Soğuk savaşın sona ermesinden sonra ortaya çıkan yeni dünya düzeni arayışı döneminde kapitalist emperyalizm bütün dünyaya egemen olmaya yönelmiş ve bu doğrultuda yirminci yüzyıldan gelen ulus devletleri karşısına almıştır .
Birinci dünya savaşına giden yolda ,batının büyük ulus devletleri yüzyıllarca beş kıtayı sömürgeler aracılığı ile sömürdükten sonra kendi aralarında kavgaya sürüklenmişler ve bu nedenle , merkezi coğrafyayı ele geçirme kavgası içine düşmüşlerdir .Batı Avrupa’nın Atlas okyanusu kıyısında yer alan üç büyük ve üç küçük ülke kurdukları sömürge imparatorlukları aracılığı ile Avrupa merkezli bir dünya düzenini kurmuşlar ve beş yüz yıla yakın bir dönem kendilerinin egemenliğinde bu yapıyı sürdürmüşlerdir .
Sanayi devrimi üzerine bu büyük devletlerin fazlasıyla güçlenmesi ve batı Avrupa ülkelerine karşı olarak Avrupa’nın merkezinde Almanya ve İtalya gibi iki büyük devletin ulusal birliklerini geç kalarak tamamlamalarıyla dünya tablosu değişmiş batı Avrupa ile orta Avrupa ülkeleri arasında sömürge kavgaları başlamıştır .
İşte bu aşamadan sonra İngiltere ve Fransa Orta Doğu’ya gelmişler ,Osmanlı ülkesini işgal etmeğe başlayınca karşılarına kuzeyden gelmekte olan Rusya çıkmış ,Almanya Balkanlar üzerinden Karadenize ,İtalya ise Akdeniz üzerinden Kuzey Afrika’ya yöneldiği aşamada Birinci Dünya Savaşı çıkmıştır .
O dönemin sömürge imparatorlukları ile merkezi coğrafyanın üç imparatorluğu olan Osmanlı,Rus ve Avusturya imparatorluklarının karşılaşması sonucunda dünya yirminci yüzyıla Birinci Dünya Savaşı ile girmiş , Batı Avrupa İmparatorlukları ile doğu imparatorlukları karşı karşıya gelmişler ve bu aşamada büyük bir savaş çıkınca doğunun büyük imparatorlukları yıkılmıştır . Fransız devrimi ile başlayan milliyetçilik akımları Avrupa’nın doğusuna da sıçramış ,Osmanlı imparatorluğu Balkanlar üzerinden gelen milliyetçilik akımları ile Balkanizasyona uğrayarak dağılmış , aynı milliyetçilik rüzgarları Rus İmparatorluğunu da tehdit etmeğe başlayınca ,bu aşamada sosyalist bir devrim gerçekleşmiş ve eski Rus coğrafyasında bu kez ideolojik bir imparatorluk olarak Sovyetler Birliği yapılanması oluşturulmuştur .
Sosyalist devrim sonrasında dünyada batı ve doğu blokları oluşmuş ve iki kutuplu dünyada dengeler kapitalizm ve sosyalizm arasında kurulmağa çalışılmıştır . Yirminci yüzyıl bir anlamda bu iki ideolojinin çevresinde oluşturulan kampların birbiriyle rekabeti ile geçmiş ve yüzyılın sonlarına doğru ABD ile SSCB başkanları arasında başlatılan görüşmeler dizisi sonucunda ,Rusya Federasyonu kurucusu olduğu Sovyetler Birliği’nden çekilme kararı alınca sosyalist sistem dağılmıştır .
Böylece batı kapitalist sistemi karşı kutbu tasfiye edince dünya tek kutuplu bir döneme doğru sürüklenmeğe başlamıştır . İçine girilen yeni dönemde batı bloku ,Amerika Birleşik Devletlerinin soğuk savaş döneminden gelen patronajı altında yeni bir küresel imparatorluğu soyunduğu aşamada ,sosyalist enternasyoneli tasfiye eden batı kapitalist sisteminin ,küresel bir hegemonya düzeni arayışı doğrultusunda kapitalist bir enternasyoneli ortaya çıkardığı görülmüştür .
