REKABET
Rekabet, istesek de istemesek de yaygın olarak paylaşılan bir duygudur. Meyvelerde bile rastlanabilir.
Papaz Eriği: Mayıs ayının başında ortaya çıkarım. Ömrüm pek kısadır; Mayıs sonunda özelliklerim yok olunca, ben de bir dahaki Mayıs ayına kadar kayıplara karışırım. Beni sevenler de özlemimi çeker. Aybaşında beni Can Eriği ile karıştıranlar olur, oysa tatarımız ne kadar da farkıdır. Ben ortaya çıkana kadar insanlar Can eriği ile kendilerini avuturlar. Ben ortaya çıkınca ise onun pabucu dama atılır. Mayıs başında da sulu ve lezzetliyimdir ama sonraları tezgâhlarda buğulu, buğulu yerimi alımca hiç rekabet tanımam. Bir de tuza banıp yerseniz, gerçekten doyumsuzumdur.
Dut: Papaz Eriği saltanatını bitirirken ben ortaya çıkarım. Benim tuza falan da ihtiyacım yoktur. Dalımdan alın, atın ağzınıza! Öyle tatlıyımdır ki bazen şurubum damla, damla ucumdan dökülür. Taze hâlimi yiyen yer, artanını kuruturlar; yıl boyu ben keyifle yenilebilirim. Papaz Eriği bana erişemez.
Çilek: Tadım ayrı, kokum ayrı, görünüşüm apayrı. Siyah küçük benleri olan kırmızı bir beden üzerine kondurulmuş yeşil bir taç; o benim işte! Nasıl da güzel kokarım. Benim genetiğimle oynanmadan önce daha küçük ve daha tatlıydım. Kardeşlerim vardı benden daha küçük, daha pembe; nasıl da tatlıydılar, nasıl da lezzetli. Onlar sanırım bir yerlere evlâtlık verildi, sonra ne oldular bilmem. Aslen Arnavutköylüydüler.
Kiraz: Tadım yanı sıra benim de pek de güzel bir görüntüm var. Ayrıca benim daha fazla çeşitlerim olur. Beyaz kardeşlerim var, adına Napolyon dedikleri ecnebi kardeşlerim var, proteinli olanımız bile var aramızda; onlara kurtlu kiraz diyorlar ve kimse yemek istemiyor. Keyifle yenilmemizin yanı sıra çocukların kulaklarına küpe de olur, onlar mutlandırız. Bir de benden daha uzun saplı, benim kadar tatlı değil ama ekşi tatlı, ailemizin evlât edindiği bir kardeşimiz var; onun adı Vişne. Kabul etmem gerekiyor ki onu benden daha yaygın kullanıyorlar. Bırakın reçelin yapmayı, hem pastalarda kullanıyorlar, hem de yetmiyor gibi likörünü bile yapıyorlar. Neyse, bu önemsiz bir ayrıntı. Özetle başta ben biz güzel bir aileyiz.
Şeftali: Biraz tüylü olabiliriz ama olgunlaşınca tüylerimiz kimseyi rahatsız etmez çünkü fazla ellemeye gerek kalmadan kabuğumuz zar gibi soyulur. Reçelimiz yapılır, kompostomuz çok güzeldir, bizi yiyen bir daha yemek ister.
Elma, Armut: Herkes bizleri akraba sanır ama aslında yalnızca yakın dostlarız. Her ikimizin de çeşitlilikleri ve tatları birbirleri ile yarışabilir ama kendimize öylesine güveniriz ki rekabet etmek aklımıza gelmez. Ama ben biraz daha üstünüm armuttan çünkü makyaj yapabiliyorum. Biraz canım acıyor bedenime o çubuğu soktuklarında ama sonra öyle parlak bir kırmızı şekere buluyorlar ki, gören bir daha dönüp bakıyor. Ben kendimizi hiç benzetmiyorum ama insanlar tombiş hanımların vücutlarını ya bana ya da arkadaşım Armut’a benzetiyorlar.
