Oldukça gergin günler yaşıyoruz. Oğlumla olan anılarımın bir kısmını sizlerle paylaşırsam belki biraz olsun gülümsemenize bir katkım olur diye umut ettim.
Oğlumun küçüklüğünü anlattığım kitaplarım, sunumlarım, köşe yazılarım olmuştur. Şimdi farklı bir pencereden bu konuyu irdeleyeceğim.
Bir buçuk, iki yaşlarında, akşam hazırlıklarını yapıp yatırdım. Rahat uyuyor mu diye bakmak için odasına girdiğimde bir de ne göreyim. Uyku tulumunu açmış, bezini çıkarmış, poposu açık, yüzüstü mışıl mışıl uyuyor, biraz ötesinde kahverengi bir huni, kakasını yapmış!
Yine aynı yaşlarda öğle uykusuna yatırdım. Çocuk yatağı; o zamanki modaya göre etrafı ahşap parmaklıklarla çevrili, parmaklıklar da yatağın üstünü çepeçevre dolaşan yine ahşap bir korkuluğa sabitlenmiş. Az sonra odasından haldır huldur bir ses gelmeğe başlamasıyla birlikte oğlum katılırcasına gülmeye başladı. Hemen odasına koştum; yatağını deli gibi sarsması yüzünden o tuhaf sesler çıkıyormuş. Bir baktım ki parmaklıklar korkuluktan kurtulmuş, dev adamın parmakları gibi havaya yönelmiş. Özetle yatak darmaduman. Sallaya sallaya yatağı dağıtmış.
Aynı yıl, benim doğum günüm; ailem, bir, iki arkadaşım gelecekler; hazırlığımı yaptım, konuklarımı bekliyorum. İlk önce teyzem geldi, odasına gidip uyandı mı diye bakmak üzere içeri girer girmez çığlığı bastı, bir yandan da “Aman oğlum sakın bana sarılma” diye naralar atıyor. Bir gittim ki Kaan yine altını çıkarmış ama bu sefer işi ilerletip kakasını parmakları arasında sıkmış, üstünde yürümüş; her tarafı ve bütün yatak kaka içinde. Acele kendi üstünü değiştirirsin, alırsın veledi, sokarsın banyoya baştan aşağı yıkarsın. Artık yatağının temizliğini de yardımcım yapsın!
Oturağını salonun ortasına taşıtır, kakasını yaptıktan sonra alelacele fırlar koltuklardan birine oturur, Cengiz’in ağzından bana seslenir, “Çiğdemcim koltua otuğuyo”. Nasıl yetişip temizliğini yaptığımı anlatamam.
Manava gittik, ben onu bunu seçerken kaşla göz arasında bir karpuzu güçlükle kucaklayıp, “anne bop bu” diyerek yere attı, top demek istiyor; karpuz patladı. Satın almak istedim, eski müşterisi olduğum için manav kabul etmedi.
On üç, on dört aylık pusetle Ankara’nın Kuğulu Parkına götürdüm. Dönüşte Tuna Hilmi Caddesi üzerinden evimize yönelmişken birden gülme tuttu; öyle gülüyor ki neredeyse katılacak. Neye güldüğünü soruyorum, daha konuşmağa başlamadığı için yanıtlayamıyor, ayrıca mimiklerle falan da herhangi bir açıklama telâşında değil. Eve geldik tam pusetinden çıkaracağım eliyle ayağını gösterdi; tek pabucu düşmüş, meğer ona gülüyormuş. Acele Tunalı Hilmi’ye geri döndüm; kaldırımda baka baka ilerlerken ilk gülmeye başladığı yerde pabucunu buldum.
Beş, altı yaşlarında, berbere gittik, sıramı bekliyoruz. Birden kapıdan ayağında küçücük topuklu pabuçlar, elinde minyatür bir çanta, gayet şık, bakımlı bir hanım geldi. Kendisi de minyatür, çünkü cüce. Oğlum yerinden fırladı, akranı zannetmiş; kadının boynuna atladı, “İşte geldiii, arkadaşım geldiii” diye sarılmaya çalışıyor.
İlkokula başladı, ilk bir iki gün mutlulukla giderken sonra bıktı. Aynı günlerde teyzem emekli olmuştu. Bir sabah baktım evde emekleyerek dolaşıyor; kalkmasını söyleyince “Mazez (teyzem) emekli oldu evde oturuyor. Ben de emekliyorum, o halde emekli oldum, artık okul yok” dedi.
Babaannesi Ankara’ya geldi, bizde kalıyor. Kaan’a okula gitmezse o günlerdeki tabirle ancak kapıcı olabileceğini söylemiş, henüz apartman görevlisi tabiri kullanılmıyor. Sabah kalktı, küçük soğan sepetini boşaltıp koluna taktı, “bir ehteyacınız var mı?” diye kapıcımız gibi konuşarak apartmanı dolaşmağa başladı. Apartman görevlisi olmayı kabullenmişti. Pazara gittik yine babaanne öğütlerinden esinlenip bütün küfecileri göstererek “babaannelerini dinlemeyip okula gitmemişler; işte hamal olmuşlar” diyerek beni rezil etti.
Her anne gibi ben de oğluma yabancılarla konuşup onlar kendisini bir yere götürmeğe kalkarsa asla gitmemesini anımsatıp duruyorum. Altı yedi yaşlarında; bir gün dolmuşa bindik, önde oturuyoruz. Oğlum fıkır fıkır, ha bire arkasına bakıyor, gülümsüyor, önüne dönüyor. Sonra dayanamadı, “Anne arkamızdaki adam bana bir şeyler söylüyor, pek temiz yüzlü hem de subay, cevap verebilir miyim?” demez mi?
Yine aynı yaşlarda, banyo yapıyorum, sizinki kapının önüne gelmiş, “Anne göremiyorum” diye ağlıyor; gözüne bir şey oldu korkusuyla sabunlar içinde, sırılsıklam kapıyı açtım, bohça gibi içeri düştü. Meğer anahtar deliğinden içeri bakmaya çalışıp anahtar dik kaldığı için bir şey göremiyormuş.
Anlamasını istemediğimiz şeyleri aramızda İngilizce konuşarak ifade ederdik. Bir gün biz yine İngilizce konuşurken yanımıza geldi, “Tokşişinay ay may tokiş” gibi anlamsız şeyler söyledikten sonra, “İşte ben de artık sizin gibi konuşmaya başladım.” dedi…