Bugün yaşanmakta olan batı merkezli küreselleşme sürecinde ABD merkezli ve bu büyük devletin gücünden yararlanan bir süper yapılanmada ,kapitalist enternasyonelin giderek öne çıktığı ve batının büyük patronlarının bütün dünyayı babalarının çiftliği gibi yeniden sömürgeleştirmeğe başladıkları görülmektedir .
Batılı devletler ile başlayan ve batı merkezli tekelci şirketler ile devam eden küresel saldırganlık döneminde , kapitalizm sosyalizmi ortadan kaldırdıktan sonra yeni aşamada ulus devletleri karşısına almaktadır .Yirminci yüzyıla girerken dünya haritasında yirmi devlet bulunurken ,bugün yirmi birinci yüzyılın başlarında dünyada iki civarında ulus devlet vardır . Bir yüzyıl içerisinde devlet sayısı yirmiden ikiyüze çıkmış ,geleceğe doğru da sürekli olarak artmaktadır . Birinci Dünya Savaşı sonrasında dağılan Osmanlı ve Avusturya imparatorluklarının topraklarında bir çok yeni devlet kurulmuştur . Böylece ,ilk dünya savaşı sonrasında başlayan uluslaşma sürecinde devlet sayısının savaş sonrasında ikiye katladığı görülmektedir . İkinci dünya savaşı sonrasında ise Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla beraber sömürgelerin uluslaşması dönemine geçilmiş ve ikinci dönem uluslaşma aşamasında ,Avrupa devletlerine bağlı olan beş kıtadaki sömürgelere bağımsızlık verilerek devlet sayısının birden elliden ikiyüze çıktığı görülmüştür . Soğuk savaşın sona ermesinden sonra ise üçüncü dönem uluslaşma aşamasında Sovyetler Birliğinin ve Yugoslavya
Federasyonunun dağılması üzerine de ulus devlet sayısı iki yüz yirmiye çıkmıştır . Bugün Birleşmiş Milletler çatısı altında iki yüz yirmi ulus devlet barınmakta ve uluslar arası alanda devletlerarası ilişkileri kendi çıkarları doğrultusunda yürütmektedirler . Bir anlamda geçen yüzyıldan kalan ulus devletler çağı devam etmektedir .
Ne var ki , batının en büyük sermaye sahiplerinin bir araya gelerek oluşturdukları kapitalist enternasyonel yapılanması giderek öne çıkınca bu kez kapitalist emperyalizm ile ulus devletler karşı karşıya kalmaktadırlar . Bugün yaşanmakta olan bütün siyasal , sosyal ve sorunların temelinde yatan bu büyük çelişkidir .
Böylesine büyük bir çelişkinin sosyalist sistemi dağıtması ve sosyalist devlet yapılarını ortadan kaldırmasından sonra şimdi gelinen bu aşamada ,kapitalist enternasyonelin şimdi de ulus devletleri hedef alarak bütün dünya uluslarına karşı yeni bir emperyalist saldırıyı küreselleşme görünümü altında örgütlemeğe çalıştığı anlaşılmaktadır .
Sosyalizmin yokolması ve bu ideolojiye bağlı devlet yapılarının tasfiye edilmesinden sonra şimdi de milliyetçilik ya da ulusalcılık anlamındaki batı dillerinde var olan bir kavram olan nasyonalizme dayanan ulus devletlerin tasfiyesine sıra geldiği görülmektedir .
Karl Marx’ın deyimi ile büyük sermayenin çekirdek yapılanması olan finans kapital ile ulus devletler karşı karşıya kalmışlardır
Nasyonalizm kavramı bütün batı dillerinde yer alan ve genel anlamda kullanılan bir sözcüktür . Bu açıdan ,Fransız devriminin başlamasıyla beraber bütün batı ülkelerinde öne çıkmış ve batının devlet yapısını ulusal bir oluşuma dönüştürmüştür . Kardeşlik,eşitlik ve özgürlük kavramları ana ilkeler olarak kabül edilirken , bu kavramlar doğrultusunda başlamış olan toplumsal dayanışma hareketi bütün halk kitlelerinin kısa bir zaman dilimi içerisinde uluslaşmasına giden yolu açmıştır.
Ulus gerçeği böylece dünya gündemine girerken krallıklar kendiliğinden ulus devletlere dönüşmüş ,büyük imparatorluklar hızla tırmanan milliyetçilik akımları ile sarsılırken ortaya çıkan yeni ulus devletler büyük imparatorlukların eski topraklarını parçalayarak dünya haritasındaki yerlerini almışlardır .
