Basının ve sosyal medyanın tam kontrol altında olduğu, nitelikli ve konuya hakimiyetten uzak değerlendirmeler, ülkeyi çıkmaza doğru sürüklemeye devam ediyor. Geçmişte yaşananları ortaya koyup birlikte değerlendirildiğinde daha sağlıklı sonuçlar alınabilmektedir.
Suriye olaylarını asla kendi başına ve bağımsız olarak anlayamayız, konuyu anlayabilmemiz için, bölgede yaşanmış diğer örnekleriyle birlikte okunması gerekmektedir. Bölgenin kültürünü, davranış biçimlerini, dışsal etmenleri ve geçmişte yaşanan benzeri örnekleri bilmeden sağlıklı değerlendirmenin yapılabileceğini söyleyemeyiz.
Türkiye, Suriye’nin kuzey doğusuna düzenlemek istediği operasyon ABD tarafından engellenmiş! oldu. Türkiye’nin “Güvenli bölge” talebiyle durdurduğu operasyon için atılan manşetler, adeta bir zafer kazanıldığı yönündeydi. Ama meselenin arka yüzüne baktığımızda aslında pek de öyle olmadığını görebiliyoruz. Türkiye, Suriye’nin kuzey doğusunda oluşturmak istediği “Güvenli bölge”-“Uçuşa yasak bölge” aslında Türkiye’nin Bekasına değil, Kurulmak istenen “Akdeniz’e açılan Kürdistan” ın kolaylaştırılmasına hizmet etmektedir. Sykes-picot antlaşmasıyla sınırları Suriye ile birlikte çizilen Irak’ta yaşananlara bakmamız gerekmektedir. Yine eş başkanlığını Türkiye cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’ın üstlendiği Büyük Ortadoğu projesini dikkate almamız gerekir. BOP Ortadoğu’da bazı ülke sınırlarının değiştirilerek yeni konseptin oluşturulmasını içeriyordu. Suriye’den önce, Irakta son 25 yılda yaşanan gelişmelere bakalım.
Ayaklanma ve Saddam kendi halkını bombalıyor
Körfez Savaşı'nın hemen ardından yenilgiye uğrayan Irak'ta Sünni azınlık lideri Saddam Hüseyin yönetimi, 1 Mart'ta ülkenin güneyinde Şii, 5 Mart 1991'de de kuzeyde Kürt ayaklanmasıyla karşı karşıya kaldı. Saddam güçleri, Mart ayının sonlarında ayaklanmaları bastırdı.
Güneyde Şiilere uçuşa yasak bölge, kuzeyde Kürtlere güvenli bölgeler
Saddam’ın saldırıları sonucunda çoğunluğu Kürt yaklaşık 2 milyon Iraklı evlerini terk ederek Türkiye ve İran sınırlarına dayandı. 1991 tarihinde BMGK’de 688 sayılı kararla, Irak yönetiminin, kendi halkına karşı uyguladığı "soykırıma varan insanlık dışı yöntemleri" ve "yüzbinlerce kişinin göçe zorlanması" kınandı, bu çerçevede insani nedenlere dayanılarak kuzey ve güney Irak’ta “UÇUŞA YASAK BÖLGELER” oluşturuldu. Bu uçuşa yasak bölgelerin asıl amacı ortaya çıkan insani sorunlara Irak toprakları içinde bir çözüm sağlamaktı. Uçuşa yasak bölgelere ek olarak koalisyon güçleri Irak sınırlarının 100 km içine kadar Kürt sığınmacılar için GÜVENLİ BÖLGELER oluşturdu.
Kararla birlikte ABD ve müttefik kuvvetler Irak hava kuvvetlerinin, Irak topraklarının bu bölgeleri üzerinde uçuşunu yasaklıyordu.
Çekiç güç olarak bilinen koalisyon, Türkiye'de İncirlik ve Pirinçlikte konuşlanmış uluslararası (ABD, Britanya, Fransa ve Türkiye) hava gücü ve personelden oluşuyordu.
Kuzey Irak'taki batılı askeri varlık nedeniyle Irak güçleri 1991 yılının Ekim ayında bölgeden çekildiler. Irak güçlerinin çekilmesiyle bölge fiilen Bağdat'ın kontrolünden çıkmış oldu.
Türkiye’nin de dahil olduğu Çekiç güç “Uçuşa yasak bölge” döneminde, Saddam’a karşı mücadele eden ancak aralarında sorunlar bulunan iki farklı Kürt partisi KDP ve KYB bir araya getirilerek aralarındaki sorunlar çözüldü. Askeri güçler eğitildi, modern silahlarla donatıldı. Kürt partileri uçuşa yasak bölgelerde kara güvenliğini sağladı, bölgeye tam hakim oldu. Zamanla bölgede otorite boşluğunu doldurarak, devlet hizmetlerini sunmaya başladı. Güvenli bölgeye “danışmanlar” ve “sivil toplum kuruluşları” akın etti, eksik kalan hizmetleri doldurmaya çalıştılar. Bölgede parlamento oluşturuldu, demokratik usullerle seçimler yapıldı. 12 yıllık süre içerisinde Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimi kendi kendini yönetebilecek olgunluğa erişti. Uçuşa yasak bölge uygulaması ABD’nin Irak’a savaş ilan ettiği ve Irak ordusunun dağıtıldığı 2003 yılına kadar devam etti. Savaş sonrasında Irak anayasasında yapılan değişiklikle devlet federal bir yapıya kavuşturularak bağımsızlığın önünü açıldı.
