Küçük bir kızken pijama giymekten nefret ederdim, topuklarıma kadar uzanan orası burası fırfırlı geceliklerime bayılırdım ama ne yazık ki onları çok ender giydirirdi annem bana çünkü bütün çocukluğuma ipotek koyan bir nefrit geçirmişim, ne cici kız pabuçları ne fırfırlı gecelikler. Varsa yoksa tokmak gibi botlar, neredeyse boğazıma kadar çekilen pijamalar. Ne o, böbreklerimin korunması lâzımmış.
Sonra ne olduysa oldu, kendi giyimime karar verme özgürlüğüme kavuşacak yaşa geldim, gözümü bir pijama aşkı kapladı ki sormayın, gecelik hevesim tümüyle kaçtı. Pijama severim ama klasik erkek pijamaları, hele ki çizgili olanlar fevkalade sinirime dokunmaya başladı.
Evlendik. Cengiz’in pijamalarını da sevmiyorum. Karar verdim kumaş alıp diktireceğim. Günler geçti bir türlü fırsatını bulamadım, sonra birden bire kendimi Sümerbank kumaşçısına attım, bu arada fena halde hamileyim. Raflardan açık mavi üzerinde küçük mine çiçekleri olan bir kumaş beğendim, pazen. Yanında da tozpembe, üstünde ellerinde ikişer balon küçük tombul ayıcıklar olan başka bir kumaşı daha indirttim. Tezgâhtar ,”Ne yapacaksınız? Ne kadar lâzım?” diye sorunca pijama diktireceğimi söyledim. Bebeğe zannedip elli santim yeter dedi. “Eşime” dediğimde yüzünden anlam veremediğim Bir ifade geçti. Ben kumaşları aldım, eve geldim, çekerse diye suya bastım. Cengiz’e söylemiyorum, sürpriz olacak.
Ankara’da Kızılay’da meşhur Kocabeyoğlu pasajının alt katında gömlek diken, tamir yapan terziler vardı. (O tarihlerde AVM’ler henüz kurulmamıştı; birçok mağazanın bulunduğu iş merkezlerine “pasaj” denirdi.) Bir tanesine çok işim düşerdi, karşılıklı aşinalığımız gelişmişti; kumaşlarımı aldım gittim ve eşime pijama diktireceğimi söyleyip ölçülerini verdim. Büyük bir ciddiyetle kumaşları inceledi, suya basıp basmadığımı sordu. Ona göre biçecekti kumaşı, bastığımı söyledim. Aynı ciddiyetle, “Beyefendi gelsin, prova almam lâzım” dedi. Ben bir yandan Cengiz’in, “Bırakım bu saçma şeyleri, isterseniz bebeğe bir şeyler dikin” demesinden korkuyorum, bir yandan da sürpriz bozulmasın istiyorum. Provaya gerek olmadığını söyleyince adam ısrarcı oldu. Çaresiz randevulaştık ve Cengiz’i provaya gitmeğe ikna ettim.
Prova günü eşim eve gelene kadar biraz yüreğim çarptı, tepkisinin ne olacağını merak ediyordum. Eve geldiğinde, yüzünde çaresiz bir gülümsemeyle, “Beni mahalle arkadaşıma rezil ettin” dedi. Meğer benim gömlekçi Cengiz’in çocukluğunda futbol falan oynadığı bir arkadaşıymış. Karşılıklı gülüşmüşler; adam, “Bu pijamaları kim giyecek diye merakımdan prova istedim. Senin çıkacağın hiç aklıma gelmemişti” demiş.
Gerçekten de pijamalar dikildi, klasiklikten uzaklaşmak için paçalarını diz kapağının bir karış kadar altında Bermuda diye anlatılan boyda yaptırmıştım. Bana göre çok şıktılar.
İlk günlerde birer birer diğer pijamalarını ortadan kaldırdım. Cengiz de yeni pijamalarını giydiğinde bana deli olup olmadığımı sorarken bir yandan da gülüyordu.
Oğlumuz doğdu, birkaç ay sonra sebze püresi, bisküvili meyve falan yiyecek kıvama geldi. Bir Pazar günü, Kaan’ın gece mamasını yediriyorum. Sonra yatacağız. Cengiz’in üstünde pembe, ayılı pijaması. Birden ne olduğunu anlayamadan mamanın içinde kalıp öğütücünün ezmemiş olduğu bir sebze parçası boğazına takıldı, yüzü morardı, nefes alamıyor. Canhıraş Cengiz’i çağırdım, o da fırlayıp yan komşumuz olan çok sevdiğimiz, torun torba sahibi bir ailenin kapısını çalıp telâşla durumu anlatmış. Hanım hemen geldi, oğlumuzu kucağımdan aldı, ters çevirip poposuna biraz da hızlıca vurdu. Sebze parçası pat dedi yere düştü, oğlumuz kurtulmuştu. Hanım, “Cengiz Bey, oğlunuza mı özendiniz? Bari bir örnek giyinseydiniz” diye takılınca karı koca ikimizin de gerginliği geçip gülmeye başladık.
Ama bu iki pijamadan sonra Cengiz bana kendisine pijama diktirmemi men etti. Zaten sonraları gayet şık erkek pijamaları da piyasaya sürülmeğe başlamıştı.
Cengiz’in benden çektikleri bununla kalmaz. Saçları çok gürdü; şimdi de akranları arasında en bol saçlı olan kendisidir. Bu anlatacağım olay sırasında saçlarını arkaya tarardı. Bir gün bir yere gidecek, duştan çıktı saçını bir türlü istediği biçime sokamıyor. Bana rica etti önünü elimle düzelterek saç kurutma makinesiyle kurutayım diye. İşgüzarlık bu ya daha iyi olsun diye fırçayla kurutacağımı söyledim ve fırçayı elime alınca da ön kısmına berberinin ona yaptığı gibi olduğunu sandığım bir şekil verdim. Zaten gür olan saçı kurutulunca daha da kabarmış; ben farkında değilim ama eşim aynaya baktığında, “Ne bu! Zeki Müren’in saçına döndürmüşsün” diye bana kızdı. Yapacak bir şey kalmamıştı. Tekrar ıslatıp kendisi şekil verdi, bir daha da saçını bana elletmedi; ta ki korona günlerine kadar. O zaman uzayan saçlarını büyük bir ustalıkla kestim ve hem onun hem de çevremizin takdirlerini kazandım.