Birinci,ikinci ve üçüncü kuşak uluslaşma dönemleri sonrasında dünya haritasında ortaya çıkan tabloda ikiyüzü aşkın ulus devletin beş kıtada yer almasıyla günümüzün dünya haritası ortaya çıkmıştır . Daha önceki dönem olan soğuk savaş koşullarında Sovyet devriminden yola çıkan sosyalist devletler olmasına rağmen ,sosyalist sistemin tasfiye edilmesiyle beraber ortaya çıkan tabloda artık Birleşmiş Milletlere üye olan iki yüzü aşkın bir ulus devletler haritası ile insanlık karşı karşıya bulunmaktadır .
Sosyalist sistemi dağıtarak Sovyetler Birliği gibi tarihin gördüğü en büyük imparatorluk yapılanmasını geçmişte bırakan enternasyonel kapitalist güç şimdi evrensel alanda ulus devletler ile karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır
Sovyetler Birliği dağılırken , uluslar arası alanda SSCB öncülüğünde oluşturulmuş olan sosyalist sistem tasfiye edilirken böylesine küresel bir yapılanmada uluslarası bir gücün etkili olduğu ve bu büyük dönüşümü yönlendirdiği anlaşılmaktadır .
Sömürgelerden gelen büyük zenginlikler önce Avrupa’da ve daha sonra da Amerika Birleşik Devletlerinde büyük zenginler yaratınca , bunların bir araya gelerek sahip oldukları büyük sermayeyi korumak üzere örgütlendikleri görülmüştür .
Bu doğrultuda adımlar atılırken ,batının önde gelen zenginlerinin desteği ile ,ihtilalci sendikalist hareketlere kalkışan işçi ve emekçi sınıflarının kapitalistlerin sermayelerini el koymalarını önleyebilme amacıyla uluslar arası alanda siyasal bir düzene bağlanması doğrultusunda sosyalist enternasyonel yapılanmaları açıkca teşvik edilerek desteklenmiştir .
Bir yanda Sosyalist Enternasyonel çatısı altında dünyadaki emekçi ve işçi kitleleri örgütlenirken diğer yanda da sermaye sahibi patronlar daha örgütlü bir yapılanmaya giriyorlardı .
Batı ülkelerinde kapitalist sistem emperyalizm ve sömürgecilik üzerinden gelişirken sosyalizm de Sosyalist Enternasyonel üzerinden uluslar arası alanda bir sisteme doğru yaygınlık kazanıyordu . İşte böylesine evrensel bir oluşumun sonucunda Rusya’da Sovyet devrimi yapılıyor ve sosyalizm batı kapitalizminin karşısına ikinci bir evrensel kutup yapılanması olarak çıkıyordu .İki büyük dünya savaşı ve soğuk savaşın geride bırakılmasıyla beraber yirmi birinci yüzyıla girme aşamasında bu evrensel sistemin çökertildiği ve yeni yüzyılda dünyanın batı emperyalizminin hegemonyasında küresel bir imparatorluğa yöneltildiği görülmüştür . Yoksul ve geri kalmış Asya ve Afrika ülkeleri yirminci yüzyılda sömürge olmaktan çıkarak bağımsız devlet yapılanmasına yöneldikleri aşamada sosyalist sisteme dahil olmuşlar ama bu yapının da aynı yüzyıl içinde çökmesi üzerine ,eski sömürgeler zaman içerisinde uluslaşarak ulus devletlere dönüşmüşlerdir .
Sovyetler Birliğinin tasfiyesi üzerine Sosyalist Enternasyonel düzeni çökerken , Almanya’ya karşı oluşturulmuş olan gizli dünya devleti yapılanmasının ,zaman içerisinde bu ülkeyi de içine alarak daha güçlü bir kapitalist örgütlenmeye gittiği ve bir anlamda tıpkı Sosyalist Enternasyonel gibi küresel bir güç olarak ortaya çıktığı anlaşılmaktadır .
Legal ve illegal olarak iki yönden gelişen bu yapılanmada ,yuvarlak masa toplantılarından başlayarak Dünya Ekonomik Forumuna kadar giden yolda birbirini destekleyen ve bütünleyen yeni örgütlenmeler ile ,bugün insanlığın karşısına en büyük patronların klübü olarak kapitalist enternasyonel çıkartılmıştır .
