İsviçre merkezli yatırım bankası UBS ve çokuluslu danışmanlık şirketi Pricewaterhouse Coopers (PwC) “2020 Servet Raporu’nu yayınladı. Buna göre Temmuz 2020’nin sonunda dünyanın en zengin yaklaşık 2 bin 200 kişisinin serveti 10,2 trilyon dolara ulaşarak rekor kırdı. (Dünya Gazetesi)
Dünyanın en zenginleri servetine servet kattıkça dünyanın geri kalanı benzer oranda yoksullaşmaya gidiyor. Açlıktan kırılan Afrika, açlık sınırının altında yaşam süren Ortadoğu halkları yer altı kaynakları sömürülürken sessizliğin çığlıklarıyla yoksullaştıkça yoksullaşıyor.
Saatte 108 bin km hızla dönen bu yuvarlağın düzeni böyle işliyor.
Teknolojinin gelişmesiyle, küreselleşme serüveniyle bunlar daha da şeffaf hale geliyor.
Belgesel izliyorsunuzdur muhakkak dembedem…
Aç kurtların, vahşi sırtlanların, gözü dönmüş kedilerin, ağzından kan damlayan kaplanların bulunduğu doğada ürkek bakışlı nazenin ceylanlar, antiloplar, geyikler vs. yaşar. Sürekli bir tehlikenin altında hayatlarını sürdürmeye devam ederler.
Binlerce antilopun nehirden geçerken pusmuş bir timsahın ağzına adım atmayacağının garantisi yoktur ancak tüm antiloplar nehrin karşısında daha iyi bir otlağa kavuşacaklardır ve mayın tarlasından geçer gibi katil timsahların arasından geçmeye mecburdurlar. Ancak bu riskin sonunda varlık yokluk mücadelesi verecekler ve onurlu bir yaşamın bedelini ödeyecekler.
Burada bir yaşam döngüsü bulunur. Bu döngü bir zincirin halkaları gibi birbirini bağlar.
İnsanların hayatları ile belgeselden dembedem hayretlere boğulduğumuz hayvanların acımasız yaşantıları arasında müthiş benzerlikler vardır.
İnsanlar vahşi hayvanların birbirini yemesi gibi yemez ama onun öz kaynaklarını elinden çalarak onu yoksulluğa sürükleyerek kendi zenginliğini inşa eder.
Devletler hukuk mekanizmalarıyla insan-insan, devlet-insan, devlet-devlet arasında yaşanabilecek vandallıkları engellemekle yükümlüdür.
Aynı zamanda devletler vatandaşları arasındaki ekonomik ve statüsel farkları dengelemek durumundadır.
Sağlıklı bir devlet yapısı orta gelir grubundaki insanların sayısı yukarı yönlü seyrederken çok zenginlerle çok yoksulların hiç olmadığı ya da çok az olduğu bir sistemi idealize eder.
Çünkü üretim ekonomisini benimsemiş devlet sistematizasyonu rutin-durağan seyreden çalışma anlayışını aksiyona dayalı risk tandanslı ve kazanç esaslı hale getirdiği oranda sağlıklılık argümantasyonuna kavuşabilir.
Kırılganlığın ve risk oranının düştüğü, aksiyonun tükendiği, hukukun terazisinin devrildiği toplumlarda insanlar güvenli liman ararlar. Bu tür ortamlarda sermaye güvenli olmayan yerleri terk eder; güvenilir ve demokratik yerleri tercih eder.
İnsanlar neden devlete sırt dayamak ister?
Çünkü risk alarak aksiyon peşinde koşarak kazanacağının garantisi yoktur. Devlet sermayeyi ürkütür, sermaye kırılgandır, ürkektir, demoklesin kılıcı sermayenin tepesinde salınmaktadır.
Oysa devlette rutin-stabil bir emeğin sonunda ömür boyu (sabit maaş+prim) garantisi mevcuttur.
Devletin belli kuralları vardır ve o kuralların esnetilmesi halinde prim, teşvik söz konusu olur. Ancak özel sektör bu anlamda devletin önüne geçemiyorsa ve devletin standartlarının altında şartlar sağlıyorsa haliyle devlet kadrolarına dönük isteklilik oranı artar.
Şu anda özel sektör artık mecburen katlanılan hemen herkesin devlet kadrolarına hücum ettiği sağlıksız bir algoritma oluşturuyor.
