Efendim bir toplum düşünün ki onun içinde sayıca en fazla olan unsurun milliyetçiliği veya o unsura dair milliyetçilik her alanda rahatsızlık sebebi olsun. Ama mesele bu değil. Mesele bir haber etrafında gelişen tepkiler. Olayın mekanı bir üniversite olduğu için doğrudan o kurumu itham etmeden ve onlardan bağımsız olarak ama genel bir rahatsızlık halini almış gelişmelere de değinmek gerek diye düşündüm. İşin ucunda beli vakıflardan özellikle seçilip sıralamalarda kaydırılan, FETÖ muadili vakıf cemaat ve tarikatlardan özellikle selefi kökenli tiplerin yerleştirilmesinden ilahiyata bile bu tiplerin özellikle yerleştirildiği hatta bu yüzden Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK ve Prof. Dr. Caner TASLAMAN gibi aydın zihinlerin ciddi rahatsızlık doğurduğu ve bu sebeple elendiği iddiaları demiyorum hakikatlerinin olduğuna, okuyan çalışan ve araştıran değil biatçı teröristlerin seçildiği meselesine bizzat şahit olanlardan olduğum halde hatta bu bağlamda dönüştürülemeyeceğim endişesinden dolayı Süleymancı dekanının çelmesi ve tecavüzcü başka bir vakıfa mensup dönemin rektör yardımcısının şutu ile araştırma görevliliğine alınmamışlığım vaki olduğu halde bu konuya girmeyeceğim. Meselenin cahiliyyeden bize serpen teolojik sapkınlığı üzerinde duracağım.
İbrahim soyundan olduğu halde o çizgiden çıkıp Yahudileşmiş İsrail uleması ve nasara ulemasının İslam’a soktuğu iddia edilen Kur’anın halık mı mahluk mu olduğu meselesi yine Necid çöllerinde İslam öncesine dönüp eski imtiyazlarını tahkim etmek isteyen “talaka” zümreler için putçuluğa açılan her kapı mubah olduğu gibi bu da mubahtı. Putlaştırılan her şey gibi kitabın da içi boşaltıldı. Arapça kutsandı, Arapça bilmeyen kimse Kur’an üzerine konuşamaz olduğu gibi düşünmesi de yasaklandı. Ardından aşırı yorumlar ve yine paganizmin vazgeçilmezi olan rakamcılık ebcedçilik ile Hurufilik ve Batıniliğin temelleri atılınca ümmet ile vahiy arasına uydurulmuş dinler ve şeyh, dede, hoca, molla, mehdi, mesih, kutup, seyda, sultan, vekil gibi kisvelerle yalancı peygamberler veya tanrısallaştırılmış varlıklar sokuldu.
Böylelikle Adem’i vurunca içinden “tın tın” ses çıkaran bir heykele indirgeyip insanlığın içini boşaltan İbrahimî ekseninden kopmuş ve Yahudilikle yörüngesinden fırlamış İbranilik, en sonunda akla ve muhakemeye hitap eden son kitabı tahrif edemese de araya soktuğu muharref tezviratla dolu rivayetlerle ve uydurulmuş dinlerle amacına ulaşmış oldu. Bir tarafta hadisçilik ve sünnetçilikle vahyin önüne geçirilen Peygamberlik makamı tanrılaştırılırken (Hindistan’daki İngilizlerin mühendislik oyununda olduğu gibi) bir tarafta sözde vahye ve Kur’ana döndüğü iddia edilen sapkın Kur’aniyyun, selefilik, vahhabilik gibi fırka ve mezheplerle akıl ile kitap arasındaki makas açıldıkça açılıyordu.
Bu durum Arap olmayan unsurlara karşı da bir tahakküm aracı olarak kullanıldı ve kullanılmaya da devam ediyor. Kısacası, nasıl istihdam anlayışı olduğunu bilmediğimiz o akademik mekanda da bu tarz bir oluşum, kadim Arap emperyalizmini din belleyen legal görünümlü malum yapıların zihniyetlerinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir mi? Takdiri Kur’anı ve dini atalarından değil kendisi irdeleyebilen “akıl sahipleri”ne bırakıyorum.
Ama önceki kutsal kitapların dillerinin farklılığı ve sadece indiği kavmin elçisinin diline göre inmesi bunun da tarihsel anlamda mesajın ilk alıcısı olanların dilinde inmesi gösterir ki mesajın yaratılan insanın yaratılan dilinde indirildiğini ve dillerin tarihsel olarak farklı olmasının ise herhangi bir elçi falan eşçiden bunu kopyaladı iddialarının önüne geçilsin. Bunu anlamak için Amerikay’ı keşfetmeye gerek yok sadece inandığımızı iddia ettiğimiz kitaba kulak vermek mümkün:
“Muhakkak biliyoruz ki kâfirler: "Kur'ân'ı Muhammed'e bir insan öğretiyor" diyorlar. Peygambere öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur'ân ise apaçık bir Arapçadır.”(16/103)