması için bir isim çağrıldı. Otuzlu yaşlarında bir ilâhiyatçı, mikrofonu eline aldı ve İslâm’da kadının kocasına karşı vazîfelerini anlatmaya başladı. Câhil aklımla böyle bir düğünde böyle bir konuşmanın gereksiz olduğunu düşündüm. Sahnedeki hocanın, erkeğin vazîfelerini anlatmaması ise ayrı bir felâketti.
Bakan yardımcısının cenâzedeki sözlerini okuyunca tahsilin cehâleti aldığını, insanın aynı kaldığını, bir kez daha gördüm. İyi bir kariyeri olan Bakan Yardımcısı, otuz yıl evvel düğünde neyse otuz yıl sonra cenâzede aynıydı. Mikrofon görünce dayanamıyor. Tanınmaya bilinmeye, bir hayli zaafı var.
İnsafsız olmamak için Osman Sezgin’in konuşmalarına epey bir baktım. Bakan yardımcısı olmadan evvel Hayat Ağacı diye bir programın 18. bölümünün konuğu olup âilenin önemi üzerine konuşmuş. Tam da “Amaaan hep aynı şeyler!” diye dinlemekten vazgeçmek üzereydim ki bir Çanakkale türküsü hakkında söylediklerine dondum kaldım. Şehîd haberlerini, “ocağına ateş düştü” şeklinde veren medyayı eleştiren Sezgin ile sunucu arasındaki konuşma şöyle:
Sezgin- Evet, ölen bir insanın acısı vardır, ızdırabı vardır ama şehâdet gibi yüce bir mertebe var. Dolayısıyla Hey Onbeşli türküsünü hârika söylemişler. Böyle kıvrak bir oyun havası içinde söyleniyor. Şimdi onu değiştirdiler. Böyle biraz üzüntülü elemli kederli hâle çevirdiler. Yanlış bana göre.
Sunucu- Oynak olması lâzım.
Sezgin- Oynak olması lâzım. Çünkü askere gönderiyorsun, şehâdete gidiyorsun. Biz, şehâdete koşarak gideriz.
Bir söz vardır hani. Dertli, derdini söylemiş; dertsiz, türkü sanmış. Osman Sezgin, Hediye’nin ağıtını oynak bir türkü zannediyor. Ne talihsizlik! Osman Bey’in, şehit cenâzesi geldiğinde niye evlere ateş düştüğünü anlayamamasına şaşırmamalı. Geride kalan eş, çocuk, nişanlı veya sevilen kızın hayâtı, bundan sonra güllük gülistanlık olamaz. Nitekim Çanakkale Savaşı’na giden Halil’in geride kalan nişanlısı Hediye’nin hayâtı kararmış. Adı kötüye çıkmış. Şu sözleri millet oynasın diye söylemiş olabilir mi?
Gidiyom ilinizden
Kurtulam dlinizden
Yeşilbaş ördek olsam
Su içmem gölünüzden
Osman Sezgin bilmiyor olabilir. Russel Crowe bile “Hey Onbeşli” türküsünün hikâyesini öğrenince Son Umut filminde türküyü söyleyecek olan Cem Yılmaz’a, “Lütfen bu türküyü söylerken eğlenme!” demiş.
Ömür Gedik, mezkûr türküye tam da Bakan Yardımcısının bahsettiği gibi oynak bir klip çekmişti. Tepkiler üzerine klibi değiştirdi.
Açıkçası, Osman Sezgin’in “oynak” Çanakkale türküsü hevesi ve şehid cenâzesindeki sözlerinden sonra beni bir merak aldı. Acaba Oğulpınar Sınır Karakolu’na yapılan çalgılı çengili “oynak” ziyâretin, Külliye’deki şık kutlama esnâsında cephedeki askere telefonla bağlanmanın, gâyet coşkulu geçen AK Parti Rize İl Kongresi’nde şehîd anasını telefonla arayıp ağlatmanın fikir babası olabilir mi?
BİR OKUYUCUYA CEVÂBIM
Nihal Ercan adında bir okuyucu, şöyle bir eleştiri yapmış:
“Kerime hanım, sizi takdirle takip ederim. Bir husus şu aralar pek gözüme batıyor. İnsanları, olayları, fikirleri, değerlendirirken başörtüsüne çok vurgu yapıyorsunuz. Herkeste olmayan güzel hasletleriniz var. Başörtülü olduğunuzu biraz unutsanız. Beni neden tek örtüyle tanıyıp değerlendiriyorlar, derdim. Kızım, “Dünyâya sen öyle baktığın için sana da öyle bakıyorlar.” dedi. Ben aştım. Size de tavsiye ederim. Takıntılarımız, aslında prangalarımız. Bir yazıda 40 kere başörtüsü geçer mi?”
Ne takıntısı Nihal Hanım! Bir makam kapmak için erkeklerin başını örteceğinden endişeliyim artık.