PROF. DR. ANIL ÇEÇEN: OHAL KALKTI AMA CUHAL DEVAM EDİYOR

Profesör Anıl Çeçen, Nuray Başaran'a konuştu


NURAY BAŞARAN-Sistem değişikliği ile birlikte çok değişik olaylar oluyor. Özellikle seçimlerden sonra, seçim gecesi başlayan. Sonra iç siyasetteki muhalefet partileri hareketlendi. Oralarda bir dağılma var görüntüsü var. Devlet Bahçeli çok ilginç bir kampanya başlattı, askıda ekmek kampanyası.  Beş milyon ülkücüyü tüm ülkede bu kampanyaya davet etti. Devlet Bahçeli Ülkücüleri sokaktan partiye çekmişti, şimdi partiden tekrar sokağa doğru bir yönlendirme mi var? Sizce neler oluyor?

ANILÇEÇEN-Şimdi efendim bu anlattıklarınızın hiçbirisi Türkiye’nin kendi gündemi değil. Çünkü Türkiye bu süreçte normal koşullarda uluslararası alandaki gelişmelerin bu bölgeye yansımasını izleyerek, kendini buna göre ayarlama noktasına geldiğinde, bir oldu bittiyle erken seçim yapma noktasına geldi. Erken seçimin oldu bittiyle Türkiye’nin gündemine girmesi, iç dinamiklerin değil, uluslararası gelişmelerin bu bölgeye yansıyan sonucudur. O doğrultuda bir erken seçimle karşılaştığımız için, erken seçimi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen emperyal merkezlerin, seçim öncesi ve seçim sonrası ve hatta seçim gecesi bazı organizasyonlar içine girdiklerini duyuyoruz. Bunlar basında yer aldığı için Türk halkı da, Türk kamuoyu da giderek tedirginleşen bir duruma doğru geliyor. Yani sorunuzun cevabı olarak kısaca şuna geliyorum. Seçimle beraber girdiğimiz yeni dönemde, konjonktür tamamen iç dinamiklerin dışına çıkmış ve bölgesel bir süreçle bizi karşı karşıya bırakmıştır ki, seçim sonrasında karşı karşıya kaldığımız olaylar tamamen bu durumu doğrulamaktadır.Diş dinamiklerin yönlendirmesine girmiş bir Türkiye var.

GEÇMİŞTEN GELEN DEVLET YAPISI DEVRE DIŞI KALIYOR

NURAY BAŞARAN –Bugün bu karışıklık,  yeni sisteme bir hazırlık mı  yoksa yeni sistemin getirdiği bir karmaşa mı siyasete?

ANIL ÇEÇEN- Bir kamu hukukçusu, kamu hukuku ve kamu yönetimi uzmanı olarak şunu söylemek isterim. Böyle bir süreç içerisinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendini toparlaması, merkezi gücünü artırması ve dış tehditlere karşı kendini koruyacak bir şekilde yeniden yapılanması gerekirken, seçim süreciyle başlamış olan uluslararası konjonktürün,  bu ülkeye yansımış olan gelişmeleri Türkiye'yi daha farklı bir noktaya getirmektedir. Ki işte bu noktada bir tarafta yüz yıllık cumhuriyetin yavaş yavaş devre dışı kaldığını, idari reform sürecinin giderek bir takım kararnamelerle devreye sokulduğunu görüyoruz ki, o noktada geçmişten gelen devlet yapımız yavaş yavaş devre dışı kalmakta. Bazı kurumlar kamu yönetimi açısından -Türkiye Adalet Akademisi, Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü gibi- bir takım devlet organlarının içerisinde güç odağı olan bazı devlet yapılanmalarının kapatılması, geçmişten gelen devlet yapılanmasından vazgeçilip geçilmediği tartışmasını gündeme getirmektedir.

Öte yandan peş peşe ortaya çıkan kararnamelerle, yeni bir yapılanmaya giderken yeni bir devletin kurulduğu gündeme gelmektedir ki,  bunu Ayhan Ogan isimli iktidar partisine yakın bir kişi bir tartışma nedeni vesilesiyle, Türkiye'de yeni bir devlet kurulduğunu "Biz yeni bir devlet kuruyoruz, siz bunu anlamamakta ısrar ediyorsunuz." demişti.

Bakıyoruz, iktidarı destekleyen bazı yayın organlarında da artık yepyeni bir dönemin başladığını, yeni bir devletin ortaya çıktığını görüyoruz. İşte burada, kamu hukukçusu olarak diyorum ki, bir tarafta geçmişten gelen Cumhuriyet devleti yapılanması var, öbür tarafta da yandaş basının ifade ettiği gibi bir bölgeselleşme sürecine doğru gitmekte olan bir yeni yapılanmayla karşı karşıyayız. İşte bu yavaş yavaş kararnameler üzerinden düzenlenmekte ve böylece meclisin baypas edildiği bir noktaya getirildiğini görüyoruz. Dikkat ederseniz, Başbakanlıkla beraber bir anlamda yasama organını temsil eden meclisin de yetkilerinin kısıtlandığını, artık meclisin bütün yasaların çıktığı bir yasama organı olarak değil ama yasa yerine kararnamelerin geçerli olduğu, kararnameler üzerinden yeni bir devlet yapılanmasının oluşturulmaya çalışıldığı bir dönemde, meclisin de artık yavaş yavaş geride kaldığını çok açık bir şekilde söyleyebiliriz.

NURAY BAŞARAN -başkanlık sisteminin çok hızlı hareket etme, bölgedeki gelişmeler karşı hareket kabiliyeti geliştirme ihtiyaçları gerekçe gösterilerek yapılmıştı. Bu KHK'lar da bu hızlılığın bir parçası olarak düşünülürse; acaba KHK'lara baktığımızda ya da bakıldığında yeni kurulan birimler, sizin az önce bahsettiğiniz -mesela Ortadoğu Amme İdaresi gibi- kurumların yerine gelecek yapıları inşa ettirmiyor mu? Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, biliyorsunuz başkanlık sistemi modelini açıklarken;  bakanlar kurulu, başkanlıklar, idari kesimlerin olduğunu grafiklerle anlattı. Gelinen noktada bu tabloya baktığınızda , değişim noktasında yeni devlet kurmayı mı görüyorsunuz yoksa yeniden inşayı mı görüyorsunuz?

ANIL ÇEÇEN-Efendim yandaş basın, uzun süredir Osmanlı dönemiyle Selçuklu dönemini bir bütün alarak, biz bin yıllık devlet geleneğini temsil ediyoruz derken, Cumhuriyet dönemini karşılarına alırlardı, sahip çıkmazlardı ama bugün özellikle son iki senedir bakıyoruz ki, yandaş basın önemli bir değişikliğe yöneldi. Bu bin yıllık devlet geleneğini yani o dünyanın merkezi coğrafyasındaki Türk hegemonyasının bin yıllık geçmişine bakıldığında, burada hem Selçuklu devletine, hem Osmanlı devletine, hem de Türkiye Cumhuriyetini bir bütünün parçaları olarak ele alıyorlar ki bu bakış açısı bence doğrudur.

Şimdi bu bakış açısı iktidarı destekleyen kesimlerde gündeme geldiğine göre, burada değişen koşullarda yeni ortaya çıkan yapıda, eski devletin devamlılığı noktasında devletin yenilenmesi gerekir. Yani burada Türkiye'nin yeni bir Anayasayla yeni bir devlet kurması değil, idari reformla eski devleti onarması ve eski devletin gücünü artırarak, eski devletin merkezi konumunu güçlendirerek hareket etmesi gerekir. Devlet-Ebed-Müddet biliyorsunuz, Orta Asya'dan gelen, daha sonra Kuzey Asya'da, Rusya'da biliyorsunuz, Türklüğün/Türkçülüğün ana vatanları hem Orta Asya'dır hem Kuzey Asya'dır. Biz hep Orta Asya'yı ele almışız, Kuzey Asya'yı görmezden gelmişiz. Kuzey Asya'daki Selçuklu öncesi Hazar Devleti tarihini bilmediğimiz için, bir çok konuyu, bir çok uluslararası konuyu eksik değerlendiriyoruz, göremiyoruz ama bunları artık görmemiz ve doğru değerlendirmemiz gerektiği ortaya çıkıyor.  Ve geleceğe dönük yepyeni bir dünya konjonktürü ile karşı karşıya kaldığımız noktada, işte biz bu coğrafyada Doğu-Batı arasına sıkışmamak, Kuzey-Güney arasındaki çekişmelerde bir yerlere gidip gelmemek ve ayağımızı sağlam yere basma noktasında, "Devlet-Ebed-Müddet" dediğimiz o tarihten gelen ak saçlılarla/sakallılarla ifade edilen bu yapılanmanın bu gün de geçerli olması gerektiğini görüyoruz ama bu geçerlilik süreci içerisinde de geçmişten gelen bu yapı,  Selçuklu'dan, Osmanlı'dan geldiği kabul edilirken Cumhuriyetin de bu gün devam ettiği görülmeli ve bu noktada Cumhuriyet Devleti'nin değişen koşullar ele alınarak onarılması, idari reformla yenilenmesi ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Ama buna rağmen, bu gün baktığımız noktada ortaya çıkan kararnamelerle farklı bir devlet yapılanmasına doğru gidildiğini görmekteyiz. Türkiye Cumhuriyetinin halen devam ettiği unutulmamalıdır.

