1980’den beri yaşadığımız İstanbul’dan, memleketimize gelmediğimiz, bir yaz sezonu hatırlamıyorum... Evlilik ve çocuklu yıllarımızın tamamının yaz mevsiminde, en az iki ayımız, memleket kucağında geçer...
Bu sene de, İstanbul’da seçimler ve katılmamız gereken, zorunlu düğünler yüzünden biraz gecikmeli de olsa, bu sebeple, çocuklarımızın tepkisini de göğüsleyerek Karadeniz’in yolunu tuttuk.
Memlekete ailecek geliş gidişlerimizi, genellikle karayoluyla gerçekleştiririz. Çünkü, güzergah boyunca Kocaeli’nden başlayarak, köyümüze kadar, bütün il, ilçe, belde ve köyleri, her türlü doğal güzelliğiyle, havasını teneffüs ede ede, her türlü güzellik ve zenginliklerin keyfini çıkara çıkara, seyahati tamamlarız...
Dönerken de aynı yolla, alacağımız, doğal köy ürünlerini, arabamızın bagajının taşıdığı oranda İstanbul’a taşır, en azından bir süre idare ederiz...
Tabii, bazan geçtiğimiz şehirlere uğrar, yol değiştirerek tarihi yerleri, coğrafi güzellikleri keşfeder, Allah’ın lütfu, bu güzelim cennet yurdu, daha yakından tanımaya ve nesillerimize de sevdirmeye çalışırız...
Her türlü gelişmeleri, şehirleşmedeki ilerlemeleri, kentsel dönüşümdeki hamleleri, yeşilin korunup korunmamasını, yaygınlaşan üniversitelerin, yerli yatırımların-yabancı sermayenin katkısını, halkın refah seviyesini, turizmin gelişimini ve yöre halkına katkısını, gözlemleme fırsatı buluruz...
Nasılsa, gidiş gelişli, sollaması tehlikeli, kamyonların peşinde devam eden seyahatlar yerine, bugün bölünmüş yollarda, Avrupa’yı kıskandıracak otobanlarda, kilometrelerce süren tünellerin ucundaki ışığı kovalayarak seyahat ederiz...
Önce sıla-i rahim yaparız, büyüklerimizi, hastaları, akraba, eş dostu ziyaret ederiz, bol bol hasret gideririz...
Burda, bütün planlar, cenazelere göre yapılır. Öğlen veya ikindi namazında, bazan farklı mekanlarda birden çok cenaze olur. Namazına gidemediğiniz zaman, yetişebiliyorsanız mezarlığa, olmazsa cenazeevlerine taziyeye gidersiniz. Katılmama veya ilgisiz kalma diye bir mazeret olamaz...
Karadenizli, İstanbul’da, başka ilde ve de yurtdışında bile vefat etse, mutlaka istikamet, köydeki aile mezarlığı olur. Biz toprağımızı çok severiz ve ölülerimizi, kendi toprağında defnederiz...
Memleketimizde, deniz hemen yanıbaşımızda, istediğiniz zaman, gün ve saatte, isterseniz yağmurlu havalarda bile zaman zaman sakin, bazan da oldukça kabarık, oldukça sert, o kadar da haşin dalgalarıyla, size alabildiğine bir cazibe sunuyor size...
Vazgeçilmez adresler var. Uzungöl’ü, Ayder’i ve her biri ayrı güzellikte ama ne yazık ki doğası katledilmiş, beton yığınına çevrilmiş ama olağanüstü görüntüde, gelin gibi güzellikte ortalama 2000 rakımlı yaylalar kaçınılmaz rota oluyor sizin için...
Aşırı nemli Karadeniz iklimininde bunalanların yolu, mutlak yüksek rakıma çıkar... Orda da güneş kadar, duman da mesai yapar, çiseleme çeşni katar ve neticede bu muhteşem duygunun zevkini tadarsınız...
Tabii köylerde, tarlada, bahçede çalışmak, çay, fındık toplamak, mısır, fasulye, salatalık ekmek, sonra onları biçmek, inanılmaz bir keyif... Dalından her türlü meyva toplamak, orada tatmak, sonra da evine, akrabana ikram etmek bambaşka bir duygu...
Ömrü köylerde geçen, sürekli hareketli, ayağı toprağa değen, eli hep yeşille meşgul olan, yiyecekleri GDO’suz köy besinlerinden olan, temiz hava teneffüs eden, oksijen depolayan, stresten uzak bir hayat yaşayanlar, hiç yaşlanmıyor, doktor yüzü görmüyor, ilaç kullanmıyor ve dimdik, ayakta ölüyor...
Ne şeker, ne tansiyon, ne kolesterol, ne trigliserid, ne de diğerleri, hiçbirini duymadan, bu dünyadan göçüp gidiyor...
Pek çok büyüğümüz, yaş olarak 100’lükler kulübünde ve hala filinta gibi... Ne kilosu var, ne de hayatla arasına giren hastalıkları... Bir de gurbettekilerin hasreti veya başka dertleri olmasa...
Her memlekete gelişte, bizim gibi, toprağına koşan siyasetçilerimiz, bakan bürokrat, öğretim üyesi, edebiyatçı şair yazar, gurbette çalışan herkes, bir an önce emeklilik dönemini köyünde geçirmek isteğini belirtir...
Fakat gelin görün ki, eğer çocuklarınız hala öğrenciyse ve siz onlara bir iş ayarlayamadıysanız, Karadeniz’de iş imkanı çok sınırlı olduğu için, bu dediklerinizi, hayata geçiremezsiniz...
İşte asıl sorunlar da burda başlıyor Karadeniz için. Beklenen yatırımları alamadığı, kaynaklarını kullanamadığı, zenginliğe çevirip pazarlayamadığı, turizmi, istenen seviyeye çıkaramadığı, çay-fındık-hayvancılık-deniz ürünlerini, henüz endüstriyel bir güç haline getiremediği için, bölgenin morali çok bozuk.
Hele de Trabzonspor, istenen seviyede değilse, adalet sağlanamadığı için şampiyonluklarının çalındığı düşüncesi tavan yapmışken ve daha niceleri...
Cennet olacak bir bölgenin, bitmeyen veya bitirilmeyen, sanki bitirilmek de istenmeyen sorunlarını, aslında, Türkiye’ye, dünyaya katkı sunacak projelerini de konuşacağız...
Başka bir yazıda...