Küresel zenginler ,tekelci şirketlerin çatısı altında bütün dünyayı yeniden sömürgeleştirirlerken sosyalist sistemin sağlamış olduğu bütün dengeleri yıkarak geride kalan ulus devletlerin üzerine saldırmışlardır .
Sosyalist sisteme bağlı eski Halk Cumhuriyetleri yeni dönemde bağımsız ulus devletler olarak dünya sahnesine çıkarlarken ,gelişen medya üzerinden batılı ülkeler gibi yaşamağa heveslenirlerken birden küresel tekelci şirketlerdin saldırılarına uğramışlar ve yeni sömürgeler olarak ciddi bir yaşam savaşının dibine sürüklenmişlerdir .
Dışa açılma ya da batıya açılma kampanyaları küresel sermayenin güdümündeki medya organları tarafından pompalanırken ,yoksul ülkeler batılı gibi yaşamaya heveslendirilmiş Amerikan tarzı yaşam biçimi kültür emperyalizmi doğrultusunda bütün dünya ülkelerine empoze edilmiş ,sonunda yoksul ve küçük ulus devletler ya kumarhaneye , ya batakhaneye ya da kerhaneye çevirilmişlerdir . Eline parayı geçiren batılı patronlar eski sosyalist devletleri devlet olmaktan çıkarırlarken ,halklarını da yeni köleler konumuna sürüklemekten çekinmemişlerdir .Eski sosyalist ülkeler ile Asya ve Afrika’nın küçük ya da orta boy ulus devletlerine bakıldığı zaman böylesine olumsuz sahneler ile karşılaşılmaktadır . Küreselleşme görünümü altında yeniden sömürgeleşme ve insanlık dışı köleleşme eski üçüncü dünya ülkelerine hak görülürken , küresel sermayenin güdümündeki medya organları ve tatlısu sivil toplumcuları ağızlarından insan hakları ve demokrasi gibi kutsal kavramları düşürmeden kapitalist enternasyonele hizmet eden batının büyük patronlarının Truva atları olarak devreye girdikleri ve azgelişmiş ülkeler üzerinde kamuoyunu batı blokunun çıkarları doğrultusunda yanıltarak etkili olmağa çalıştıkları görülmüştür .
Sosyalist sistemin sağlamış olduğu evrensel dayanışma ortadan kalkınca ,batı emperyalizmi daha da vahşileşmiş ve büyük patronlar bütün dünyayı babalarının çiftliği gibi hem yönlendirmeye hem de kullanmaya başlamışlardır .
Gizli dünya devletinin legal kuruluşları olan Dünya Ekonomik Forumu,Bilderberg grubu, Üçlü Komisyon ve Dış İlişkiler Komisyonu gibi oluşumlar küresel bir dayanışma içerisinde daha hızlı ve aktif çalışarak bütün dünyayı kapitalist enternasyonelin hegemonysına sokmağa çalışmışlar , dünya devletinin illegal boyutunda görev yapan Opus Dei,İllimünati ve Siyon Kardeşleri ile Tapınak Şövalyeleri de eskisinden daha etkili doğrultuda evrensel alanı kendi oyun bahçelerine çevirmişlerdir . Legal ve illegal boyutlarda bir batı hegemonyasının kapitalist enternasyonel olarak bütün dünya ülkelerine dıştan zorla dayatılması sürecinde dünya halkları fazlasıyla ezildiği gibi insanlığın üçte biri açlık ve yoksulluk sefaletinin altında ezilmişlerdir . Koskoca Afrika kıtası verimli topraklarına rağmen açlıktan kırılırken , bu kıtayı besleyecek maddi birikimin birkaç misli fazlası tekelci silah şirketlerine para kazandırma doğrultusunda silahlanma yarışına ayırılabilmiştir . Bir çok ülkede isyanları ve halk ayaklanmalarına giden provakasyonların açıkca kapitalist enternasyonelin emrinde görev yapan gizli dünya devletinin illegal örgütleri aracılığı ile düzenlendiği bir çok olaydan sonra anlaşılmıştır .Bütün insanlığı tehdit eden bir çok gelişmenin arkasında bu gizli dünya devletinin illegal örgütleri olduğu kesinlik kazanınca , dünya nüfusu azaltmak üzere yeni mikropların üretilerek yoksul ülke halklarının kitlesel kırımlar ile tasfiye edilmesi operasyonlarının arkasında bile kapitalist enternasyonelin parmağı olduğu kesinlik kazanmıştır .