BİR BÖLGE DEVLETİNE DOĞRU GİDİŞ VAR

NURAY BAŞARAN-Nasıl bir yapılanma?

ANIL ÇEÇEN- Bir bölge devletine doğru gidiş gündeme geliyor. Yani biz Türkiye Cumhuriyeti olarak, hem bir ulus devletiz,  hem de bir ülke devletiyiz. Bu ülkenin sınırları, Misak-ı Milli olarak, bir milli devletin milli sınırları olarak belirlendiği içindir ki,  biz  burada geçmişten gelen Türk milletinin uzun tarihinin bugün uzantısı olarak, Türk milletine dayanan bir Milli Misak'ın ortaya çıkardığı sınırlar içerisinde bir milli devlet olduğumuzu kabul ederek hareket etmemiz lazım. Ama bu arada çıkan kararnamelere ve bir takım yasal değişikliklere ve geçen sene kabul edilmiş olan Anayasa değişikliğine baktığımız zaman, sanki bundan vazgeçiyormuş gibi, sanki geçmişten gelen Misak-ı Milli sınırları içerisindeki ülke devletinin, ulus devletinin yerine bir bölge devletine yönelindiği ve bu bölge devletine yönelirken bölgesel oluşumların yavaş yavaş ortaya çıktığı ve bu bölgesel oluşumların ortaya çıkış sürecinde ; ekonomik kalkınma ajanslarının, büyük şehir yapılanmalarının ve yavaş yavaşta bu ekonomik kalkınma ajansları ve büyük şehir belediyesi düzenlemelerinin ötesinde bir yeni (Bütün şehir diyorlar galiba)  Evet bütün şehir diyorlar ama bu noktada işte yavaş yavaş bölge valiliklerinin gündeme geldiğini,  hatta sosyal medyada bunun tartışıldığını görüyoruz.  Ki özellikle Güneydoğu meselesi, Kuzey Irak meselesi ve Kuzey Suriye meselesine Türkiye'nin bakış açısı yavaş yavaş bu bölgeleri eyalet ya da bölge olarak kabul etme durumunu gündeme getiriyor ki işte bütün bu oluşumlar Türkiye'nin merkezi yapısını, üniter yapısını Misak-ı Milli sınırları içerisindeki ulus devlet yapısını ciddi boyutlarda sarsmakta ve geleceğe dönük bir yeniden yapılanma sürecini de tehdit etmektedir. Bu gün ABD ile karşı karşıya geldiğimiz noktada, artık eski dostumuz olan ABD'yi bir tehdit olarak görüyoruz ya da İsrail giderek Kıbrıs'a müdahale etmeye kalktığı noktada,  Türkiye'nin Kıbrıs'tan çıkması gerektiğini gündeme getirerek Türkiye'yi ciddi boyutlarda zor duruma düşürecek bir yapıyı gündeme getiriyor. Bütün bunları dikkate aldığımız noktada, ortaya çıkan bu yeni gelişmeler aslında bütün bu tehdit unsurlarının giderek tırmandığını ve bir bütün olarak Türkiye'yi var olma veya yok olma noktasında bir dar boğaza sürüklediğini söyleyebiliriz.

NURAY BAŞARAN-Peki, bu var olma ya da yok olma, bölgedeki süper güçler başta ABD olmak üzere, batı ve Avrupa ülkelerinin , bölgedeki yeniden yapılanma noktasında pastadan pay alma projelerinden mi kaynaklanıyor? Yoksa bizim kendi stratejik hatalarımız, siyasi hatalarımız var mı? Yeni dönemde bazı  müttefikimizi düşman olarak kabul ediyorsak, Türkiye bölgede hangi noktada nasıl bir yol haritası belirlemeli?

HER SEÇİMİ AYNI İKTİDAR KAZANIYOR MUHALEFET YOK

ANIL ÇEÇEN-Şİmdi söylediklerinizden her ikisi de geçerli. Bunlardan bir tanesi doğrudur diye bakamayız. Hem Türkiye açısından bizim eksiklerimiz var hem de içine sürüklenmiş olduğumuz bugünkü konjonktür içerisinde dünyayı şekillendirmek/yönetmek isteyen emperyal güçlerin planları var, projeleri var. Hem bu planlar doğrultusunda olaylar zorlanıyor, olaylar bu şekilde zorlandığı noktada Türkiye tehdit altında kalıyor.

Türkiye'nin tehditleri aşabilmesi için alternatifler üretmesi lazım ama bakın bu gün Türkiye'nin yüz yıllık devlet geleneği yavaş yavaş yüzüncü yılına gelinirken Türkiye'nin iktidarı var ve iktidar süreklilik kazanıyor giderek.  Her seçimi aynı iktidar kazanıyor ama muhalefet yok. Devleti kuran Cumhuriyetçi partinin, şu aşamada devletin yenilenmesi noktasında eksik kalması ve bir alternatif üretmemesini dikkate aldığımız zaman , burada çok büyük eksiklik var ama öbür tarafta Soğuk Savaş koşullarında gündeme gelmiş olan Türk milliyetçiliğinin bugünkü temsilcisi olan Milliyetçi partinin maalesef milli devletin korunması, savunması ve değişen konjonktür dikkate alınarak buna karşı ve bu doğrultuda milli devletin tasfiyesini önleyecek bir alternatif planın, bir milli planın ortaya konulması noktasından uzak durması Türkiye'yi maalesef uluslararası konjonktürde önümüze çıkan tehditlerle bizleri karşı karşıya bırakmakta ve bu noktada iktidar partisi devletle bütünleşerek bu süreç içerisinde Türkiye'ye yönelen tehditleri omuzlamak ya da ona karşı durmak gibi bir yeni gelişmeyle karşı karşıya kalmaktadır.

TÜRKİYE’DE PARTİ DEVLETİ VAR

NURAY BAŞARAN-Yani iktidar partisi devletle yeterince bütünleşemiyor mu?

ANIL ÇEÇEN- İktidar partisi on altı yıldır Türkiye'yi yönettiği içindir ki on altı yıl içerisinde Türkiye Cumhuriyeti devletiyle, Türiye Cumhuriyeti hükümeti giderek bütünleşmiştir ve hükümet sürekli olarak tek parti üzerinden kurulduğu içindir ki maalesef bu gün Türkiye Cumhuriyeti devletine baktığımız zaman,  burada bir ulus devlet değil bir parti devleti olduğunu görüyoruz. Çünkü partiyle bütünleşme iktidar, partinin devamı alarak süre geldiği noktada, devleti parti iktidarı olarak yönettiği noktada,  bu gün bir parti iktidarıyla karşı karşıyayız. İşte o parti iktidarı içerisinde geçmişten gelen devlet yapısının değişikliğe uğradığını, geleceğe dönük yeni yapılanma süreci içerisinde de farklı bir devlet yapılanmasına doğru Türkiye'nin yönlendirildiğini söyleyebiliriz.

NURAY BAŞARAN-Gelinen noktada alternatifte yoksa -ki başlangıçta da sormuştum muhalefet partilerinin durumunu- ne gibi çözümler üretmeliyiz, acil plan nedir, iktidar partisinin öncelikli yapması gereken şeyler sizce nelerdi?

