Prof. Dr. Taşansu Türker tüm yönüyle Rusya-Ukrayna savaşını değerlendirdi

Prof. Dr. Taşansu Türker, Rusya-Ukrayna savaşının yeni bir uluslararası politik mimarinin inşası ile ilgili olduğunu ifade ederek, bu süreçte güçlenen Anglo-Amerikan bloku karşısında Çin'in revizyonist bir aktör olarak öne çıktığını söyledi.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Karşılaştırmalı Siyaset Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Taşansu Türker, savaşa evrilen Rusya-Ukrayna krizini tarihi, siyasi, sosyolojik ve kültürel boyutlarıyla değerlendirdi.

Rusya-Ukrayna savaşının nedenleri nelerdir?

Mevzu bir Rusya-Batı, Doğu-Batı yahut bir Ukrayna sorunu değil. Mevzu çok daha küresel anlamda bir uluslararası politik mimarinin ortadan kalkması ve yeni bir mimari arayışın, ne yazık ki belli uygun araçların olmadığı bir dönemde, "machtpolitik (güç siyaseti)" denir ya Almanca, bir harbin de içinde olduğu sert bir politik döneme girildiği, bütün idealist yaklaşımların geçerliliğini yitirdiği ve çok kör keskin bir idealizmin dünyaya hakim olduğu bir dönemden bahsediyoruz şu an.

Putin'in 2 yıl evvel Dünya Ekonomik Forumu'nda dillendirdiği bir cümle vardı. Şöyle dedi; "Dünya Hobbesiyen bir döneme girdi". Malum Hobbes'un Toplumsal Sözleşme algısında bir Leviathan vardır. Yani "insan insanın kurdudur". O da bütün ulus devletlerinin birbirlerinin kurdu olduğu, herkesin birbirinin ayağına basabileceği ve bunu engelleyecek uluslararası platformların bulunmadığı yeni bir dönemden bahsetti. Bu hakikat miydi, kendi propagandası mıydı? Kısmen kendi propagandasıydı, büyük oranda kendi arzusuydu. Bunu tespit etmemiz gerekir. Batı'nın belirli bir kapasitesizlik sorunu, kendi içinde yarılmalar yaşadığı doğrudur. Ancak 1990'dan sonra güç kaybettiği inancında olan hatta onurunun kırıldığını düşünen Rusya'nın da bunu derinleştirmek için elinden geleni yaptığı, kendi ulusal gücünü genişletmek için Batı'daki sorunların üzerine daha fazla gittiğini ve Batı'daki yarılmaları Rusya tarafından siyaseten arkasına aldığı Çin'in ekonomik gücü ile desteklendiğini tespit etmemiz lazım.

Batı'daki yarılmalardan bahseder misiniz?

Bakın, Batı çok ciddi anlamda bir kabuk, gömlek değiştirme sürecinde. Endüstriyel toplumdan post endüstriyel topluma geçiş tartışmaları, bilgi teknolojilerindeki hızlı ilerleme, sermaye gruplarını el değiştirmesi… Bugün büyük otomotiv firmalarının çok büyük sermayelerinin olmadığını ama bunun karşısında hiçbir nesnel maddi üretimi olmayan Facebook'un mesela çok büyük bir sermaye birikimi topladığını görebiliyoruz. Bakın bütün bunlar, yani sermaye gruplarındaki yer değiştirmeler önemlidir. Bunun dışında toplumsal ilişkiler de buna bağlı olarak değişiyor. Bauman bunları çok güzel anlattı. Batı'nın "telosunu" kaybettiğini anlattı. Batı'nın bir arada yaşama kültürünü kaybettiğini, Batı'nın ciddi bir dönüşüm geçirdiğini, bunun da ciddi sorunlara yol açtığını anlattı.

Ancak başka bir şey oldu tabii ki bu arada. Batı uluslararası siyasal sistemi içinde de yarılmalar gördük. Mesela Almanya Merkel döneminde çok farlı bir politika izledi. "Ostpolitik" diye bir kavram vardır Almanca'da; "Doğu politikası". Soğuk Savaşın en keskin döneminde Willy Brandt dedi ki "Ben Sovyetler Birliği ile ilişki kurabilirim". Bu inanılmaz bir şeydi Sovyetlerle ilişki kurmak için. Soğuk Savaş döneminde bir NATO üyesi, hem de yarısı Sovyet işgali altında olan bir ülkenin başbakanı bunu söylemişti. Bugün de Merkel'in başlattığı politika bir "neu ost politikası" olabilir, bir "yeni doğu politikası". Rusya ile ekonomik ilişkiler kurmak, siyasal sisteminin sorunlarını dillendirmemek, Rusya'daki oligarşik yapıyı eleştirmemek, Rusya'daki insan hakları ihlalleri konusunda ahlaki bir pozisyon takınmamak, sadece Almanya'nın ekonomik çıkarlarına bakmak.