Kitlesel insan ölümlerine neden olan Sars ya da Aids gibi mikropların Asya ve Afrika ülkelerinde değil ama batılı emperyalist ülkelerin laboratuarlarında yetiştirilerek bütün dünya ülkelerine dağıtıldıkları anlaşılmıştır .
Nüfusu azaltarak daha rahat bir dünyada yaşayabilmenin yollarını ararlarken ,mikrop üretmek kadar yeni dünya savaşları çıkartmak gibi senaryoları da ,küresel emperyalizmin patronları ihmal etmemişlerdir .
Dünyanın patronları yerküreyi babalarının çiftliği gibi düzenleme hakkını kendilerinde görürlerken , dünya nimetlerini uluslar ya da halklar ile bölüşmeğe razı olmamışlar , yoksul ülkeleri yok olmağa mahkum etmişlerdir .
Bu doğrultuda geliştirdikleri ekonomik politikalar ile İMF,Dünya bankası ve Dünya Ticaret Örgütü üzerinden emperyal politikalarını sanki dünya ülkelerini kurtaracak ekonomik projeler olarak dıştan zorla benimsetmeğe çalışırlarken ,bu kuruluşların patronajı altına giren ülkeler hızla çökme aşamasına doğru sürüklenmişler ve yeni sömürgeciliğin batağında ciddi bir yaşam mücadelesine doğru itilmişlerdir .
Böyle bir durumda halklar ezilirken ulus devletler parçalanma noktasına getirilmiş , Endonezya ya da Sudan gibi söz dinlemeyen ve batı emperyalizmine karşı açıkca direnen ülkeler etnik ve dinsel alt kimlikler kullanılarak parçalanmışlardır .
Yugoslavya gibi bir büyük federasyonun parçalanmasında kullanılan bu alt kimlikçi projeler ile yeni küçük ulus devletler yaratılırken ,başta Türkiye gibi bütün ulus devletler tıpkı Yugoslavya’nın dağılmasına benzer bir parçalanma sürecine doğru batı insiyatifinin zorlamaları ile sürüklenmek istenmiştir . Küreselleşme döneminin başlamasıyla beraber bu sürecin esasları ve modeli yaşanan ve birbirini doğrulayan bir çok olay ve siyasal gelişme ile beraber kesinlik kazanmıştır .
Artık her ulus ve herkes demokrasi,insan hakları ve küreselleşme gibi sihirli ve kutsal kavramların arkasında bölünme parçalanma ve ulus devletlerin yok olması gibi gizli oyun ve senaryoların bulunduğunu görebilmektedir .
Böylesine bir oyuna gelen zayıf ve küçük devletler iyice ezilme ve yok olma noktasına sürüklenmekten kendilerini kurtaramamaktadırlar .
Balkan,Kafkas ve Baltık bölgelerinin küçük devletlerinin yok olma noktasına gelen bir büyük ezilmenin sancılarını yaşadıkları açıkca görülmektedir . Önce topraklarını ,sonra ekonomik kuruluşlarını ve yer altı zenginliklerini küresel şirketlere kaptıran bu küçük devletçikler günümüzde eski günlerini arar hale gelmişlerdir .
Kapitalist enternasyonel çatısı altında bir araya gelen bütün illegal gizli dünya devlet yapılanmalarıyla beraber legal düzeyde sürdürülen ekonomik görünümlü küresel kapitalist sistem gelinen bu aşamada bütün dünyayı bir büyük ekonomik yapılanma içerisinde birleştirmeğe çalışırlarken ,süper emperyalizm olarak kapitalist enternasyonel düzenini iki yüzü aşkın ulus devlete kendilerine bağlı olarak çalışan uluslar arası kuruluşlar üzerinden zorla ve baskıyla ,gerekirse şantaj yolları ile tehdit ederek empozelerini sürdürmektedirler .
Ne var ki , Birleşmiş Milletlerin yerini almak üzere oluşturulan Dünya Ticaret Örgütü çatısı altında bir küresel dünya ekonomisi yaratamayan batılı emperyal güçler bu kez tek kutuplu kapitalist enternasyoneli tüm ülkelere kabül ettiremeyince ,bu platformda batıya karşı çıkan dört büyük devletin öncülüğünde çok kutuplu bir dünya sahnesi ortaya çıkmıştır .