ANIL ÇEÇEN-Şimdi efendim ben bir kamu hukukçusu olarak bu değerlendirmeyi yapıyorum ama burada üç anayasa hukukçusunu ismen belirtmek istiyorum. Bunlardan ilki eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk yeni bir kitap yayınladı. Bu kitabın adı "Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri"dir. Şimdi bir hukuk profesörü olan ve eski bir Adalet Bakanı olan Hikmet Sami Türk böyle bir kitap yayınlarken, şu an Anayasada yapılmış olan değişikliklerin ki geçen sene yapılan referandum sonrasında Anayasamızın değişmekte olduğunu görüyoruz, ayrıca da bu çıkan kararnamelerin de değişmiş olan Anayasa paralelinde hazırlandığını görüyoruz. Şimdi eğer Hikmet Sami Türk'ün söylediği gibi Anayasa değişiklikleri Anayasa'ya aykırıysa,  o zaman diğer meselelerde de anayasaya uygunluk meselesi bir tartışma konusu olarak gündeme gelecektir.  Bunu vurgulamak gerekir. Ayrıca geçen sene yaşadığımız bu Anayasayla ilgili bu referandum sürecinde biliyorsunuz bir başka Anayasa hukuku profesörü Kemal Gözler,  açıkça Türkiye'nin bir Anayasasızlık haline sürüklendiğini ifade etmiş ve Anayasa'nın maalesef uygulanmadığını ve Anayasa'nın ilgili hükümlerinin kağıt üzerinde kaldığını ve Anayasa yokmuş gibi hareket edildiğini söyleyerek bu duruma bir Anayasasızlık hali açıklaması yapmıştır. Bir de son seçimlerle beraber,  ana muhalefet partisinin bir üyesi olarak meclise giren bir başka Anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu da, özellikle meclis açılırken verdiği demeçlerde, mecliste yemin olarak konuşma yaptığı sırada Anayasa'ya aykırı düşen, Anayasa'ya uygun olmayan bir durumla karşı karşıya kaldığımızı ifade etmiştir ki sanırım her üç Anayasacı ve hukuk profesörü burada bu değerlendirmeleri yaparken,  bir tarafta eski devlet yapısı sarsıntı içerisinde gerilerken ya da bir bitme noktasına gelirken, orada devlet devamlılığının ötesinde hareket edilerek Ayhan Ogan'ın ifade ettiği gibi farklı bir devlet yapılanmasının gündeme gelmesi noktasında, bu Anayasa hukuku açısından, idare hukuku açısından, kamu hukuku açısından bu durumların ele alınıp tartışılması gerektiğini ve çok hassas bir şekilde ülkede hareket edilerek ülkede birliğin ve bütünlüğün, geçmişteki yapıyla bugünkü  yapının geleceğe dönük bütünleştirilmesinin ve Anayasa hukuku açısından bu durumun bütüncül bir şekilde ele alınıp değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamışlardır.

Şimdi ben burada tek başıma böyle bir iddiada bulunmak istemiyorum.  Çünkü bu ülkede 200'den fazla üniversite var, 100'den fazla hukuk fakültesi var ve yüzlerce bilim adamı var, bunların içerisinde az önce ismen ifade ettiğim bu geçiş sürecini açıkça kamu hukuku ve Anayasa hukuku açısından ele alıp değerlendirirlerken ciddi boyutlarda hukuki boşlukların ortaya çıktığını ve bunların bir an önce doldurularak Türkiye'nin hukuk devleti kimliğinin ve yapısının devam etmesinin zorunluluğunu ifade etmişlerdir. Durum bu merkezde olmasına rağmen,  son zamanlarda çıkan kararnamelere baktığımız zaman, sürekli olarak tek adama yönelik bir rejim oluşturulmaya çalışıldığını görüyoruz. Yani yeni bir devlet yapısına kararnamelerle gidildiği noktada tek adam merkezli,  her şeyi Cumhurbaşkanının odağına koyan ve bu noktada bir yapılanmanın gündeme getirildiğini görüyoruz. Batıda uygulanan başkanlık sistemleriyle, Türkiye'de uygulanan Cumhurbaşkanlığı sistemini karşılaştırdığınızda, Batıdaki sistemler hem hukuk devleti olarak,  hem de demokratik devlet olarak;  yasama-yürütme-yargı üçgeni içerisinde,  kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olarak davrandıklarını söyleyebiliriz. Ama bugün Türkiye'de yasamanın yetkisi sınırlanırken, yargıda ciddi boyutta farklı yapılanmalar gündeme gelirken , Adalet Akademisi gibi üst düzey yargıç ve hakim yetiştirilen bir kurumun kapatılmaya yönelinmesi noktasında,  yargının gücünün zayıflaması gibi bir durum ortaya çıkmakta ve bunlar çelişkili bir durum olarak gündeme gelmektedir. Bu noktada da,  Türkiye'de yeni kurulmakta olan bu yapının, Batı'daki başkanlık sistemlerine pek benzemediğini ve başkanlık sistemlerinde var olan kuvvetler ayrılığı mekanizmalarının yasama-yürütme-yargı dengelerinin bu gün Türkiye'de  Cumhurbaşkanlığı sisteminin ya da Cumhurbaşkanlığı hükümet modeli çerçevesinde geliştirilmeye çalışılan sistem açısından baktığımızda, bu gün karşı karşıya kaldığımız noktada, bizi tek adam rejimi gibi bir gerçekle karşı karşıya bırakıyor. Bizi, meclis niye var, niye milletvekili sayısı artırıldı, yargı neden etkin olamıyor ve Türkiye neden hukuk devleti yapılanmasını eskisi gibi koruyamıyor sorularını sormaya itiyor.

ERKEN SEÇİM DIŞ DÜNYANIN DAYATMASI

NURAY BAŞARAN -İki yıl önce gerçekleştirilmeye çalışılan bir 15 Temmuz darbesi var ve 15 Temmuz sonrasında da Türkiye'nin her yerinde OHAL var. OHAL şartlarında yapılmış bir referandum ve sitem değişikliğinin oylanması ve bir seçim var. Seçim sonrası normalleşme olarak OHAL’in kaldırılması yapılsa da bu durumun KHK’lar ile giderildiği yeni bir dönemle karşı karşıyayız. Yani OHAL'in yerini almış bir KHK düzeni devam ediyor gördüğüm kadarıyla ve böyle açıklanıyor. Yani biz gerçekte OHAL altında mıyız, yeni 15 Temmuz tehlikeleri mi var, 15 Temmuz tehlikesi bu kadar uzun sürecek bir zaman dilimini kapsar mı, kısaca gerekçe bu olabilir mi? Ne düşünüyorsunuz?

ANIL ÇEÇEN- Efendim, bu sorunun cevabını aslında siz verdiniz, yani sorunun içinde cevap var. Evet geçmişten gelen bir süreç içerisinde OHAL kalkmış gibi görünüyor ama kararnamelerin devam ettiği ve kararnamelerin tercihen hukuk oluşturmak için sürdürüldüğü bir noktada,  normal bir düzene geçmiş olduğumuzu söyleyemeyiz.  Normal koşullarda, devletin ihtiyacı olan yasal düzenlemelerin meclisten yasa olarak çıkma şeklinde tecelli etmesi gerekirken,  bunların hepsinin peş peşe kararnamelerle gündeme gelmesi,  sanki bir acele durum varmış gibi bir yapıyı gündeme getirmekte. Konuşmamızın başında da ifade ettiğim gibi bu erken seçim süreci , Türkiye'ye resmen dışarıdan dayatılmıştır. ve bu sürece Türkiye sokularak, İran savaşı öncesi, Ortadoğuda beklenen sıcak çatışmalar öncesi,  bir durumla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Ayrıca İngiltere ile Çİn arasında sağlanmış olan ittifak doğrultusunda, İran'ı ve Türkiye'yi merkezine koyan Yeni İpek Yolu'nun uygulanmasına geçmeden, bir an önce İsrail'in istediği değişikliklerle ABD'nin istediği yeni yapılanma doğrultusunda Türkiye'nin bölgesel yapılanmaya doğru yönlendirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu açıdan baktığımız zaman, konuşmamızın başında da söylediğim gibi bu bölgesel ve uluslararası dinamiklerin hiç birisi bizim ulusal çıkarlarımızı yansıtmıyor. OHAL bitmiş görünüyor ana savaş koşullarında yeni bir CUHAL yani Cumhurbaşkanlığı konumu devam ediyor.

MUHALEFET OLMADIĞI İÇİN DEVLET TEHDİT ALTINDA

NURAY BAŞARAN-Ama bir yandan da buna paralel olarak ABD ile inanılmaz bir savaş ve çatışma mevcut.

