“İnsanı yeryüzüne sığdıramayıp, denizlerin derinliklerine uğurlamanın adıdır mültecilik...”
Kıyıya vuran cansız bedeniyle dünyayı derinden sarsan Aylan bebeği kim unutabilir?
Ölümünün üzerinden 8 yıl geçse de acısı yüreklerdeki tazeliğini hâlâ koruyor ve Aylan bebek umut yolcuları mültecilerin simgesi haline geldiği gibi ne ilk, ne de sonuncu kayıptır.
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde özellikle Türkiye’deki mültecilerin “gitmek ve kalmak” arasında kaldıklarını belirtmek gerekirken, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi’nde, mülteci, “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi” olarak tanımlandığını hatırlatmak gerekir.
Artarak devam eden savaş, çatışma ve zulüm nedeniyle 100 milyonu aşkın insanın ülkesinden veya ülke içinde zorla yerinden edildiği günümüz dünyasında bu sayılara her geçen gün yenileri eklenmektedir.
Ukrayna’daki savaşın yanı sıra Etiyopya, Burkina Faso, Myanmar, Nijerya, Afganistan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Sudan gibi yerlerde yeni ortaya çıkan veya devam eden acil durumlar, bu şaşırtıcı sayının sebepleri arasındadır.
Mültecilerin büyük bir bölümü kayıt dışı çalışmakta ve günlük işlerle evlerini geçindirmektedir.
Herhangi bir temel gelire sahip olmayan mültecilerin yarıya yakını ise günlük yaşamlarını ancak yakın akrabalarının ya da komşularının destekleriyle idame ettirebilmektedir.
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü olması nedeniyle Türkiye’nin dünyadaki en büyük geçici koruma rejimine tabi insan/sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapmakta ve uzun süredir küresel mülteci krizinin ön saflarında yer almaktadır
Türkiye yıllar içinde insanlık ve dayanışma değerlerini benimsemiş, güvenlik ve barınak arayan insanlara kapılarını açmıştır.
Son dönemlerde ulusal ve uluslararası insancıl hukukun yasal çerçevesi içinde sığınmacıların hak, adalet ve hizmetlere erişimine destek veren, dayanışma içinde olanların kriminalize edildiğini, hedef gösterildiğini ve ülke içinde yaşanan sorunların kaynağının sığınmacılarmış gibi gösterildiğini üzülerek izliyoruz.
20 Haziran Dünya Mülteci Günü çatışma, zulüm veya yaşamı tehdit eden diğer koşullar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalanları desteklemek ve korumak için ortak sorumluluğumuzun bir hatırlatıcısıdır.
Eve dönebilen, üçüncü ülkeye yerleşebilen veya güvenli bir yaşam arayışı için geldikleri ülkeye tam olarak uyum sağlayabilenlerin sayısından daha fazla insan kaçmak zorunda kaldıkça çözümler konusundaki eksiklik artmaya devam ediyor.
Ancak durum böyle olmak zorunda değil.
Liderler, kalıcı ve insancıl çözümlerle barışı sağlamak ve yerinden edilmiş kişilerin içinde bulunduğu durumu çözmek için birlikte çalışmalıdırlar.
Göçmenlerin, mültecilerle aynı haklara sahip olmadıkları gibi vatansız olarak da adlandırılamayacaklarını hatırlatmak gerekir.
Son olarak;
Türkiye son yıllarda mülteciler için “transit ülke” olmaktan çıkıp, hedef ülke konumuna gelmiştir.
İlginçtir ki ülkemiz 1980’lerde göç veren bir ülkeyken göç alan bir ülkeye dönüşmüştür.
Hukuki ve siyasi açıdan mülteci sorunu her geçen gün belirsizliğini korurken, iktidar mültecilerinin çoğunun bu ülkede kalabilmesi bakımından entegrasyon düzenlemeleri yapmaktadır.
Bu konuda çok iyimser düşünebilmek pek de mümkün görünmüyor.
İnsanlığın kıyıya vurmadığı, kendi insanımızın hakkının elinden alınmadığı mülteci hayatların sona ermesi dileği ile...
Aşkım Tan
20.06.2023 – Ankara
askimtan@yahoo.com