Kimisi aristokratlığına helal getirmemek adına tatlı sert bir ciddiyet pozu vermeye çalışırken, kimisi çalışkanlığına ve adilliğine ve daha bilmem neliğine dair bir mesaj vermek için uygun isimde bir kitabı aksesuar olarak kullanır sol göğsünün üstünde.
On dokuzuncu yüzyılın bu aydınımsı hallerini ben doksanlı yılların sonunda ya da iki binli yılların başında Herry Potter çılgınlığının geçkin bir hanımefendinin kucağında Konya zafer meydanında sol göğüsten kitabın adı görünecek şekilde vücut bulduğu anı hatırlarken siz de bunu günümüzde marjinalliği pedofilinin tasvirini sapıkça duygularıyla yapan kenarın züppelerinde görebilirsiniz.
Ucuz aşk terennümleriyle ve gitarlı pozlarıyla sosyal medyada vücut bulup orada kadınlar/kadın yazarlardan başka kimsenin arkadaşlığını kabul etmeyen, üniversiteden falanca locanın inayetiyle öğretim görevliliği kapan tipleri de siz yukarıda anlattığımız tiplere dahil edebilirsiniz.
Böylesi bir tipin dinci kesimde karşılığı ise loca yerine falan vakıf ya da cemaatte yeşermiş tiplerdir. Hani şu ihsanı şahaneye erme şerefiyle para aktarılan mahfillerde yuvalananlar.
Ve bunların inayeti -beş on sene öncesine kadar bunun adı “himmet”ti- ile son model aracına geçip sigarasıyla birlikte arabesk tüttürürken Mevlana-Şems ticaretinden dolayı müşterilerine bu mütevazi haliyle teşekkür eden tiptir. Ömründe Efruz/Bihruz beyleri tanıyacak kadar edebiyata vakıf olanlar ve Burhan Altıntopları bu bağlamda analiz edenler ne demek istediğimizi anlayacaktır.
Her ne kadar Ahmet Haşim şiiri bir anlamda güzel yalan söyleme olarak tarif etse de onun bu ifadeden kast ettiği gerçeğin karşısında hayalin anlatılabilmesiydi. Bu yüzden kendi gerçeklerine samimice inanan bir şairin gözlerinde siz yalanın, riyanın pasını göremezsiniz.
Ben Nurduran Duman’ı şiirlerinden değil, yukarıda anlattığım “duruş” metaforu üzerinden tanıdım. Uzun süredir sosyal medyamda bağlantım olan bu şairi bir yazısının paylaştığı sütun üzerindeki resmi üzerinden tanıdım.
Evet, o fotoğraf için poz vermiş, yapay bir duruş da sergilemiş olabilir. Ama o portre fotoğraftaki bakışı abartısız söylüyorum en az bir yıl dönüp dönüp inceledim.
İster göklerden dizeler halinde geçen ilham kodlarının karşılığını yüreğine okuduğunu düşünün, ister öteye, bilinmeze kanat çırpan bir Anka’nın bakışı deyin, bu fotoğrafta fotoğrafsı, pozsu, duruşlu muruşlu olmayan, yanı planı yapılmayan bir bakışı sezdim.
Ben onun şiirlerini gözlerinde gördüm. Görmeyi bilenler de zaten okyanusun öbür yakasında seyre dalmışlar onu. Belçika’da Çin’de ve Fransızcada dolaşan mısralarına bu sahibini tanımak için ölüp edebiyat tarihlerine geçmesini bekleyeceğiz?
Bu yazıyı yazarken sizi onun bende kalan birkaç mısrası ile buluşturup, şiiri üzerine duygularımı paylaşmayı düşünüyordum. Ama durumun sorumlusu o göksel gözler ve tanrısal bakıştır. Suç bende değil. Aldı beni buraya getirdi.