ANIL ÇEÇEN- Bakın muhalefet olmadığı için biz bunları gündeme getiremiyoruz ve artık devlet ciddi tehdit altında kalıyor.  tabi ki hükümet,  devleti yöneten güç olarak şu aşamada ABD ile karşı karşıya gelmektedir ki, Cumhuriyet tarihi açısından baktığımız zaman,  ya da Türk-Amerikan ilişkileri açısından konuyu ele aldığımız zaman Türkiye'nin en katı biçimde ABD ile karşı karşıya kaldığını açık bir şekilde ifade edebiliriz. Bu konuda -sizinle daha önce de paylaştım biliyorsunuz- bir uluslararası konjonktür var, bu uluslararası konjonktür de şu aşamada geçmişten gelen iki kutuplu dünya düzeninin Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte çöküş aşamasına geldiği noktada,  ABD merkezli tek kutuplu bir dünya oluşturulmak istendi.  Fakat bunun olamayacağı gündeme geldi. Bakın AB karşı, Rusya karşı, Çin  karşı, İran karşı, Brezilya karşı. ABD merkezli batı hegemonyasını örgütleyen ve geçmişten gelen yapının bu gün devam edemeyeceği ortaya çıktığında; Brezilya'nın, Batı'nın içinden koparak Doğulu devletlerle beraber BRİCS örgütlenmesine gittiği bir dünya var ki,  işte bu yeni dünyayı kavrayan bir Türkiye Cumhuriyeti'nin hükümeti adına biliyorsunuz Sayın Recep Tayyip Erdoğan Güney Afrika'ya gitti ve BRİCS zirvesine katıldı.  Ki bence son derece doğru bir yaklaşımdır ve Türkiye bu konuda geç kalmıştır. Türkiye,  batı ile ilişkilerine öncelik verdiği noktada, Türkiye'yi yöneten merkez sağ ve merkez sol partiler batı yörüngesi altında olduğu içindir ki, batının Türkiye ile ilişkilerinde Türkiye'yi sömürgeleştiren/sömürge konumuna getiren bu yaklaşımlara karşı çıkılmamıştır.  Ya da bir alternatif inisiyatif maalesef şimdiye kadar Türkiye'yi yöneten iktidarlar tarafından yapılmamıştır.  İşte ilk kez bu gün ki  hükümet Batı'nın Türkiye'nin üzerine geldiği noktada, merkezi coğrafyada batı hegemonyasını korumak istedikleri, bu hegemonyayı korumak için gündeme getirdikleri plan ve projeler doğrultusunda Türkiye'yi komşularıyla karşı karşıya getiren, Türkiye'yi komşularıyla savaşa sürükleyen ve Türkiye'yi  Batı hegemonyası doğrultusunda Doğu ülkeleriyle kapıştırmak isteyen süreçlere karşı,  Türkiye şimdiye kadar pasif kalıyor ve bir şey yapmıyordu.  Ama bugün ki hükümetin aktif davranarak alternatif bir yapılanma doğrultusunda artık Batı blokunun yeterli olmadığı noktada BRİCS ülkeleriyle bir araya geldiğini görüyoruz.

Bakın ekonomik krize sürükleniyoruz ve Batı ülkeleri hiçbir şekilde Türkiye'ye yardım etmiyorlar ve bu noktada Çin'in Türkiye'ye dış borçlarını karşılayacak kadar bir ekonomik yardımda bulunabileceği gibi bir yaklaşım gündeme geliyor. Bu doğrultuda Maliye Bakanı açıkça Çin'den destek alabileceklerini ve bu doğrultuda önümüzdeki dar boğazı Çin'den gelecek maddi destek ile aşabileceğimizi ifade etmiştir ki bütün bunlar yeni gelişmelerdir.

Şimdiye kadar Türkiye, ekonomik yardımı Batıdan aldı ama bu gün Batı'yla ters düştük ve karşı karşıya geldi. Bu gün AB'nin bugünkü haliyle Türkiye'yi Ortadoğu'da istemediğini, ABD'nin bugünkü  haliyle Türkiyeyi Ortadoğu'da kullanmak istediğini, İsrail'in ise Kürdistan'ı kurdurarak bir federasyon/bölge devletine yöneldiği noktada, Türkiye'yi bu amaçla kullanarak Türkiye'nin mevcut yapısını bozmaya kalktığı bir noktada,  artık gerçekler gizlenemez hale gelmiş ve Türkiye alternatif arayışına başlamıştır. Bu doğrultuda bir yandan BRİCS toplantılarına katılmak, öbür taraftan Şangay İşbirliği Örgütü ile diyalog kurmak, öbür yandan Rusya ile yakınlaşarak bir Avrasya dayanışması içerisinde Rusya-İran-Türkiye üçgeninde hareket etmek,  ki biliyorsunuz Suriye meselesinin açılmasında, Astana zirvesinin açılması noktasında bu birliktelik gerçekleşmiştir. Yani yaşadığımız süreç içerisinde artık ABD merkezli ve Batı hükümranlığında bir yapılanmanın merkezi coğrafyada gerçekleşemeyeceği ama bu doğrultuda meydana gelen yeni dönemde tamamen diğer kutupların -Rusya'nın, Çin'in, İran'ın- yavaş yavaş merkezi coğrafyaya AB'nin müdahale etmeye başladıklarını görüyoruz.

TÜRKİYE’NİN BATI İTTİFAKI İLE YOLLARINI AYIRDIĞINI GÖRÜYORUZ

NURAY BAŞARAN -Peki, bu noktada Türkiye makas mı değiştiriyor? NATO'dan çıkalım sesleri yükseliyor.  Avrasyacı bir yapıya mı geçiyoruz? Bunların hangisi doğrudur ?Hangi çizgide ya da nasıl yürümemiz lazım?

ANIL ÇEÇEN-Türkiye'yi kendi haline bıraksanız, Türkiye kurduğu bağlantılar çerçevesinde ahde vefa ilkesine uyan -ki bakın NATO üyeliğinden Türkiye çok büyük zarar görmüştür ama NATO'dan ayrılmaya yönelmemiştir, bu gün ABD'nin NATO'yu kullanarak Ortadoğu'da 3. Dünya Savaşı'nı başlatması noktasında Türkiye'nin NATO'daki durumunu komşularla savaşmamak için tekrardan değerlendirmesi gerekmektedir. Bu gün eğer Türkiye NATO'dan ayrılmayı tartışıyorsa, bu gün eğer BRİCS ülkeleri ile bir alternatifi arıyorsa, bu gün eğer Çin'den kredi sağlayarak ekonomik dar boğazı aşmak istiyorsa Türkiye'nin artık Batı ittifakıyla yollarının ayrıldığını görüyoruz ve Batı ittifakıyla Türkiye'nin gidemeyeceğini, geleceğe yönelemeyeceğini çok açık bir şekilde ortaya koyduğunu artık görüyoruz. Böyle bir noktada Türkiye kendisini kurtarmak, ekonomik dar boğazdan çıkmak, bölgede savaş riski taşıyan gelişmelere karşı diğer devletlerle işbirliği yaparak hareket etmek gibi bir durumda kaldığını görüyoruz. Efendim benim geçen senelerde yayınlanan "Türkiye'nin Konumu" isimli bir kitabım var, o kitabın sonuç kısmında şöyle bir başlıkla kitabı bitiriyorum: "Asıl oyun şimdi başlıyor." Yani SSCB varken, Soğuk Savaş döneminde bir çok konu gizlendi hep biz böyle iki kutuplu bir dünya varmış gibi gördük ama o noktada büyük devletler geleceğe dönük hazırlık yaptılar, orta büyüklükteki devletler yeniden bir durum değerlendirerek ulus devlet olarak kendilerini koruma noktasında yeni yaklaşımlar geliştirdiler. İşte biz de bir orta boyuttaki devlet olarak başlayan yeni dönemde, eskisi gibi güçlü konumumuzu korumak doğrultusunda güçlü bir alternatifi gündeme getirmemiz gerekiyordu ki Türkiye'nin esas sorunu budur. Yani bir 'B' planının Türkiye'de gerçekleşmemesi, geleceğe dönük bir milli planın uygulama alanına getirilmemesi ve emperyal devletlerin bu coğrafyayı, merkezi coğrafyayı savaş alanına dönüştürmemesi için uygulanacak olan bir bölgesel yapılanma doğrultusunda , Türkiye'nin bir ulusal projesini devreye sokamaması yüzünden bu gün maalesef içinden çıkılmaz bulunan bir kaotik ortama sürüklenmiş bulunuyoruz.

MUHALEFET ALTERNATİF YAPILANMAYI BİR AN ÖNCE ORTAYA KOYMALI

NURAY BAŞARAN-Ama hiçbir şey için de geç değildir biliyorsunuz.

