Muhsin diye yazılır, Anadolu Ereni diye okunur

Sadullah Özcan

Onu 1987 yılında Ege Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okul öğrencisi iken cezaevinden çıkışından sonra geldiği İzmir’de tanıdım ilk. Gümüşpala’da birlikte oturduğumuz dostlarının yere serdiği gazete üzerine kurulmuş pide ve ayrandan oluşan sofrasını halen hatırlarım. Dostluğumuzda bu sofrada başladı.
İzmir’deki dostları dostlarımız oldu. Mehmet Karanfil abiyi halen unutmam.
Kader bizi Ankara’ya savurunca yolumuz daha fazla kesişti. Dostluğumuz artı. Sohbet ortamlarımız çoğaldı. Hatta birçok meslektaşımın onunla dostluğu bu dost ortamlarında gelişti.
Hakikaten siyasette olmasına rağmen siyasi bakışı yoktu hiçbir konuda. Samimi, samimi olduğu kadarda içten yardım severliği ve hesapsızlığı ayrı bir özelliğiydi. Galiba bizi kendine çekende bu samimiyeti, içtenliği ve hesapsızlığıydı.
Bazen 12 Eylül öncesi olaylarla ilgili notlar düşerdi. Cezaevi hatıraları ayrı bir yer tutardı. Hiç şikâyet etmezdi. Yaşadıklarını düz anlatmaya çalışırdı. Adeta sıradanmış gibi.
Cezaevi işkenceleri ve baskılarına karşı kendine göre tedbirler geliştirdiğini görüyoruz. Yaklaşık 5 yıl hücrede kalan belki tek kişidir. Hücrede kalanların büyük çoğunluğu psikolojik rahatsızlıklar yaşar. Bunu yaşamamak için geliştirdiği yöntemler enteresandır. Buna rağmen 80 öncesini bilenler özellikle hitabetindeki tutukluluğun cezaevi yıllarının bir mirası olarak görürler. Yıllarca hücrede kalmanın mirası.
2001 yılında bütün hayatını kapsayan geniş bir röportaj yapmıştım. Röportajı makam arabasında Rahmetli Gaffar Okan’ın Hendek’teki cenaze törenine gidip gelirken gerçekleştirmiştik. Çocukluğundan gençliğine yaşadığı bütün hayatının özetiydi röportaj. Hayatının birçok bilinmeyen taraflarından da söz etmişti. Şahadetinden sonra medyada yayınlanan hayatıyla ilgili bilgilerin çoğu bu röportajdandır.
Benim için O’nun en önemli yanı ülkücülüğe bakışım ve anlayışımın yansımasını bulmamdır. Ülkücülük benim için hiçbir zaman bir partinin kollarının uzantısı olmadı. Hatta Ankara’ya geldiğimde karşılaştığım görüntü doğru yolda olduğumu göstermişti zaten. Bu konuda O’nun dostluğu da yardımcı oldu aslında.
1992’de yaşanan MÇP ile ayrışmayı da yakından takip edenlerdenim. Ayrılmasına neden olan Emir Kuşdemir’in başkanı olduğu ocağa yapılan baskın sonrası ilk haberlerde imzam durur. Sonradan farklı kaynaklardan edindiğim bilgiler o dönemde hazırlıkları başlayan 28 Şubat hıncından MÇP içindeki İslamcı renklerden kurtularak kaçmak ve Türkeş sonrası dizayn olduğu anlaşılıyor.
Rahmetli Muhsin Beyle ilgili yazılacak çok şey var. Her şeyden önce Muhsin Yazıcıoğlu bir suikasta kurban gitmiştir. Suikast sırasında uzun süre çatıştığından da bahsedilir. Her açıdan bir şehittir. Çok planlı, ulusal ve uluslar arası düzeyde bir plan. Suikastın duyulmasının ilk saatlerinden itibaren duyduklarımız bugünlerde açıkça konuşuluyor. Bu suikast bir şer ittifakını gösteriyor. İttifakın sadece bir tarafı ifade edilerek örtülmeye çalışılıyor aslında. Bu suikastı ulusal ve uluslar arası devrin karar vericileri konuşmadıkça çözmek imkânsızdır. Belki sadece tetikçilere ulaşırsınız ama karar vericilere zor.
Şunu vurgulamakta fayda var. Onun suikastını onaylayıp uygulayanlar belki rahat yataklarında ölecekler ve sonsuza kadar unutulup gidecekler. Ama Muhsin Yazıcıoğlu kıyamete kadar Anadolu’nun bağrın da Tacettin Dergâhı’nda bir Anadolu ereni olarak milletin dualarında yaşayacaktır.
Rabbim şahadetinin şefaatine layık eylesin bizleri…