Bric ülkeleri adı verilen Brezilya,Rusya,Çin ve Hindistan sahip oldukları büyüklükleri batı karşıtı bir çizgide birlikte kullanarak ,batı emperyalizminin bütün dünyayı sömürgeleştirmesinin önüne geçmişlerdir . Böylece ulus devletleri yok etmeye yönelik küresel emperyal politikalar durmuş ,dört büyük dünya devleti işbirliği yaparak daha adil bir dünya yaratılması doğrultusunda batı emperyalizminin önüne keserlerken ,ulus devletler yeniden nefes almağa başlamışlardır .
Ne var ki , glinen bu aşamadaki çok kutupluluğu küresel sermaye bir türlü kabül etmek istememiş ve bütün dünya ülkelerine karşı sopa ve silah olarak kullandığı Amerikan devletinin öncülüğünde bir G-20 zirvesi icat ederek , batının zengin ülkeleriyle beraber batıya meydan okuyan yeni kutup başı büyük ülkeleri ve bunları dengeleyecek orta büyüklükteki Türkiye,Endonezya , Güney Afrika ya da Nijerya gibi devletleri de devreye sokarak çokluluk içerisinde yeni dengeler yolu ile eski batı hegemonyasının sürdürülebilmesinin yolları aranmıştır .
Çin büyük bir süper güç olarak dünya sahnesine çıkarken Brezilya ,Rusya ve Hindistan sahip oldukları ülke,nüfus ve ekonomik büyüklükleri aracılığı ile yeni dünya dengelerinde öne geçmeğe başlamışlardır .
Tam bu aşamada orta büyüklükteki İran devleti bir problem olarak dünya sahnesinde batının hedefi konumuna gelmiş ve bu ülkeyi ulus devlet yapılanmasından çıkartacak derecede yeni bir Yugoslavya benzeri dağılma senaryosu Türkiye’de olduğu gibi devreye sokulmağa çalışılmıştır . g-20 zirvesinin zaman içerisinde etkili olamaması ,yeni kutup başlarıyla batı emperyalizmini karşı karşıya getirmiş ve bu aşamada dünyanın merkezi bölgesinde yer alan bütün ülkeler bir doğu batı çekişmesine ve çatışmasına sahne olmaya başlamıştır .
Doğu ve güney bölgelerinin büyük devletlerinin yeni kutup başları olarak devreye girmesiyle beraber , batı dünyasında oluşan gizli dünya devleti yapılanmasının ekonomi üzerinden bir evrensel kapitalist enternasyonele yönelmesi sürecinin durgunluk aşamasına geldiği görülmektedir .
İşte tam bu aşamada batı hegemonyasının bu yeni durumu kabül etmek istemediği ve yeni saldırı planları ile beraber büyük devletleri parçalayarak devre dışı bırakmak istediği ve aynı doğrultuda ulus devletleri de pasifize etmeğe çalıştığı açıkca belli olmuştur .
Bu durumda bütün ulus devletlerin kendilerini toplayarak düşünmelerinin zamanı gelmiştir . Daha önceleri milliyetçilik akımlarını desteleyerek imparatorlukları yok eden kapitalist enternasyonel ,sosyalist sistemi bir süre için dünya dengelerinde kullandıktan sonra tasfiye etmiş ve ortaya çıkan yeni dünya haritasındaki ulus devletleri hedefine oturtmuştur . Artık küreselleşme döneminde küresel batı emperyalizminin patronu olan kapitalist enternasyonel ile dünya devletleri ve ulusları karşı karşıya gelmişlerdir .
Artık bir canavar olma düzeyine erişen kapitalist enternasyonelin bütün ulus devletleri yok etme ya da yutma aşamasına geçilmektedir . Böylesine büyük bir komplo ile karşı karşıya kalan ulus devletlerin kendilerini korumağa öncelik vermeleri zorunludur . Her ulus devlet kendisini yok etmek ,satın almak ya da tasfiye etmek üzere ekonomi üzerinden üstüne gelen küresel şirketlere ve onların arkasındaki kapitalist enternasyonele karşı acilen kendilerini koruyucak milli programlara , devletlerini ve ülkelerini güçlendirecek milli idari reformlara gereksinmeleri bulunmaktadır . Bu nedenle her ulus devletin önceliği milli programlara vererek ve kapitalist enternasyonel canavarının kendilerini yutmasını önleyecek bir ulusal insiyatif göstererek yeniden güçlenme yoluna acilen girmeleri gerekmektedir . Bu çerçevede ,her türlü İMF,Dünya Bankası ya da Dünya Ticaret Örgütü plan ve programlarına son verilmesi gerekmektedir . Uluslar arası kuruluşların batı yönlendirmesi projelerine artık ulus devletlerin alet olmamaları gerekmektedir ,aksi takdirde yok olmaktan bir türlü kurtulamamaktadırlar.