ANIL ÇEÇEN-Evet, bunları konuştuğumuza göre geç değildir ama umarım, özellikle bu gün Türkiye'yi yöneten hükümetin ve hükümetin yönettiği devletin ve siyasetin bir parçası olan ana muhalefetin ve mecliste yer alan diğer partilerin bu gerçekleri tartışarak açık açık görüşerek, hem meclisteki halka açık oturumlarla,  hem kamuoyunda halka açık bir şekilde hareket ederek, bir alternatif yapılanmayı bir an önce ortaya koymaları gerekiyor. Sonuç olarak şunu vurgulamak isterim; Türkiye kamuoyundan hiçbir şeyi gizlememeli, evet medya hep küresel sermayenin finansmanı doğrultusunda yönlendirildi ve böylece Türk halkından bir çok gerçek gizlendi. Türk halkından, Türk kamuoyundan gerçeklerin gizlenmemesi gerekmektedir. Bu doğrultuda yayın organlarının gerçekleri açıkça ortaya koymaları gerekmektedir ve yine bu doğrultuda tartışmaların yapılması gerekmektedir. Bu gün dünyanın nasıl bir konumda olduğunu, dünyayı yöneten güçlerin ne noktada olduklarını, geleceğe dönük ne gibi plan ve programları olduğunu, birbirlerine karşı ne gibi planlara başvurduklarını kendileri dışındaki diğer ülkelere plan ve programlarını uygularken ne gibi yollara başvurduklarını bilmek durumundayız ve ona göre önlemlerimizi almak durumundayız. Yani, bu çerçevede devleti yönetmek yetmez, devleti bir idari reformla güçlendirerek hareket edilmesi gerekiyor ama bu gün KHK'lara baktığımız noktada;  bu yapılanmaya değil, maalesef bir bölgesel yapılanmaya öncelik verildiği görülmektedir.

Ayrıca hükümetin geleceğe dönük alternatif modelini kamuoyuna bir milli plan olarak açıklaması ve halka kabul ettirmesi gerekmektedir ve yine ana muhalefet konumunda olan, devleti kurmuş, Cumhuriyeti kurmuş olan Atatürk'ün partisiyle, milli devleti koruması gereken milliyetçi partinin de hazırlayacakları milli programların alternatif siyasi yapılanmaların kamuoyuna getirilmesi ve bu doğrultudaki tartışmalar sonucunda da Türkiye'nin yeni dönemdeki yolunu belirlemesi zorunlu hale gelmiştir. Eğer Türkiye, burada iktidar ve muhalefet birliğini sağlayamazsa, eğer Türkiye'de iktidar ve muhalefet tartışmaları giderek artan dozda siyasi krize yol açabilecek gelişmelerle karşı karşıya kalırsa,  işte Türkiye'nin sonu maalesef böyle bir noktada gündeme gelebilir. Türkiye'yi böyle bir süreçten kurtarmak için bir an önce Türkiye'de iktidar ve muhalefetin, meclis çatısı altında yer alan partilerin, meclis dışındaki partilerin kısaca bütün toplum kesimlerinin ortak hedefler doğrultusunda birleşmesini sağlamak gerekmektedir.

Özellikle bu gün dünyanın içinde bulunduğu çok kutuplu yapılanmaların, alternatif yapılanmaların ve bölgesel yapılanmaların ve bu bölgeye yönelik emperyal plan ve projelerin açıklığa kavuşturulması ve bunların kamuoyu önünde açıkça tartışılarak Türk halkının bu doğrultuda bilinçlendirilmeleri gerekmektedir. Böyle bir bilinçlenme olursa, Türkiye'ye yönelik birçok plan ve program, komplo, siyasal oyun bozulabilecektir ve Türkiye ancak bu şekilde kendisini bir takım senaryolardan kurtararak daha  istikrarlı bir şekilde devam edebilecektir.

BUGÜNKÜ İKTİDAR SEÇİMLE GELDİ SEÇİMLE GİTMELİDİR

NURAY BAŞARAN-O zaman muhalefet içerisindeki partilerde bu sancıyı ya da değişim isteğini ya da bu kavgayı,- artık adına ne diyorsanız- bu hareketlilikleri hayra mı yormak lazım?

ANIL ÇEÇEN-Tabi ki.  Bakın ana muhalefet partisi yaklaşık 16 senedir yapılan hiç bir seçimi kazanmadı/kazanamadı. Eğer Türkiye'de  ana muhalefet partisi seçim kazanamıyorsa önce onu halletmek gerekir, çünkü bu günkü  iktidar seçimle geldi ve seçimle gitmelidir eğer demokrasi yaşayacaksa. Ama seçimle gitme şansı olmayan bir iktidar,  gelecekte seçim dışı bir takım siyasi senaryolarla karşı karşıya kalırsa, işte o Türkiye'de bir takım siyasal krizler yaratabilir.

NURAY BAŞARAN-Böyle bir sıkıntı var mı şu anda?

ANIL ÇEÇEN-Ana muhalefet partisi ve yavru muhalefet partisi diyelim -milliyetçi parti- bu iki muhalefet partisi,  Türkiye'nin geleceği için alternatif programlar ortaya koymazlarsa ve bu programları uygulamak üzere iktidara gelmezlerse ve böylesine bir iktidarı oluşturmak için bir araya gelerek ortak bir koalisyon programında anlaşmazlarsa, Türkiye alternatifsizlik nedeniyle bir çıkmaza sürüklenecektir. O zaman da işte, maalesef Türkiye üzerinde emperyal emelleri olan kesimlerin içimizdeki uzantıları, Türkiye'yi bir siyasal kriz üzerinden kaosa götürerek, Türkiye'nin dağılmasını ve yüz yıllık parantez olarak ifade ettikleri Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılına varmadan ortadan kalkmasına kadar varabilecek bir takım kaotik durumları gündeme getirebileceklerini söyleyebilirim.

NURAY BAŞARAN -Hocam zaten son seçimde, az önce söylediğiniz muhalefet bir koalisyon kurmuştu ve adına da Millet İttifakı dedi. Ama başarılı olamadı.  Fakat az önce siz de söylediniz, seçim gecesine dair spekülasyonlar çok yüksek.  Tekrar böyle bir koalisyon kurulduğunda başarılamama ihtimali de masada. Burada çözüm görünüyor mu ?

ANIL ÇEÇEN-Şimdi efendim burada hukukçu olarak çelişkili bir durumdan bahsetmek istiyorum. İktidar partisi cumhurbaşkanlığı seçimi kazandı ama normal seçimi kazanamadı, normal seçim ortada kaldı.

İKTİDAR PARTİSİNİN OLUŞTURDUĞU HÜKÜMETTE MHP’Lİ BAKANLAR OLMALI

NURAY BAŞARAN-Nasıl yani?

ANIL ÇEÇEN-Yani normal seçimler sonucunda tek başına iktidar çoğunluğunu elde edecek 300+1 milletvekilini kazanabilecek bir konuma gelemedi.

NURAY BAŞARAN -Ama ittifak yaptığı partiyle bu sorunu gideriyor.

ANIL ÇEÇEN- Olay da burada zaten. Türkiye'de bir koalisyon olduğunu ifade etmek gerekir, ittifakı bir anlamda koalisyon olarak değerlendirmek gerekir. O zaman da iktidar partisinin oluşturduğu hükümetin içerisinde koalisyonu temsilen MHP'li bakanların olması gerekir.

NURAY BAŞARAN-Ama MHP lideri daha en başında, benim şahsıma hiçbir şekilde böyle bir teklifte bulunulamaz, MHP'li birisi de bu iktidarda bakan olarak görev alamaz diyerek bir tavır koyu ortaya.