Oysa özel sektörü desteklemek, özel sektörün çalışanlarına yönelik özlük hakları düzenlemesi yapılmalıdır. Devlette çalışmaya bu derecede rağbetin olması sağlıksız bir ekonominin gelişmesine yol açar.
Türk-İş’in Eylül 2020’de yayınladığı dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarını 2447 TL olarak açıkladı. Bundan dolayı açlık sınırı 2448 TL olarak ilan edildi. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı ise 7973 TL olarak ilan edildi.
Türkiye’de özel sektör 7974 TL maaş verir mi?
Sağlıklı ekonomileri incelediğinizde özel sektörün ana taşıyıcı olduğunu görürsünüz. Devlet memuriyeti gereksizdir, demiyorum. Tabi ki onu da birileri yapmalıdır ancak özel sektörün kaçış güzergahına dönüşmesi özel sektördeki niteliğin zamanla bitmesine yol açar.
Yıl 2018. Tanıdık otel sahibiyle oturuyorum. Bir işsiz geldi. Ona otel sahibi arkadaşım dedi ki şartlar şunlar şunlar şunlar…
İş şef garsonluk, 12 saat ful çalışma, otelde düğün olduğunda öğlen 1’den gece 1’e kadar çalışılacak. Bunda esneme de olabilir. En ufak bir hatayı kabul etmiyorum, yemekler süper olacak falan filan…
İş arayan dedi ki peki maaş?
1000 TL…
Şaka değil bin lira…
Otel sahibi arkadaş dert yanıyor, ya bu memlekette kaliteli bir usta başı bulamıyorum.
Ben dedim ki bin liraya kaliteli bir şef garson arıyorsun öyle mi? Zor bulursun.
Neymiş kaliteli şef garsonlar Antalyalara gidiyormuş. Gider tabii, Fransa’ya da gider Amerika’ya da. Para nerdeyse insanlar oraya gider.
Kalite istiyorsan başta iyi birini bulup paraya da kıyacaksın. Adam maddi zorluklarla boğuşurken senin işinde 12 saatten fazla nasıl kaliteli çalışacak?
Gerekirse müşteriye yansıtacağın ücreti arttırırsın ancak çalışanı memnun edersin. Sürdürülebilir kaliteye o zaman ulaşırsın.
Yoksullaşmanın kökenleri özel sektörün boğulmasıyla büyür ve kronikleşir.
Devletçilik, özel sektörün ayakları üzerinde duruncaya kadar devlet eliyle sektörlerin canlandırılması şeklinde gelişir.
Özel sektör geliştikçe devlet kendini o alandan çeker ve çalışma koşullarını ortaya koyduktan sonra çalışanların özlük haklarını düzenleyerek sıkı bir şekilde denetler.
Türkiye’de özel sektör belli alanlarda büyüdü, gelişti. Özlük hakları konusunda güzel gelişmeler sağlandı. Ancak eğitimde bu kaliteyi göremedik, göremiyoruz.
Özel okullar, tam ve sıkı denetim olanaklarıyla denetlenmiyor.
Kast ettiğim denetim vergi, vs. değil.
Öncelikle özel okullarda denetime geçmeden önce özel okul çalışanlarının çalışma kuralları ve özlük hakları düzeltilmeli. Asgari ücret üzerinden sigorta ayıbına son verilmeli ve maaşları devlet kadrolarıyla eşitlenmeli ve devlette sistemin aynısı özel okullarda sağlanmalıdır.
Maddi olarak sorun çözüldükten sonra kaliteye odaklanılmalı ve kalitenin olanakları üzerinden sorgulamalar yapılarak olması gereken eğitim öğretim anlayışı oluşturulmalıdır.
Maddi zorluklarla pençeleşen kişilerden kaliteli iş bekleme yanlışından vazgeçmeliyiz.
Aşırı zenginlerle aşırı yoksulların çoğunlukta olduğu toplumların mutlu olması beklenemez. Mutlu olmanın kuralı orta gelir grubunu arttırmaktır. Tabi orta gelir tuzağına da düşmeden…
Tüm bunlar ne için?
Belki de onurlu bir yaşamın mücadelesini verenler bu hayatta daha iyi bir otlağa, daha iyi bir yaşama ereceklerdir.
Katil timsahların, ağzından kan damlayan vahşi
kedilerin varlığına rağmen…
facebook.com/thebestbozk
linkedin.com/bestami-bozkurt
BESTAMİ BOZKURT