Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok sık hatırlattığı Necip Fazıl'a ait Sakarya Türküsü' ndeki "Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" dizesini bugün yazımın başlığına taşıdım…
Çünkü:
Bu sabah güne, tarihi konut kampanyası ile başladık. Emlak sektörünün önde gelen kuruluş ve şirketlerini bir araya getiren Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, yeni konut kampanyasının detaylarını açıkladı.
Ve, 100 bin konutu kapsayan kampanyada, fiyatlar yüzde 10 indirilmekle kalmayıp peşinat yüzde 10’a, vade 120 aya ve faiz oranları da 0.98’e çekildi.
Aslında bu kampanya hiç konut sahibi olmayanlar için bir fırsat ve iyi bir yatırım. Ama ekonomiyi canlandırmak için sürdürülebilir bir çözüm ve enstrüman değil.
Kaldı ki, bu duruma gelinmesinin sebepleri arasında paranın üretin sektörüne değil de, betona ve inşaata yatırımdan kaynaklanan bir sıkıntı yaşadığımız bugünlerde, bunun çözüm modeli olması ve böyle bir beklenti yaratılması ne kadar doğru olur?
Ekonomist değilim. Ama bu ülkede yaşayan biri olarak basit bazı veriler paylaşacağım...
Türkiye’nin mevcut dış borcu 479 milyar dolar. Çok büyük bölümü taşa toprağa betona gitmiş durumda. Oysa bunlar yatırıma, üretime dönük yatırıma gitmiş olsaydı; 10-15 yılda mutlaka ve mutlaka bir şekilde ürüne dönerdi. En kötü yatırım ve yatırımcı bile bugün bir şeyler üretirdi. Elde bir ürün olurdu.
Ama biz tüm yumurtaları tek sepete koyduk. Çoğu ilköğretim mezunu, adına müteahhit ve inşaatçı dediğimiz sözde zenginleri yarattık. O zenginler ki, binalarının üstüne helikopter pisti kurdu, aşkları ve özel hayatlarıyla gündemimize magazin malzemesi olmaları yetmezmiş gibi, bir de ‘konkordato ‘ ve iflas ‘tehdit’ leriyle, her gün bizden yeni iltimas ve hak almaya devam ediyorlar.
Bu arada Türkiye’nin dış borcunun önemli bir kısmı (Yarıdan fazlası 242.5 milyar doları ) da özel sektöre ait. Ve ödemeleri bu ay Eylül ayından itibaren başlayacak. Ve ‘kur’ daki 1 kuruşluk artış, 22 milyar TL ek yük getiriyor firmalara. Türkiye’nin bir an önce bu sarmaldan çıkası gerekiyor.
Bizim en kısa sürede , insan kalitesini arttırıp (ki bu da eğitim ile olur), ihracata yönelmemiz gerekiyor. Hedefi de Rusya’ya domates satmaktan kurtarıp teknoloji transfer etmek üzere üretim yapıp satmak olmalı.
İste bu nedenle milli koalisyon, milli birlik ve milli duruş; ekonomi alanında da bugün daha da çok gerekiyor. Bütçe açığı sürekli olan ve borç almadan yaşayamayan bir ülke sizce ne kadar bağımsız milli duruş sergiler?
‘Devlet aklı’nın, ‘ Milli Duruş, Milli Birlik, Milli Koalisyon’ gibi sloganlarının da artık içinin doldurulması gerekiyor. .
Ne ile?
Ekonomi ile, eğitim ile.
Bir ülkede ne kadar çok devletten beslenen vasıfsız inşaatçı olursa, görünen o ki biz o kadar geri kalırız. Bir ülkeden ne kadar global düşünemeyen ihracaatçı çıkarsa, biz o kadar boş sloganlarla kalırız.
Mesela, dünyanın en büyük 5 bal üreten firmalarından birisi Türkiye’de. Ve o bal firmasının koskoca ABD Pazar’ında yapabildiği etnik bakkallara satıştan ibaretse; o ihracaat günün sonunda bir konteyneri geçmez. Ülkemizdeki bu bal fabrikasının yarısı büyüklüğünde firmalar, Almanya’da ve İtalya’da üretim fazlasını ihraç ediyor. Yanı çevresinden bal toplayıp kendisi ihraç ediyor.
Mesela, ben imam hatip ve ilahiyatlarda Arapça Kuran-ı Kerim ezberletilmesine karşı değilim. Ama bunun yanında ne olurdu Arapça da öğretselerdi? Hem Arapça öğrenen Kur’anı daha iyi anlayarak ezberlerdi . Ve öğrendiği Arapçasıyla ihracata da yardımcı olurdu.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Hastalıklarımız belli. Bunlarla yüzleştiğimizde , reçete yazmak da daha kolay ve yazılan reçete de doğru reçete olur.
Madem Necip Fazıl ve Sakarya Türküsü ile başladık. Onunla bitirelim, hem de son mısrası ile:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! (Türkiye!)...