SEÇİM CUMHURBAŞKANLIĞINDA KAZANILDI

HÜKÜMET KOALİSYON HÜKÜMETİ OLMALI

ANIL ÇEÇEN- Efendim bu konu anayasacılar tarafından tartışmalıdır. Burada oluşturulan başkanlık sistemi tek adam üzerinden ve o tek adamın hem Cumhurbaşkanı, hem parti başkanı olması üzerinden sağlanan bir yapıdır. Bu noktada o geleneksel parlamenter rejim var mı yok mu? Parlamenter rejimde yarıdan bir fazla oy alan iktidar olur, iktidar olabilmek için %50'nin üzerinde bir oy almak gerekir. Bu Cumhur başkanlığında sağlanmış görünüyor ama meclis seçim sonuçlarında bu sağlanmış görünmüyor. İşte ittifak üzerinden oluşturulan bu birlikteliği siz resmen koalisyona dönüştürmezseniz         , o zaman eski parlamenter demokrasinin o anlam ifade eden yarıdan fazla yapının hükümete yansıması noktasında, madem fiili bir durum var, madem koalisyon olarak görünen bir birliktelik var ittifaktan gelen, o zaman ittifakı oluşturan milliyetçi partinin bazı temsilcilerinin de hükümette olması gerektiği çıkmaktadır.  ki seçim öncesinde bu doğrultuda yapılan tartışmalarda, milliyetçi partinin aslında Cumhurbaşkanı yardımcısı da olabileceği söylenmiştir.  Ama bugün cumhurbaşkanlığı yardımcılığına baktığımız zaman daha çok bürokrasiden ve teknokrasiden gelen bir kişinin tercih edildiği gündemdedir. Yani burada bizim yıllardır alışmış olduğumuz bu demokratik rejim içerisinde ki çoğunluğun yönettiği bir yapı olması gerekirken mecliste üç yüzün üzerinde milletvekili olmayan bir partinin cumhurbaşkanı üzerinden iktidarı ile karşı karşıyayız ki, bu normal demokratik rejimler açısından tartışma konusu olan bir  sorundur.

NURAY BAŞARAN-Ama bu koalisyon ortağının bir tercihi gibi görünüyor. Yani Devlet Bahçeli bunu net bir şekilde açıklamıştı. Biliyorsunuz geçen hafta da tekrar bir araya geldi Sayın Erdoğan'la Sayın Bahçeli.  Ve görüşme sonrasında  Devlet Bahçeli cumhur ittifakının devam ettiğini ve bu ittifaka desteğinin devam ettiğini açıkça dile getirdi. Ancak hükümet koalisyonu uzak duruyor.

TÜRKİYE KOALİSYONU İHTİYAÇ

ANIL ÇEÇEN-Bu tespitler çerçevesinde sorunların daha fazla büyümemesi için, kaotik bir duruma sürüklenmemek için aslında meclisteki partiler arasında bir dayanışma olması gerektiğinin kanaatindeyim. Bakın Amerikan başkanı Türkiye’yi kamuoyu önünde suçladığı noktalarda, ya da Türkiye'ye yönelik sert açıklamalar yaptığı noktalarda meclisteki güneydoğu partisi hariç diğer partilerin yani şu an mecliste var olan iktidar partisi ve diğer üç partinin bir araya gelerek ortak hareket ettiğini ve ortak açıklamalar yaparak Amerikan emperyalizminin Türkiye aleyhinde ki açıklamalarına karşı ortak cevap verebildiklerini görüyoruz. Demek ki istenirse Türkiye'nin ortak çıkarları doğrultusunda meclisteki partiler bir araya gelebiliyorlar.

NURAY BAŞARAN-Peki o zaman meclisteki partiler bir araya gelirlerse,  ülke de böyle kritik bir dönemden geçiyorsa,  bu sistem ancak büyük bir koalisyonla mı yürüyebilir diyorsunuz?

ANIL ÇEÇEN-Bunu ilk kez sizin aracılığınızla açıklamak istiyorum. Şu an seçime giderken yapılmış olan o ittifak üzerinden bir fiili koalisyon durumunun devamı tartışmalı.  Türkiye özellikle ekonomik kriz ve bölgede savaş riskinin tırmanması şimdiye kadar müttefik olduğu emperyal güçlerle ters düşmesi noktasında olağan üstü bir duruma sürüklenmesi noktasında,  Türkiye'nin burada daha geniş bir koalisyona ihtiyacı vardır. Yani mecliste ulusal çıkarlar doğrultusunda bir araya gelen 4 partinin,  belki Türkiye’nin yönetiminde de ortak hareket etmesi ve o noktada sorunların çözümünde bir dayanışma içerisine gidilmesi gerekiyor. Böylece partilerarası çekişme ve çatışmanın önlenebileceği ve partilerarası dayanışmanın giderek artacağı bir noktada,  Türkiye'nin bu zor dönemeci aşması noktasında Türkiye'nin dönemeçte köşeyi dönerken dağılmaması, çözülmemesi için bir araya gelmesi ve bu noktada bir dayanışma içerisinde bu dönemeci aşması açısından daha geniş bir birlikteliğin gündeme getirilmesinde ve bu noktada alınacak önlemler doğrultusunda ortak bir hareketin dışarıya karşı emperyalizme karşı sergilenmesinde,  hem Türkiye'nin ayakta kalması açısından hem de bölge barışı açısından yarar olduğu kanaatindeyim.

MİLLET OLARAK VAR OLMA YOK OLMA NOKTASINDAYIZ

NURAY BAŞARAN-Yani siz hükümetin yeniden kurulmasını ve dört partinin gerekirse temsilcilerinin hükümette, bakanlar kurulunda yer alarak temsil etmesi gerektiğini söylüyorsunuz.

ANIL ÇEÇEN-O zaman bir milli hükümet gündeme gelecektir çünkü millet olarak var olma yok olma noktasındayız.  Milli devlet olarak çözülme noktasındayız ve emperyalizmin saldırısıyla Türkiye'nin giderek karşı karşıya kaldığı bir aşamada, bir iç savaş riskiyle, emperyal oyunlarla boğuşmak durumundayız.  İşte bütün bunları önlemek için,  belki daha geniş bir birliktelik nasıl sağlanabilir, dayanışma nasıl sağlanabilir bu gündeme gelebilir. Bu doğrultuda bir arayışta Türkiye açısından yararlı olacağı kanaatindeyim.

NURAY BAŞARAN -Milli hükümet kuşkusuz %50 + 1 aldığına göre R. Tayyip Erdoğan tarafından kurulması gerekir.

ANIL ÇEÇEN -Şu an %50 + 1 olayı ittifakla sağlandığı içindir ki,  bu ittifaktan bir milli yapıya, milli-ulusal dayanışmaya geçiş noktasında önümüzdeki dönemde yani meclis ile  cumhurbaşkanının koptuğu görülmektedir. Meclisin tatil edilerek bütün yetkilerin cumhurbaşkanında toplanması değil ama meclisle cumhurbaşkanlığının yan yana geldiği, ortak hareket ettiği, dayanışma içerisinde olduğunu görelim.  Çünkü zaten meclisteki iktidar partisinin başında da cumhurbaşkanı var.

NURAY BAŞARAN-Bu noktada şunu sormak istiyorum. İktidar olmak öyle bir şeydir ki hiç kimseyle paylaşılamaz. Sayın Erdoğan yüzde  %50 + 1 i almış bir kişi.  Kendi partisi dururken ki aynı zamanda partinin Cumhurbaşkanı, niye başka partilerle iktidarı paylaşsın ya da koalisyon kursun? Bu biraz siyasete aykırı değil mi?

ANIL ÇEÇEN- Bu sorunuza şöyle cevap vermek isterim. Osmanlı'dan gelen geleneksel Türkiye'yi temsil ettiğini söyleyen güç merkezleri Türkiye'de Osmanlı ve Selçuklu'yu temsil ederken cumhuriyet rejimini atlarlar ya da karşılarına alırlar. Ama bugün geldiğimiz noktada Cumhuriyet Rejimiyle Osmanlı ve Selçuklu'yu birlikte ele almak zorunda kalan hükümeti destekleyen geleneksel kesimler, bugün toplumun artık bir bütün olarak hareket etmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Çünkü Dünya'nın geleceği belli değil. Geçmişten bir yeni yapıya doğru gidiyoruz. Burada çok kutuplu bir durumla karşı karşıyayız. Kutuplar arası çekişmeler, ortaklıklar, çatışmalar, savaşlar Dünya'nın geleceğini belirler ama ne olacağını bilmediğimiz için buna dayanarak politika üretemeyiz.  Böylesine bir belirsizlikle hem Türkiye hem bölge,  hem Dünya karşı karşıya. Şu an Dünya'nın geleceğinde belirsizlik olduğu sürece,  Türkiye gibi ülkeler birliklerini, bütünlüklerini parti politikaları üzerinden değil ülke politikaları, devlet politikaları üzerinden belirlemek durumundalar. O zaman devlet politikalarının belirlenmesi noktasında,  iktidarın artık bir siyasi parti olarak değil,  devleti yöneten güç olarak siyasetin içerisinde var olan partilerle birlikte Türkiye'nin geleceğini belirlemesinde yarar var. O zaman bu dar boğazı geçerken, bu dönemeci dönerken dağılma riskinden kurtuluruz. O zaman Türkiye birliğini ve bütünlüğünü korur, o zaman birliğini koruyan Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda bir bölgesel plan ortaya çıkar ki, biliyorsunuz ben 15 sene önce bu konularla ilgili yayınlar yaptım kitaplar ortaya koydum. Türkiye'nin B Planı isimli kitabıma bakarsanız bir bölgesel planı biz pekala yapabiliriz.

