NOHUT

Çidem Ayözger Ergüvenç

Nohut kurak ve yarı kurak iklimlerde rahatça yetişir. Mercimekten sonra sıcağa ve susuzluğa en dayanıklı baklagillerdir. İyi huyluluğu yüzünden dünyanın birçok yerinde kullanılabilen bir gıda ürünüdür. Nohuttan etli, tavuklu, kıymalı ya da sade yemekler yapabilmemiz yanı sıra humus da pek sevilen bir nohutlu mezedir. Haşlanmış tavuk ile nohutlu pilav mutfağımızın bir klasiğidir. Birinci tercihim olmasa da bütün baklagiller gibi nohudu da severim. Ne var ki kendisi ile ilgili birkaç nahoş anım vardır.

Yeni evlendiğimiz günlerde, sohbet sırasında lâf yemeklere gelince eşim annesinin nohudun zarlarını ayıklayarak pişirdiğini söyledi. Bizde böyle pişmez ama damak zevkine uysun diye haşladıktan sonra zarlarını ayıklayıp öyle pişirmeğe başladım. Aradan üç dört yıl geçti; artık oğlumuz yuvada, ben çalışıyorum, eşim işinde gücünde, kayınvalidem İstanbul’dan ziyaretimize geldi. Sabah hepimiz bir yana dağılıyoruz, ben kadıncağız sıkılmasın diye öğlenleri eve geliyorum ve bu arada akşam yemeği için bazı hazırlıklarımıda yapıyorum. Bir gün akşamdan ıslattığım nohudu haşladım, kevgire boşaltıp tepsi içinde kucağıma aldım. Hem laflıyoruz, bir yandan da ben nohutların zarını ayıklıyorum. Kayınvalidem ne yaptığımı sordu, ben de kendisine eşimin yeni evliyken bana söylediğini anlatıp o nedenle zarlarını ayıkladığımı açıkladım. Hayretler içinde yüzüme bakıp, bugüne kadar asla böyle bir şey yapmadığını, benim de canıma eziyet etmekten vaz geçmemi söyledi; akşam sofrada hep birlikte buluştuğumuzda da tatlı sert oğlunu azarladı.Zaten eşim bana söylediğini çoktan unutmuş ve nohutların zarlı mı zarsız mı olduğuna da asla dikkat etmemişti.

Nohutla ilgili daha da acıklı bir anım var. Ramazan ayındayız. Artık çoktandır zarını ayıklamadığım nohutlarla yemek, yanına pilâv yaptım; turşu çıkardım. Ramazanda ailece pide yemeği pek severiz; o günlerde şimdiki gibi, ıstakoz kadar olmasa da yine lüks tüketim gıdalarından sayılmadığı için iki tane de pide aldım.

Eşim eve gelirken canı şarküteri ürünleri çekmiş, muzır gıda sayılacak ne varsa almış; yanına da iki pide eklemiş. Eve geldi, kuşkusuz üçümüz de eşimin aldıklarına yumulduk, pidelerin çoğu bitti. Yenildi, içildi, küçük ve daha büyük bey sofradan kalktı; ben ortalığı toparlayacağım. Bir kaşık nohut ve pilâv alsam dedim. Artan pideden bir parça alıp turşu ile yedim. Kesmedi, biraz daha aldım. Azar azar yemeklerin çoğunu bitirmiş ancak ertesi gün yardımcımıza kalacak kadar bir parça geri kalmıştı.

Biraz abarttığımı kabul ettim ama neyse ki hiçbir sıkıntımyoktu. Ama ne zaman ki oturma odamıza geçip, susuzluktan ölmek üzere olma duygusuyla iki dolu bardak su içtim..işte o zaman sanki dünyam karardı. Başıma sanırsınız kor ateşte ısıtılmış bir kapak geçmiş, tepem yanıyor. Karnım neredeyse çatlayacak; nefes almakta zorlanıyorum. Eşime beni acile götürmesini, yoksa benim kilomda bir insanın fazla yemekten öldüğüne kimseyi inandıramayacağını söyledim. O günlerde boyum bir altmış beş, kilom kırk altı, kırk yedi.

Hastaneye gitmeden önce sırtıma ve karnıma masaj yaparken evde dolaşmamızı önerdi, rahatlarsam hastanelik olmazdım diye düşünüp hemen kabul ettim. Ben önde o arkada, tuhaf bir ikili olarak dolaşırken, koptu gitti dayanılabilecek kadar ısıtmış olduğu ütüyle geri döndü. Tabii bu kez manzara daha da komikleşti ama ikimizde de bunu algılayacak durum yok. Biraz da öyle dolaştıktan sonra yorgun düştük, yatmayı denedim. Eşim evdeki bütün yastıkları arkama dayadı, sıcak ütüyü verdi; ben oturarak, o yatarak uyumaya çalıştık. Ben daldığımda saat sabahın altısıydı ve ben kendimi oturarak uyanmış buldum. O gün bugündür ne zaman benden önce yemekten kalksa, belki doymuşsundur, lütfen bir sigara yak, bittiğinde hâlâ açsan, o zaman yemeğe devam et diye rica eder. Evlendikten sonra, bir çimento torbası kadar ağır olamadı diye elli küsur yıldır bana takılmayı seven eşim nohuttan böyle korkmuştu.

Bir doktor arkadaşımıza serüvenimizi anlattığımda, işte yedi, yedi çatladı dedikleri budur. Kafana geçen kızgın tas beyin kanaması geçirmek üzere olduğunun bir işaretiydi, ucuz atlatmışsın dedi. Her şeyin fazlası zararlı tamam, gereksiz fazla iştah da insanın başına genellikle dert açabiliyor ben bu durumu deneyimle öğrendim.

İllâ ve lâkin her şeyin fazlası zararlı olur da sağlığın fazlası zararlı olur mu? Valla sanırım olmaz ama insanlar bu durumu kazanılmış hak, kendilerinin asla vazgeçilmezleri olarak görürlerse sağlığın fazlasının değil ama bu özgüvenin öyle zararları dokuna bilir ki.

Baklagillerle söze girdik, onlarla bitireyim. Kuru fasulyeye bayılırım, etsiz ve kıymasız olmak koşuluyla, illâki beyaz pirinç pilavı, olmadı şehriyeli pirinç pilavı, mutlaka turşu ve olmazsa olmazı beyaz taze ekmeğin kumrusu, yani baş kısmı. Bayılırım. Fasulye Türk sofrasının baş tacıdır, eskiden fakir fukaranın nimetiydi, şimdi ulaşılmazı oldu. Ne var ki hiç kimse yanılıp kendini fasulye gibi nimetten saymasın sonra burun üstü düşer. Hep birlikte gördük; üzülenler oldu neyse kisevinenler çoğunlukta. Gün olur devran döner, ayak muamelesi görenler baş olur, baş olduklarını sananlar ayağa düşer.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.