Fransa, Sarkozy döneminden başlayarak yeniden De Gaulleyen bir politika oturttu. Bu da "Batı bloku içinde özerklik arayan", yani renasyonalizasyon dediğimiz, daha ulusal politika eksenli bir çıkar politikasını yürütmekten bahsediyoruz. Libya müdahalesi budur.

Bu bahsettiğiniz sistemdeki kırılma nerede yaşandı?

Türker: Bugün "Ukrayna krizi nerede başladı" diye soracak olursanız bana, ben size 2011 yılında Libya'da başladı derim. Bugün yaşadığımız sorunun temelinde bu yatar. Başka bir örnek: İtalya. İtalya Batı Blokunun en önemli unsurlarındandır, Akdeniz güvenliğini sağlar ancak İtalya'nın da özellikle ENİ enerji şirketi üzerinden inanılmaz bir şekilde Rusya ile yakın ilişki içerisine girdiğini görebiliriz. Bütün bunlar Batı blokunda alternatif ekonomik açılımlar gerçekleştirildiğini gösteriyor.

Asıl kırılma Rusya'nın, nükleer silah sahibi olarak geri kalmış, Batı ile ekonomik, siyasal sistemine uygun olmayan toplumsal sistemiyle Batı'yla eklemlenmeye çalışmasıyla değil, asıl kırılma Çin'in tam bir meydan okumaya başlamasıyla karşımıza çıkmaya başladı.

Çin, bütün bu dengeleri altüst etti. Bu durum özellikle Trump döneminde tüm dünyada uluslararası siyasette bir vakum yarattı. Pek çok hevesli ülke kendi etkinlik alanını genişletmeye çalıştı. Bu bir sistemin çözülüşüdür. Sistemin çözüldüğü anlarda uygun platformlarınız yoksa bunların belirli bir şekilde çatışma ile yahut çatışma olmasa da itişme-kakışma ile çözümleneceğini herkes bilir ve bekler. Bu noktada zannediyorum Trump döneminin Batısı ile Biden döneminin batısını çok iyi anlamak gerekiyor, nasıl oldu da biz buraya geldik?

Bakın Trump, çok ciddi anlamda Rusya'nın önünü açtı. Ama bir şekilde Chamberlaine'in Hitler'e yaptığı gibi bu bir appeasement (yatıştırma siyaseti) idi. Yani her tarafta önünü açma değil ama kontrol altında tutma çabasıydı. Biden ise tam tersi bir yönelimle geldi. Trump'ın dediklerini hatırlayacaksınızdır, Fransa'ya gitti ve "Biz olmasaydık siz Almanca konuşuyor olurdunuz" dedi. Almanya'ya gitti "Para vermiyorsunuz kardeşim, siz NATO'yu ayakta tutmuyorsunuz ben sizi gerekirse savunmam" dedi. Sopa göstererek NATO'yu konsolide etmeye çalıştı. Biden ise seçimden önce şunu diyordu: Biz Trans-Atlantik ilişkileri güven, istikrar ve dostluk üzere inşa edeceğiz, ve tabii ki ilkeler.

Ne oldu ilkeler? Biden ne yazık ki birinci yılında Trump'ın neredeyse söylediği her noktaya geri geldi. Ve burada asıl bakmamız gereken husus şudur: Trans-Atlantik ilişkiler değil, bir Anglo-Amerikan blokun oluştuğunu tespit etmemiz gerekiyor. Özellikle Brexit'ten sonra İngiltere'nin daha rasyonel daha ulusal çıkarları çerçevesinde bir politika izlediğini ve ABD'yi de kendi izlediği politikalara eklemleyebildiğini, ABD'yi, Biden'ı -hem de Boris Johnson'ı hiç sevmeyen ideolojik olarak taban tabana zıt olan Boris Johnson'ın Biden'ı istediği noktaya getirdiğini görüyoruz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Dünya Haberleri