NURAY BAŞARAN -Yani diyorsunuz ki bu gün partiler üstü, ülke çıkarlarını ve ülkenin var olup yok olma noktasında kurulması gereken bir hükümet mi?...

ANIL ÇEÇEN-Partilerüstü dersem yanlış anlaşılabilir. Burada OHAL ya da başka bir otoriter rejimmiş gibi ifade ediliyor. Bu nedenle partilerüstü değil,  partilerin bir dayanışma ve bütünsellik içerisinde ortak hareket ettiği, nasıl ABD'nin bizi tehdit ettiği bir durumda dört parti bir araya gelip o açıklamayı yapıyorsa, aynı dört  parti gelip diğer tehditler için de ortak bir zemin hazırlamalı. Ortak bir dayanışma düzeni içerisinde hareket ederek, geleceğe dönük Türkiye'nin bu gibi durumlarla karşılaşmamasını sağlayacak politikalar üretmeli.  Ya böyle bir ulusal birlik ve bütünlük içerisinde devleti kuran parti ve milliyetçi parti iktidar partisiyle beraber olmalı ya da ana muhalefet partisi ve milliyetçi parti bu günkü  gidişe karşı, dünyanın bizi karşı karşıya bıraktığı gelişmelere karşı ve emperyal güçlerin merkezi coğrafyaya karşı hükümranlık sürdürme girişimlerine karşı,  Türkiye'nin  kendisini toparlayıp yoluna devam edebilmesi noktasında hem devleti kuran partinin hem de milliyetçi partinin alternatif planları olmalı. Bu planlar doğrultusunda önümüzdeki dönemde Türkiye bir seçime daha gidecek, yerel seçimlere gidecek. Şimdi yerel seçimlere giderken orada belediye başkanlarının seçilmesi mi gündeme gelecek? Yoksa geçenlerde çıkan kararname doğrultusunda valilerin yetkilerinin artırıldığı bir noktada, gelecekte seçimle gelen belediye başkanlarının yerine seçimle gelen valiler mi olacak? Bu konu bile bu gün tedirginlik yaratmakta

NURAY BAŞARAN-Belediye başkanlığı ve yerel yönetimlerin seçilmesinin bu yeni sistemde  bir değeri var mı?

ANIL ÇEÇEN- Efendim bakın, ekonomik kalkınma ajansları bir, büyükşehir kanunu iki ve valilerin yetkilerinin artırılmasıyla ilgili üç olmak üzere,  bir anlamda bütün bunlar bir anlamda yerleşik yerel yönetimler düzeninin dışına çıkmaktadır. Peki, yerleşik yapının siz dışına çıkıyorsunuz ama nasıl bir yapıya doğru gidiyorsunuz/hedefliyorsunuz bu belli değil. Bunların konuşulması ve tartışılması gerekiyor. Biz o zaman yarın belediye başkanlarını seçerken kalıcı belediye başkanları olarak mı seçeceğiz? yoksa onları önümüzdeki seçimle gelen valiler düzeni içerisinde olabileceklerini dikkate alarak mı oy kullanacağız? Türk halkı seçimlere gitmeden önce bu konuda emin olmalı. Kararını vermeli ya da hükümet ya da meclisteki partilerin bir araya gelerek yapacağı değerlendirme noktasında Türkiye'nin seçimler yoluyla demokrasiye nasıl devam edeceği ortaya çıkmalı. Bu belirsizlikten Türk kamu oyunu kurtarmak gerekir, demokrasinin devamı açısından.

TÜRKİYE’NİN AYAKTA KALMA SEBEBİ PARA BASMA YETKİSİNİN ELİNDE OLMASIDIR

NURAY BAŞARAN -Demokrasinin devamı açısından cümlesini çok önemsiyorum, tehlike o kadar büyük mü?

ANIL ÇEÇEN- Şİmdi bakın, Türkiye Cumhuriyetinin yüz yıllık tarihine baktığımız zaman bir çok darbe senaryosuyla karşı karşıya kaldık. Bu gün ABD'de Pentagon'un Trump'a karşı darbe yapacağı konuşuluyor biliyorsunuz. Pentagon'un desteğiyle ABD'nin başına gelen Trump, emperyal politikalar ve güç merkezleri arasındaki çekişme ve çatışmalar dolayısıyla Pentagon'la ters düştü. Şimdi Pentagon'u kontrol edemiyor, Trump Pentagon'u kontrol edemiyor. Yarın silah kimde, yani sadece parayla iktidar çözülmüyor silah Pentagon'da olduğu için... Trump'ın önümüzdeki dönemde Nixon'a yapıldığı gibi empegamet dedikleri yargılama süreci üzerinden Trump'ın görevden alınabileceği söyleniyor. Ayrıca Avrupa ülkelerinde askeri müdahalelerden söz ediliyor. Biliyorsunuz İtalya çökmüş vaziyette, bitmiş vaziyette. Yunanistan çöktü, İspanya çöktü. Aslında bunlar hep AB üzerinden bir büyük entegrasyona yönelen ülkeler ama hepsi iflas ettiler. Çünkü o devletleri devlet olma hakkı olan para basma yetkisini ellerinden aldılar. Önceden para basma yetkisini kullanan devletler,  para basıp yollarına devam ediyorlardı. Şuan Türkiye'nin ayakta kalmasının bir sebebi de  para basma yetkisini elinde tuttuğu içindir. Eğer biz de Yunanistan gibi para basma yetkisinden vazgeçip Euro bölgesine girseydik, biz de çoktan ekonomik krizde darma duman olacaktık.

NURAY BAŞARAN -Bu askeri darbeler kısmını önemsiyorum ama son sistem değişikliği ile şöyle yeni bir gelişme oldu.  TSK Milli Savunma Bakanlığına bağlandı. Bir önceki Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar da Milli Savunma Bakanı oldu. Bir nevi sivil hayata geçti ve demokratikleşmeyi kabul etti. Demokratikleşme modeli kabul edilip yumuşak bir geçiş sağlanmışken, yeniden bir askeri darbe senaryosu ya da korkusu  veya alternatifiyle karşı karşıya mıyız?

SURİYE-İRAN-IRAK HATTINDA SAVAŞ RİSKİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ

ANIL ÇEÇEN- Şöyle, ülkemiz açısından Türkiye açısından karşı karşıya değiliz. Ama ABD'nin İran'ı hedef göstermesi, Suriye'de anlaşma olmaması, Suriye Savaşı'nın devam ettirilerek Türkiye'nin güney sınırlarından rahatsız edilmesi, Irak'taki savaş sonrası durumda hala çözümün sağlanamaması,  Türkiye'yi Suriye-İran-Irak hattında savaş riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Ayrıca Rusya'nın Ortadoğu’ya inmesi, Doğu Akdeniz'e müdahale etmesi, Suriye'ye yerleşmesi, Kıbrıs Rum Kesimi'ne yerleşerek Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları üzerinde hak iddia etmeye başlaması noktasında, Rusya'nın da bu coğrafyada ABD'ye karşı, Batılı emperyal güçlere karşı bir Asya gücü olarak devreye girmesi noktasında... Bunlar hep potansiyel savaş nedenleri olarak gündeme gelmekte ve bizi zorlamakta.

Bakın Güney Kıbrıs'ta geçen hafta yapılan toplantıda İsrail Büyükelçisi,  Türkiye ile İsrail'in savaşabileceğini söylüyor ve Türkiye'nin bir an önce Kuzey Kıbrıs’ı bırakmasını istiyor.

NURAY BAŞARAN Mısır Büyükelçisi de buna katılmıştı

ANIL ÇEÇEN- Tabi, Mısır'da Ortadoğu'ya egemen olmak istediği noktada Türkiye'nin alternatifi olarak devreye giriyor. Benim bu konuyla ilgili son aylarda yazmış olduğum bir kitabım var. Ben orada açıkça yazdım, önümüzdeki dönemde Kıbrıs meselesi bir Türk-Yunan meselesi olmaktan çıkacak ve bir Rusya-İsrail meselesi olarak gündeme gelecektir. Kuzey Kıbrıs'a İsrail egemen olmak istiyor, Türkiye'yi dışlamak istiyor ve Rusya'da Ortodoks dayanışması içerisinde Rumların olduğu Güney Kıbrıs'a yerleşerek Kıbrıs adasını yönlendirmek istiyor.

