Medya patronları, Vuslat ve Emanet

Doğan Satmış

Medyada tanıdığım ilk patron Anadolu Ajansı’nın başına 12 Eylül yönetiminin getirdiği bir emekli generaldi, üniversite öğrencisi olmanın heyecanıyla, sadece bir kez bıyık bırakmıştım, İstanbul’u ziyaretinde, kendisini karşılayan personel arasından benim yanıma geldi ve “Bu arkadaş, gazeteciden çok kasaba benziyor” dedi; oysa kasaba benzettiği o stajyer muhabirin, kadrolu ve tecrübeli muhabirler dururken bir gün önce, 12 Eylül’ün kudretli lideri Kenan Evren’i izlemekle görevlendirildiğinin farkında bile değildi, adı sanı unutuldu gitti.

Sonra gelen Dinç Bilgin, hayatı gazete çıkarmakla geçtiği halde meslektaşlarının takdirini her zaman esirgediği Rahmi Turan sayesinde sahip olduğu Sabah Gazetesi’nin ilerde kendisini hapse attıracağını bilmiyordu, servetini de yitirdikten sonra serbest kaldığında “Hep yanlış adamları yanımda tutup, doğru adamları kaybetmişim” diye hayıflandığını duydum.

Haldun Simavi’yi hiç görmedim ama çok iyi bir gazeteci, kötü bir patron olduğu belliydi.

Arada Asil Nadir fırtınası esti, dünya çapında isim yaparak, sterlin milyarderi olduğu yıllarda özel uçağıyla geldiği Günaydın Gazetesi’nin makine dairesinde üzerindeki ipek gömlek terden sırılsıklam olunca ertesi gün devasa klimalar aldırdı ama gazetelerin, iyi gazetecilerle klima olmadan da çıkarılabileceğini öğrenemeden uçup gitti.

Erol Simavi gazeteci aileden geliyordu, mesleğin önemini biliyordu ve beyefendiydi, tesadüfen ve günlük kıyafetle evine gelen genç çalışanıyla içki tokuşturacak kadar alçak gönüllüydü ama elindeki altın yumurtlayan tavuğu tutacak kadar kurumsallaşmayı sağlayamadı.

Aydın Doğan Anadolu kaplanıydı, gazeteleri gazetecilerin gazete yaptığının farkındaydı ve önemli saydıklarını, yatında, tatillerde veya tavla partilerinde yanında tutarak, ticari işleri zarar görmediği sürece editoryal kadrodan uzak durmaya çalıştı, AKP iktidarının diz çöktürme operasyonlarıyla yüzleşince de her şeyi sattı, tası tarağı topladı ve köşesine çekildi.

Bir de kendi ifadesiyle ‘milyoner olma virtüözü’ Turgay Ciner’le tanıştık, Habertürk Gazetesi’ni kurduğu ilk gün çalışanlara, “Bugün kuruyorum ama gerekirse bir saniyede kapatırım” deyip herkesi şaşırtacak kadar açık sözlüydü, nitekim dediğini de yaptı ama doğru sözü nedeniyle köylerinden kovula kovula çıktığı Babıali’nin Amiral Gemisinden gelen duayen gazeteciye de ‘reklam öğesi’ gözüyle bakıp, sekiz ayda harcamak isteyince medya patronundan çok, üzerinde adı yazılı kamyonları Ankara otoyolunda boy gösteren gizli zengin olmaktan öteye geçemedi; ne tesadüftür ki, kamyonların üzerinde de kocaman harflerle ‘Ciner Kazan Soda’ yazıyor ve milyonerlik virtüözlüğünü de bundan daha iyi anlatacak ifade herhalde olmaz.

XXX

Bir medya patronu daha doğrusu patroniçesi ile daha tanıştım, o, eğitimlerini yurtdışında bitirdikten sonra babasının gazetesine gelip, kademe kademe her birimde tecrübe edindikten sonra koltuğa oturan Vuslat Doğan oldu. Hürriyet Gazetesi’nin yönetimine geçtikten sonra, batıdaki gazetelerde olduğu gibi yayın ilkelerinin ilan edilmesi, hesap verilebilirlik, gazeteye bir okur temsilcisi atanması, gazetenin algısının iyileştirilmesi, meslek içi eğitim, gelişim seminerleri gibi Babıali’nin daha önce pek bilmediği ve pek önemsemediği bir çok yeniliği beraberinde getirdi, empatisi yüksekti, anne olmuş gazetecilerin yaşadığı süt problemine bile çözüm arıyordu.