Avrupa Birliği gibi batı modeli bir bölgeselleşme oluşumunda bile yerel yönetimler özerklik şartı adı altında ,Avrupa’nın ulus devletlerini parçalayarak bölecek ve eyalet devletçiklerine sürükleyecek oluşumların önü bir türlü kesilememekte ve bu doğrultuda giderek büyümekte olan bazı kentler kendi ülkelerindeki başkentlere ve başkentteki kurulmuş olan üniter ve ulusal devlet yapılarına başkaldırmağa başladıkları görülmektedir . Türkiye’de de batının Truva atı konumundaki bazı gayrimüslim lobiler , açıkca İstanbul’u başkent Ankara’nın önüne çıkartarak ulus devleti tehdit edebilmektedirler .Avrupa kıtasındaki ulus devletleri ortadan kaldırmak isteyen kapitalist enternasyonel batı blokunun bir parçası olan Avrupa’daki ulus devletlerin parçalanmasını bile açıkca destekleyebilmektedir .
Bu yüzden bir türlü Avrupa Birliği gerçekleşememekte ama küresel sermayenin postmodern ortaçağ senaryolarındaki gibi , Avrupa’yı beşyüz önceki kent devletlerine doğru sürüklenmek gibi bir kader beklemektedir . Avrupa kıtasında ulus devletler kendilerinden vazgeçmeyince bölgesel birlik olarak Avrupa birliği gerçekleşememiş ve bunun yerini kapitalist enternasyonelin devreye soktuğu yarışan kentler senaryosundaki kent devletleri oluşumu yerelleşme görünümü altında öne çıkarılmağa başlanmıştır .
Her sene bazı kentlerin kültür ,ekonomi ya da Avrupa başkenti seçilmelerinin arkasında yatan oyun ya da senaryo , kentleri başkentlere bağımlı olmaktan kurtarmak ve yerel yönetimler aracılığı ile ,kapitalist enternasyonelin denetimi altında bir büyük dünya devleti yapılanmasını kapitalist enternasyonelin merkezinde bulunacağı küresel konfederasyon çatısı altında kent devletlerinin birlikteliği doğrultusunda gerçekleştirebilmektir . Finans kapitalin sahiplerinin ve büyük patronların geleceğe dönük dünya senaryosu artık kapitalist enternasyonel olarak kesinlik kazanmıştır .Bu senaryoda uluslar,ulus devletler ve dünya halkları yoktur ,sadece büyük patronların çıkar düzeni ve onların keyfiliği altında köleleşen insanlık vardır . İşte bu aşamada dinler devreye sokularak ,böylesine haksız bir düzen yapılanmasına halk kitleleri karşı çıkmasın ya da isyan etmesin diye dinler siyasallaştırılarak din görünümlü baskı ve uyutma siyasetleri öne çıkarılmakta ,ve bütün insanlık yeniden bir ortaçağ düzenine doğru zorlanırken postmodernizm adı altında dinsel düzenler bilime dayalı ulus devlet yapılanmalarının tasfiyesinde kullanılmaktadırlar . Dini siyasete alet eden kesimler ,kapitalist enternasyonelin dünya devletlerini ve uluslarını yok etme planlarına alet olmaktadırlar . Bazı dindar kesimler bu duruma iyiniyetle ve safiyane biçimde aracı olurken , emperyalizmin Truva atları konumundaki görevli kadrolar dini siyasallaştırarak hem ulusal yapıların hem de ulus devletlerin ortadan kalkmasına biinçli olarak yardımcı olmaktadırlar .Artık dünya uluslarının uyanmalarının ve dinin kullanılmasıyla yoksul kitlelerin uyutulmasının önüne geçilmesinin zamanı gelmiştir .Her ulusun çinde bulunulan bu aşamada yeniden bir durum değerlendirmesi yaparak kendisini koruyacak ve güçlendirecek alternatif yapılanmalara yönelmesi gerekmektedir .