NURAY BAŞARAN -Ama son dönem dış politikasında Putin'le beraber ABD siyasetini dengelemeye çalışan bir Türkiye var. O zaman bizim bu alternatifimiz de sıkıntılı mı?

ANIL ÇEÇEN-Ne açıdan?

NURAY BAŞARAN-Zaman zaman F-35 ve S-400 olayında bile bunu gördük ve hala F-35 ve S-400 üzerinden tartışma devam ediyor. ABD'nin bazı yaptırımları ve bölgede daha serbest hareket etmesini Rusya ile ilişki kurarak dengelemeye çalışıyoruz zaman zaman.

ANIL ÇEÇEN-Şimdi şunu iyi hatırlamak gerekir, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Atatürk Sovyetler'le diyalog kurmuştur. Sovyetler'e yakın bir Dışişleri Bakanı Atatürk zamanında 12 yıl görevde kalmış ve Türkiye ile Sovyetler arasında bir avrasya dayanışması sağlamışlardır. Ben bunu hep söylerim, Sovyet Devrimi olmasaydı, Türk Devrimi olmazdı. Sovyet  Devrimi ile oluşan bir doğu gücü noktasında Tükriye doğu ile batı arasında denge kurabilmiştir. Sovyetler Birliği ortaya çıkmasaydı, Türkiye Batılı emperyal güçlerin işgali altında kalacaktı. Osmanlı'yı yenen Fransız-İngiliz orduları biliyorsunuz.  Osmanlı'nın Ortadoğu toprakları üzerinden Anadolu'ya girmişlerdi ama işte tam o aşamada Sovyet Devriminin gerçekleşmesiyle Anadolu'ya giren Fransız ve İngiliz orduları geri çekilmek durumunda kalmışlar, Kafkasya'yı ve Hazar bölgesini ele geçiremedikleri içindir ki Sovyetler Birliği'nin oluşumuyla ortaya çıkan yeni durumda Türkiye Lozan'a giderken bir denge sağlayabilmiştir.

Bu gün de benzeri bir durum vardır. Türkiye Batılı emperyal güçlere karşı kendi varlığını korumak, Ortadoğu’ da barış içerisinde bir gelecek inşa etmek üzere mutlaka komşularıyla yakınlaşmak durumundadır. Türkiye,  o nedenle ABD'nin istediği doğrultuda İran ile savaşamaz, Avrupa ülkelerinin istediği doğrultusunda  Rusya'yla savaşamaz. Türkiye,  İran ve Rusya'yla yakınlaşarak bölgesel ittifaklar oluşturmak durumundadır. Unutmayın Anadolu halkının Kuvayi Milliye Mücadelesine silah yardımı Sovyetler'den gelmiştir. Sovyetler'de eski Türk devletlerinin uzantısı olan topluluklar aralarında topladıkları ile silah alımını gerçekleştirip Anadolu'da yapılan Kurtuluş Savaşı'na destek olmuşlardır. Daha sonra Hindistan Müslümanları aynı şekilde örgütlenerek,  Kurtuluş Savaşı'nı desteklemişlerdir. Biz böylesine bir merkezi coğrafyanın ortasındayız. SSCB ve Hindistan'dan gelen destekler olmasaydı,  Anadolu halkı Kurtuluş Savaşı'nı yürütemezdi. O desteklerle sağlanan silahlar sayesinde Anadolu halkı Kurtuluş Savaşı vermiş, kazanmış ve bağımsızlığını dünyaya kabul ettirmiştir. Bunu bu gün de hatırlamak durumundayız. Coğrafya değişmedi. Rusya yerindedir, Türkiye yerindedir. Dünkü  emperyal güçler de yerindedir ve üstüne üslük İsrail olgusuyla da karşı karşıyayız. Bunları hatırlayarak gerçekçi dış politika üretmek ve bölgedeki savaş politikalarının önünü kesmek açısından Türkiye'ye büyük yarar sağlayacaktır.

YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞI VERİLMEKTEDİR

NURAY BAŞARAN-Yeni bir kurtuluş savaşı mı başlıyor?

ANIL ÇEÇEN- Zaten yeni bir Kurtuluş Savaşı verilmektedir. Bu gün silahların kullanılmadığı ama kalemlerin, akılların kullanıldığı devlet akıllarının kullanıldığı bir savaş demeyelim ama bir mücadele ortamının tam ortasındayız. Jeopolitik gerçekler devam etmekte ve devletler de , ülkeler de,  milletler de kendi varlıklarını korumak için her türlü yeni durumu da dikkate alarak yeni planlar ve politikalar da geliştirmektedir.

NURAY BAŞARAN- Ben bir süredir devlet aklını yazıyorum, siz de biliyorsunuz. Ancak bir süredir, ‘Bu devlet aklı gerçekten var mı Türkiye'de? Kaldı mı ?’ gibi birçok soruyla karşılaşıyorum. Az önce sizin de dile getirdiğiniz gibi,  belki de parti devletine dönüştüğü için ve ülkede herkes bunu öngördüğü ve tespit edebildiği için devlet aklı şüphesi yaşıyor bazı kişiler ve bazı kesimler. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

ANIL ÇEÇEN-Şimdi, devlet aklı bizim bulduğumuz bir olay değil. Özellikle Batılı devletler Orta Çağ devletlerinden modern devletlere geçerken devletlerin kurulması sırasında, devletlerin örgütlenmesi sırasında, devletlerin geleceğe dönük bir kamu düzeni oluşturması noktasında var olan bilgi birikiminin kullanılmasına biz devlet aklı demişiz. Bu gün bakın Türkiye Cumhuriyeti denildiğinde, bin yıldır bu topraklarda var olan bir Türk hegemonyasından söz edebiliyorsak, bu bir siyasi birikimdir. Bu siyasi birikimin anlaşılması, dikkate alınması ve bugün değerlendirilmelerde öne çıkarılması da bir devlet aklıdır. Anadolu’da ben araştırmalarıma başlarken hep şu soruyu sordum kendime: "Türkiye neden böyle?" "Niye hem müslüman toplumuz hem laik devletiz?" "Niye hem Asyalıyız, hem Avrupalıyız?" "Neden bu gün jeopolitiğimiz böyle?" "Neden Osmanlı Balkanlardan çekilmiş ama Trakya bize bağlı kalmış?" "Neden bu coğrafyada Osmanlı yıkıldıktan sonra İngiltere, Fransa, ABD, Almanya Rusya kendi planları doğrultusunda yeni yapılanmaları araştırmışlar?" Bu sorulara cevap aradığınız ve araştırdığınız zaman görüyorsunuz ki, evet böyle bir coğrafya var ve böyle bir coğrafyanın ortasında biz devlet olarak varız, millet olarak varız. O zaman hem millet,  hem devlet olarak kazandığımız hakları koruyacağız, geri adım atmayacağız, mevcut halimizden vazgeçmeyeceğiz. Bunu koruma noktasında korumak yetmez, pasif direniş-savunma yetmez. Değişen koşullarda,  güçler arası denge düzeyinde biz de rakiplerimizle mücadele edeceğiz. Nasıl şirketler piyasayı ele geçirmek isterlerse, devletler de kendi ülkelerini genişletme noktasında komşu ülkeler üzerinde hak iddia edebilirler. Bizim üzerimizde hak iddia ediyorlar.  Mesela Hristiyanlar,  buraları Bizans'ın toprakları olarak görüyorlar ve o nedenle hak iddia ediyorlar.  Ya da küçük İsrail , buraları büyük İsrail'in bir parçası olarak görüyor ve Siyonizmin egemenliği altına bizi almak istiyor. Bunlara onların hakkı varsa,  o zaman bizim de bunlara karşı bizi ortadan kaldıran,  bizi parçalayan gelişmeler karşısında, kazanılmış haklarımızı muhafaza etmemiz noktasında bizim de üzerimize düşeni yapmamız ve Türkiye'nin devamlılığı, devletin devamlılığı açısından da bunlar zorunlu görünmektedir. Bizlerin de hareketlerini diğer devletler ve milletler gibi sürdürmemiz gerektiği açıkça ortaya çıkmaktadır.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Siyaset Haberleri