Ayaklanma ve Esat kendi halkını bombalıyor
26 Ocak 2011 tarihinde Dera kentinde protesto gösterileri başladı. Irak’ın aksine Suriye’de Nusayri azınlık lideri Esad ailesi iktidardaydı. Uzun zamandan bu yana Nusayri yönetimine karşı mücadele eden çoğunluktaki sünni Müslüman kardeşler örgütü, protesto gösterilerini destekleyerek Suriye’nin tamamına yayılmasını sağladı.
Amerika ve batının “Esat’ın kimyasal silah kullandığı” gerekçesiyle kınadığı ve göstericilere destek açıklamasının ardından, Suriye ordusundan kopmalar yaşandı. Daha sonra “Özgür Suriye ordusu” ismini alan bu yapı, Türkiye ve Amerika’nın desteğini alarak profesyonel bir yapıya dönüştürüldü. Suriye rejim güçlerinin geriletildiği bir dönemde Rusya ve İran rejime destek vererek rejimin kaybettiği toprakları yeniden kazanması için büyük saldırılar başlattı.
Bu saldırılar üzerine Suriye nüfusunun yaklaşık yarısından fazlası yerlerinden oldu ve Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak sınırına dayandılar. Türkiye önce “açık kapı” ilkesini benimseyerek sınırda bekleyen yaklaşık 3 milyon mülteciyi Türkiye’ye kabul etti, sonra kontrollü geçiş ve nihayetinde “ortaya çıkan insani sorunlara Suriye toprakları içinde bir çözüm sağlamak” amacıyla sınıra yakın bölgelerde kamplar oluşturuldu. Suriye genelinde rejim güçleriyle muhalifler çatışırken ortaya çıkan İŞİD terör örgütüyle mücadele PYD’nin silahlı kolu YPG’ye düşmüştü. ABD’nin silahlandırarak desteklediği YPG, dünya için “tehdit” olan bu örgütü Suriye topraklarından yenilgiye uğratarak kontrolündeki tüm toprakları geri aldı.
Türkiye YPG’nin elinde bulunan bazı bölgelere girerek kontrolü ele geçirdi. ABD ve bazı batılı ülkelerin destek verdiği YPG’nin kendisi için beka sorunu oluşturduğunu ileri sürerek Suriye’nin kuzey doğusuna operasyon yapacağını açıkladı. ABD ile yapılan görüşmeler sonrasında bir anlaşmaya varıldığı açıklandı ancak anlaşmanın içeriği kamuoyuyla paylaşılmadı.
Güneyde İdlip’te, “Çatışmasızlık bölgesi,” kuzeyde Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde “Güvenli bölgeler”
Sızan bilgilere göre derinliği 18 km olan bir “GÜVENLİ BÖLGE” ve “UÇUŞA YASAK BÖLGE” konusunda anlaşmaya varıldığı belirtiliyor. Bu bölgeye yerleşim alanları dahil değil. Bu bir anlamda oradaki yerel yönetimin uluslararası koalisyonun garantisi altına alınması anlamına gelmektedir. Türkiye YPG güçlerinin güvenli bölge dışına çıkartılmasını istiyor. Burada sorulacak soru şu olmalı; Bu bölgede kontrolü hangi yerel güç sağlayacak?
Soruya verilecek cevap muhtemelen YPG’nin öne sürdüğü gibi “yerel meclise bağlı askeri güçler” olabilir yönünde ancak Suriye kuzeyinde YPG’nin rakibi diğer muhalif Kürt oluşumu ENKS’ye bağlı “ROJ PEŞMERGELERİ”nin olması da ihtimal dahilinde olacaktır. Bu dönemde ENKS ile TEV-DEM arasında sorunlar çözülerek birlikte hareket etmesi ve silahlı güçlerin birleştirilerek tek çatı altında hareket etmesi sağlanmak istenebilir.
Güvenli bölgede Suriye uçakları dahil müttefikler dışında başka bir uçak uçamayacak ise bölgedeki yapı güvenli bir şekilde gelişimini sağlayacaktır. Güvenli bölge anlaşmasının belli bir süresi olacaktır, bu süre sona erdiğinde ise müttefik güçler dışındaki güçler bölgeyi terk etmek zorunda kalacaktır. Bu süre içerisinde yine Irak’taki yapıya benzer bir oluşum gelişim sürecini tamamlamış olacaktır.
Suriye rejim güçleri ve Rus güçlerinin İdlib’e düzenleyecekleri operasyon, milyonlarca insanın Türkiye sınırına yığılması, belki de sınırı aşarak Türkiye’ye geçmesine neden olabilecektir. Bu durumda da Türkiye yeni bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya kalacaktır.
Türkiye’nin Suriye politikalarını yeniden gözden geçirmesi, “Düşman Kürt” yanlışından dönerek daha reel ve uygulanabilir politikalar dönmesi gerekmektedir.