Ne var ki , artık ulusların kapitalist enternasyonel gibi güçlü bir küresel emperyal örgütün saldırılarına karşı kendini tek başına koruyabilmesi mümkün görünmemektedir .
Bu nedenle ,her ulus devlet kendisini güçlendirecek milli idari reformları yaptıktan sonra acilen komşu ulus devletler ile bir araya gelerek kendiliğinden bir dayanışma içerisinde bölgesel birliklere ve ittifaklara yönelmek durumundadır .Ancak bölgesel güç birliği ile hem ulusal yapılar hem de de ulus devletler korunabilecektir . Böylece ulus devletleri parçalayarak yürütülmek istenen kapitalist ve emperyalist küreselleşme programının yerini , ulus devletlerin bölgesel dayanışmalarıyla gerçekleştirilecek bir dayanışmacı küreselleşme süreci alternatif ve daha adil ve dengeli bir yol olarak alabilecektir .
Bu doğrultuda emperyalist küreselleşme yerine solidarist ya da dayanışmacı küreselleşme ulus devletlerin var olma ya da çıkış yolu olarak devreye girecektir .Böylesine adil,eşitlikçi ve dengeli bir alternatif yapılanma geleceğin dünyasını ulus devletlerin birlik ve kardeşlik dünyasına dönüştürecek böylece bir avuç aşırı zengin patronun kapitalist enternasyonel çatısı altında dünyayı sömürmelerini önleyebilecektir .
Ulus devletler bölgesel ve küresel anlamda varlıklarını korumak için dayanışmacı bir yapılanmaya yönelirken , kapitalist enternasyonelile en üst düzeyde mücadele edebilmek için yeni bir nasyonel enternasyonal kurmak zorundadırlar . Finans kapitalin dünya hegemonya düzeni merkezi örgütlenme olarak nasıl kapitalist enternasyonel biçiminde ortaya çıkıyorsa ,bütün ulus devletler de nasyonel yapılar olarak ,uluslar arası alanda kuracakları evrensel birlikteliği kapitalist enternasyonele karşı bir uluslar birliği ya da dayanışma örgütü biçiminde ama kesinlikle nasyonel enternasyonel olarak ortaya çıkmaları gerekmektedir . Kapitalist enternasyonelin dünya halklarının evrensel örgütlenmesi olan sosyalist enternasyoneli nasıl çökerttiği dikkate alınırsa , ulus devletlerin de küresel tekelci şirketlerin yarattığı finans kapitalin kapitalist enternasyoneline karşı etkili mücadele verebilmek ve varlıklarını koruyabilmek doğrultsunda kesinlikle bir nasyonel enternasyonel kurmaları zorunlu görünmektedir . Ulus devletler bu doğrultuda ya Birleşmiş milletlerin yapısını değiştirerek buuluslararası örgütü bir nasyonel enternasyonele dönüştürebilirler ya da bu doğrultuda tıpkı Sosyalist enternasyonel yapılanmasında olduğu gibi güçlü ulus devletlerin öncülüğünde uluslar arası bir yapılanmaya giderek kendilerini kurtarabilirler .
Eğer ulus devletler bu yolda başarılı olurlarsa ,kapitalist enternasyonelin dünya emperyal imparatorluğu projeleri devre dışı kalır ve onun yerini bütün ulus devletlerin biraya gelerek evrensel kardeşlik düzeni çerisinde beraberce ve ortak işbirliği düzeni içinde yaşayacakları bir dayanışmacı küreselleşmeyle gerçekleşecek, daha insancıl bir dünya düzeni alabilir . Böylesine bir dünya düzeninde insanlığın ortak mirası olabilecek bir Dünya Devleti ,gelinen uygarlık aşamasının ürünü olarak gerçekleştirilebilir .
Böylece küresel sermayenin dünya imparatorluğunu hedefleyen üçüncü dünya savaşı gibi tehlikelerin de ve yokolma senaryolarının daha etkili bir biçimde geçilebilir önüne geçilebilir . O zaman bugünün kapitalist enternasyoneline karşı ulus devletler daha fazla zaman yitirmeden , nasyonel enternasyonel örgütlenmesini çıkartabilmelidirler .