Karpuz: Yaz meyvelerinin kraliçesiyim. Ulaşmadığım sofra yoktur. Koyu yeşil kabuğumun üstüne bazen meridyenler çizerim; böylece insanlar neremden keseceklerini bilirler. Keserken illâki şapkamı çıkarırlar ama ister meridyenime göre, ister ekvator çizgimden kessinler dışta koyu yeşil kabuğum, sonra beyaz bir çizgi arkasından simsiyah çekirdeklerimin serpiştiği kan kırmızı öz benliğim ile bırakın lezzet kumkuması olmamı, görsel bir şölen de oluştururum. Eskiden çekirdeklerim sarı siyah renkte ve kocaman olurdu. Beni yedikten sonra insanlar onları da yerlerdi. Sonra kuşaktan kuşağa değiştim ama her halimle çok güzelimdir doğrusu. Arkadaşım kavun da idare eder ama benimle boy ölçüşemez.
Nar: Kendime hayran olmak için pek çok nedenim vardır. Zaten benden mülhem, kendilerine hayran insanlara narsis derler. İçimdeki pırıl, pırıl boncuklar öyle kırmızıdır ki domatesi bile övmek için “nar gibi” derler. Lezzetimi anlatmama gerek yok.
Muz: Ben aslında Anamurluyum ama şimdi yabancılar ortalığı sardı. Aslında onların tatları, kokuları benimle boy ölçüşemez. Ayıptır söylemesi onlara Eşek Muzu diyorlarmış, haklılar aslında. Tatlılara, pastalara pek yaraşırım. Kendi başıma yerseniz de çok keyif alırsınız.
Portakal: Biz çok büyük bir aileyiz, soyadımız turunçgillerdir. Çekirdek ailemizde annem, babam, ben ve kardeşlerim güzel bir grup oluştururuz. Benim adım Vaşington, kardeşlerimden birinin adı Yafa idi o vefat etti. Yaşayan ikiz kardeşlerim var ama ikizlerden biri bizlerden farklıdır. O, kıpkırmızı diğeri normal. Kırmızı olanı asla dışlamayız; kendine göre güzelliklerini hep takdir ederiz ki kompleks sahibi olmasın. İkizlerden kırmızı olana Kan Portakal, öbürüne Sıkma Portakal deriz. Akrabalarım greyfurt, mandalina, turunç, limon hepsi ayrı, ayrı pek güzeldirler. Ama doğrusu en çok beğenilen hep ben olmuşumdur.
Üzüm: Çeşitlilik mi? Kim benimle yarışabilir. Lezzet? O başka bir tevatür! Çekirdeklerim bile ne kadar da yararlıdır, insanlar onları sıkıp yağını çıkarıp sağlığa yararlı diye satıyorlar. Çekirdeksiz olanlarımı hem yerler, hem de kuruturlar, aslında mor ve çekirdekli olanım da var, onu da kurutuyorlar. Öyle dut gibi yalnız karadut, beyaz dut olarak ayrılmam. Tüm çeşitlerimi ve yararlarımı saysam, sayfalar yetmez.
Kayısı, zerdali: Biz iki kardeş birbirimize çok benzeriz ama birimizin çekirdeği acıdır, diğerimizinki tatlı. İnsanlar acı olanları ilaç diye yiyorlarmış, badem çok pahalılaştıktan sonra tatlı olanları da kuruyemişçiler satıyor. Ben kayısıyım, şu tatlı çekirdekli olan. Güzel çocukların yanaklarında çiller olursa bana benzetiyorlar. Aslen Malatyalıyım. Kardeşimin aksine benim reçelim de pek güzel olur. Övünmeyi hiç sevmem ama ne yapabilirim. Kardeşime göre üstünlüğümü sizlerden gizlemek istemedim.
Görüşebildiğim meyveler bu kadar; diğerlerinin de kim bilir paylaşmak istediği neler, neler vardır. Olanağını bulur onlarla da konuşursam, dinlediklerimi daha sonra sizlerle paylaşırım.