Cumhurbaşkanımız, iki gün evvel Gâziantep’te, pitbull saldırısında yaralanan dört yaşındaki Asiye hakkında konuşurken pitbull cinsi köpekleri besleyen zenginleri ve Beyaz Türkleri hedef aldı.
Saldırgan köpekleri, Asiye’nin babası Hüseyin Ateş’in kapıcı olduğu site sâkinleri besliyormuş. Bir rivâyete göre de yönetici. Yönetici, “Benim değil ama izin verdiğim için pişmanım.” gibi şeyler söylemiş.
Asiye’yi kurtarmak için kolları sıvayan AK Parti hükûmeti, “patron”un (patron kelimesini tırnak içine aldım çünkü bu ifâde, Hüseyin Ateş’e âit) kovduğu babaya, başka bir iş buldu. Allah râzı olsun! Keşke her vatandaşın yarasına böyle merhem olsalar. Meselâ; Çorlu tren kazâsına sebep olanların cezâsını verip, Oğuz Arda Sel’in annesi Mısrâ’nın yarasına da bir parça merhem sürseler. Pitbull sâhiplerinden sordukları hesâbı, trenleri yönetenlerden de sorsalar.
Mezkûr sitedeki pitbull sâhiplerinin ne kadar zengin veya Beyaz Türk olduğunu bilmiyoruz. Belki de orta gelirli birileridir. Türkiye’de daha evvel de pitbull dehşeti yaşanmış; hattâ ölen olmuştu. Ama böyle açıklamalar yapılmamıştı. Futbolu iyi bilen Cumhurbaşkanımız, kendi kalesine gol atma riskini göze alarak bu açıklamayı yaptı. Zîrâ hem zengin hem de köpek besliyor. Nitekim sosyal medya affetmedi. Hemen Erdoğan’ın beslediği Leblebi’yi hatırlattı. Leblebi, pitbull cinsi olmasa da karşı hamle, hedefine ulaştı.
Hâl böyleyken Cumhurbaşkanı Erdoğan, niye bu açıklamayı yaptı? Niye bu riski göze aldı? Hazîne’nin başında “Züğürt Ağa”nın değil, gerçek bir ağanın çocuğu oturduğuna göre, zenginleri hedef almak akıl kârı mı?
Açık söyleyeyim, dolar 13 liraya inince halay çekenlerin durduğu yerden bakınca, “Kahrolsun pitbull besleyip zencileri parçalatan beyazlar! Kahrolsun patronlar!” diye bağırasım geldi. Çizilen tablo, Tarantino’nun “Zincirsiz” filmindeki sahne gibiydi. Beyaz Ev’in sâhibi Candy, bir zenciyi parçalayan köpeklerini, kılını kıpırdatmadan seyrediyordu.
Site yöneticisinin mesleğini, mâlî durumunu, hangi partiden olduğunu bilmeden meseleyi Beyaz Türkler-Siyah Türkler kavgasına dönüştürmenin amacı ne? Ya adam AK Partiliyse? Zâten CHP’li olsa çoktan öğrenirdik. Ortada, AK Parti üyesi olduğu lafları da dolaşıyor. Dolaşırsa dolaşsın, bunları sorgulamadan saldıracak câhil bir kitle ve maalesef gerçeği bildiği hâlde bu câhil kitleyi tatmin edecek okumuş çocuklarımız var.
Melih Altınok, Erdoğan’ın konuşmasının ertesinde, “İnsanları da hayvanları da korumak için önce, bebek yaşındaki bir kızın hayâtını köpeği kadar umursamayan bu hâle kafa yormalıyız.” diye yazdı. Evet yormalıyız. Kafamızı duvarlara vurmalıyız. Kanımızı donduran umursuzluklara parti ayırmadan karşı çıkmalıyız. Melih Altınok’a ve onun gibi hemen durumdan vazîfe çıkaran âkillere, insanoğlunun kendini korumak adına ne hâle gelebileceğini hissetmeleri dileğiyle bir kitap tavsiye edeceğim. Prof. Dr. Köksal Alver’in “Steril Siteler” kitabı. Güvenlikli site hayâtı veya iktidar, fark etmiyor. Lüksümüzü bozmamak, güvenliğimizi sağlamak diye bir putumuz var.
Bizleri kafa yormaya dâvet eden Altınok, canlı yayının selâmeti ve reyting için 24 yaşındaki bir gencin hayâtını umursamayan; rûhunun paramparça edilişini kılını kıpırdatmadan seyreden Fatma Şâhin hakkında kafa yormadığı gibi bizi de yormaya dâvet etmemişti.
Fatma Şâhin, geçtiğimiz 17 Aralık’da sırf reklamını yaptığı canlı yayına zarar gelmesin diye, gözünün önünde suçsuz günahsız bir emekçinin tokatlanmasına ses çıkarmadı. Soğukkanlılığı, hepimizi üşüttü. Canlı yayında rezillik istemeyen Fatma Hanım, iktidarın gittikçe beyazlaşan soğuk yüzünü görmemizi sağladı.
Aradan az bir zaman geçti Fatma Hanım’ın şehrinde bir sitede beslenen pitbullar, site kapıcısının çocuğuna saldırdı. Üstüne kapıcı baba Hüseyin Ateş, “patron” dediği yönetici tarafından işten çıkarıldı. Hattâ patronun, olay sonrası köpeklerine sarıldığı haberi yayıldı. Şehri ziyâret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Asiye’ye ve babasına sâhip çıktı. Belediye Başkanı Fatma Şâhin, âileyi, hastanede ziyâret etti. Bütün bunlar, olması gerekenlerdi. İktidarın sıcak, müşfik yüzüydü. İyi hoş da Beyaz Türklere seslenerek, “Hayvanlarınıza sâhip olun!” ne demekti? Site yöneticisi, Beyaz Türk müydü?