Bu arada evlendiği Ali Sabancı ise, zaten bir ‘genius’ idi, 6 km’lik yükleme alanına sahip dev feribotlara İstanbul’dan yüklediği TIR’ları 2-3 günde Fransa’ya kadar götürüp, hem İngiltere’ye hem Afrika’ya günlük taze sebze satmanın altyapısını hazırlamış ve sonra da şirketini milyar dolara Danimarkalılara satmıştı, hangi ülkede hiç kullanılmayan atıl bir havaalanı varsa bulup, oraya uçak indirerek ucuzluğuyla Türk Hava Yolları’nın tek rakibi olmuş, bir yandan yüzlerce uçak sipariş edecek kadar büyürken, bir yandan da amcası Sakıp Sabancı gibi sempatik kalmayı başaran tek Sabancı olmuştu.

İşte Vuslat-Ali çifti geçen yaz Yunan Adalarında bir tekne kazası geçirdiler ve ikisi de ağır yaralandılar, teknedeki iki oğulları ise şans eseri yara almadan kurtuldu.

Aradan geçen 8-10 ay içinde Ali Sabancı iyileşip, işinin başına döndü, eşi Vuslat Doğan Sabancı’nın tedavisi ise sürüyordu.

Herkes kendisini merak ederken, Vuslat Hanım, “Emanet” adını verdiği ve ‘Emanet’ sözcüğünü içeren heykel, resim, şiir, ses ve enstalasyonlardan oluşan bir sergi ile geri döndü.

Osmanlı’nın eşi bulunmayan padişahı Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı ve beş altı asır Osmanlı Ordusu’na top üreten Tophane-i Amire’nin muhteşem kubbeleri altında açılan sergiyi gezerken, epey bir emek harcandığını ve parlak bir zeka buluşuyla her dokunuşta bir kültür geçmişi arandığını fark ediyorsunuz.

Sanatçı, sergiye verdiği ‘Emanet’ adının nedenini anlatırken, babası Aydın Doğan’a yıllar boyu ‘taşralı’ diye önyargı besleyenlere sanki ironi yapıyor, Emanet’e sahip çıkmak için önce doğduğun yerlere sahip çıkmak gerektiğini anlatıyor, Kelkit’i, Bayburt’u, Şavşat’ı, Ceyhan’ı, Kozan’ı, Derik’i hakir görmenin Emanet’e ihanet olduğunu ima ediyor. Sergideki videoda, sanatçı Hüsamettin Koçan’ın büyük özveriyle yarattığı Anadolu’nun bozkırındaki bir tepede kültür anıtı gibi yükselen Baksı Müzesi de göze çarpıyor, müzeyi havadan görüntüleyen kameralar Zümrüdüanka (phoneix) kuşları gibi süzülürken Anadolu’nun da küllerinden yeniden doğacağı umudunu veriyor.

Xxx

Maalesef Türkiye’nin zenginlerinin çoğu, dünyanın refah içindeki ülkelerinin sanat sayesinde bu noktalara geldiğinin farkında değiller; Paris, Londra ve New York’un sanatla yükseldiğini bilmiyorlar, boş arsa görünce betondan başka şey düşünmeyen inşaatın ağaları, evinde tek kitap olmadığını gazeteciye anlatırken, utanacağına gülümsemeyi maharet sanıyor.

Zenginliğin tekne boyu, pahalı saat ve istakozla değil, sanatla, edebiyatla, müzikle, tasarımla, yenilikle, çok seslilikle ve bırakılan kültürel mirasla anlam taşıdığını bilenlerimiz az.

Zenginlerimizin anlamadığı bir başka konu da her türlü imkana sahip kendileri bile kültürün, sanatın, tarihin ve demokrasinin bu kadar önemli olduğunun bilincinde değilken, eğitimleri bile şüpheli politikacılardan bu konularda öncülük beklemeleri.

XXX

Vuslat imzalı ‘Emanet’ Sergisi 30 Haziran’a kadar Tophane-i Amire binasında açık, üstelik sergileri gezmek, işkadını Leyla Alaton’un dediği gibi bedava. Hem gidip sergiyi gezin, Anadolu’dan neler çıkabileceğini görün hem de bu tarihi binanın bahçesindeki, kitap dolu üniversite kafesinde, muhteşem Topkapı Sarayı manzarasında, sonradan görme havaalanı mekanlarına inat makul fiyatıyla, bir çay veya kahve için.

Emin olun sergiden çıkarken, Fatih’in yaptırdığı 6 asırlık binaya bakarak Emanet’in önemini daha iyi anlayacak ve ‘Türkiye bu halini hak etmiyor ama nasılsa geçecek, çünkü bu ülke bize Emanet’ diye umutlanacaksınız.