Her kim akıl verdiyse bravo! Melihgiller familyası için hârika bir fırsat çıktı. Kapıcı babanın attığı pası al, bugünlerde huysuzlanan patronların kalesine at! Asiye’yi kurtarıp patronlara parmak sallarken, Ahmet Demir’in parçalanmasını seyreden Fatma Şâhin’i de kurtar! Kendilerine bağlı tv kanallarında “Zincirsiz” ve “Bizim Âile” filmini döndürüp döndürüp oynatsınlar. Yaşar Usta’nın patrona kafa tuttuğu sahne üzerine özel bir program da iyi olur.
Sizce dolar 13 liraya düşünce halay çekenler, “Site yöneticisinin yaptığı yanlış ama Beyaz Türkler ne alâka?” diye sorarlar mı? Malkolm X’in “Ev zencisi” kavramını bilirler mi? Tarladan Beyaz Ev’e geçmenin nasıl değiştirdiğini, Beyaz Türklerin bütün partilerde olduğunu görürler mi? Pudra çekenleri, Maldivler’e tâtile giden İslâmcıları, beş bin liralık atkıyı, on bin liralık kemeri, tokat yiyeni seyredeni gördüler mi ki bunu da görsünler?
Asiye’yi ve babasını kurtarma operasyonu, belediye başkanı Fatma Şâhin’in hepimizi dehşete düşüren soğukluğunu unutturur mu bilemiyorum. Fatma Hanım adına üzüldüm. Gâziantep’i çok severim. Cömert ve mükrim insanların şehridir. Beyaz Türklerle, fakiri umursamayan zenginlerle anılmalarına gönlüm râzı gelmez.
Bir konuda Cumhurbaşkanımızla yüzde yüz aynı fikirdeyim. ABD’nin ulusal sembolü olan pitbullu beslemek, fakir işi değil. Köpek, sâdık hayvandır. Aç bile kalsa sâhibine zarar vermez. Fakat kökeni Amerika olan pitbull, aç kalınca sâhibini parçalar. Bu yüzden pitbull beslemek, zengin işidir.
Asla ve kat’a aç kalmaması lâzım!
……..
ÇOK ÖNEMLİ BİR ÎKAZ: BATIDAN İHRAC EDİLEN KÖPEK DÜŞMANLIĞI, OSMANLI’YA HAYIR GETİRMEDİ
Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından sonra bâzı belediyelerin sokak köpeklerini zâlimce topladığı haberleri çıkmaya başladı.
Bir zamanlar saadet şehri olan ve kurdun kuşun hakkı gözetilen İstanbul’da köpekler de refah içinde yaşıyordu. 1800’lü yıllarda sayıları 60 bini bulan sokak köpeklerine yöneticilerin bakış açısı, yenileşme ve modernleşmeyle birlikte değişti. Şehirden sürülmesi gereğine inanıyorlardı. Halk, böyle düşünmüyordu. Geceleri mahallerine bekçilik yapan, evlerini koruyan, atıkları yiyerek temizliğe katkıda bulunan köpeklerden ayrılmak istemiyorlardı.
Köpeklerin sürgün edilmesi, ilk olarak Sultan 2. Mahmud döneminde oldu. Sokaklardan toplanan köpekleri Hayırsız Ada’ya götüren vapur, fırtına çıkınca geri dönmek zorunda kaldı. Zâten bu sürgüne karşı olan halk, bunu ilâhî bir îkaz kabul edip Pâdişâh’a başvurunca sürgün karârı iptâl edildi.
İkinci teşebbüs ise Sultan Abdülaziz döneminde oldu. Aynı şekilde toplanan köpekler, Hayırsız Ada’ya gönderildi. Ancak bir süre sonra İstanbul’un çeşitli semtlerinde yangınlar çıkınca halkın da isteği üzerine köpekler, tekrar şehre getirildi.
Sultan II. Abdülhamid döneminde, İstanbul’un köpekleri, son olarak en rahat zamanlarını yaşadılar. Pâdişâh, köpeklerle uğraşmak yerine kuduz hastalığı ile mücâdele için dünyânın üçüncü Kuduz Enstitüsü’nü İstanbul’da kurdurdu. Ancak bu durum, Meşrûtiyet’te sona erdi. Talat Paşa’nın Dâhiliye Nâzırı, Suphi Bey’in İstanbul Şehremini olduğu 1910 yılında, İstanbul köpekleri için kesin sürgün karârı verildi. Hem şehirleşme hem de Avrupaî görünme kaygısı, bu karârın alınmasında tesirli oldu. Köpekler, birkaç gün içinde toplanıp, kafeslere tıkıldı. Mavnalara yüklenerek Hayırsız Ada’ya bırakıldı. Daha doğrusu ölüme terk edildi.
Hayırsız Ada’da kayalardan başka bir şey yoktu. Köpekler, bir süre sonra açlıktan birbirlerini parçalayıp yediler. Susuzluktan denize atlayanlar, tuzlu suyu içince daha beter oluyorlardı. Acı acı ulumaları, İstanbul’dan duyuluyordu. Bu sesleri duyanların ölene kadar unutamadığı ve 1912 depreminin bu yüzden olduğuna inandıkları söylenir.