Sadullah ÖZCAN
Son günlerde aşırı derecede konkordato kelimesini duyar olduk. Bugüne kadar toplumun çok haberdar olmadığı bu kelime farkında olmadan reel ekonominin gerçeği haline getiriliyor. Öyle görülüyor ki birileri tarafından bir dönemin banker, bir dönemin banka olaylarının benzeri bu kelime ile özetlenen ekonomik güvensizliği doğuracak yöntem olarak görülüyor.
Türkiye’nin 24 Haziran seçimleri sonrası, Cumhurbaşkanlığı Sistemi geçiş süreci fırsat bilinerek başlayan döviz dalgalanması enflasyonun ve fiyatların astronomik artışları ile devam etti. Döviz kurlarındaki yüksek hareketliliğin durmasına rağmen domino etkisi olarak mı yoksa farklı bir zorlayıcı planın parçası mı anlayamadığımız şekilde piyasayı tedirginliğe sevk edecek gelişmeleri görüyoruz.
Piyasa ekonomisinde herkesimi ve sektörü tedirgin eden fiyat artışları ile karşı karşıyayız. Türkiye’nin hakikaten ekonomik alanda bir saldırı altında mı yoksa gerçekten ekonominin zayıflığından mı kaynaklandığını anlayamadığımız bir durum yaşıyoruz.
Son haftalarda Türkiye’nin dört bir yanında dolanıyoruz. Kâh Ege’de kâh İstanbul, kâh Trakya’da kâh memleketteyiz. Ankara’da ise yurdun değişik bölgelerinden gelen misafirler ağırlıyoruz. Köyünden de, kasabasından da, ilçesi ve ilinden de az veya çok haberdarız.
Temmuz-Ağustos aylarında dövizde yaşanan dalgalanmanın olmazsa olmaz sonuçları fiyat artışları her alanda hissediliyor. Bir kısmının acısı yeni topluma yansıyor. Bir kısmı ise zaten alışkanlık oluşturmuş. Fakat tarım ve hayvancılık alanında hem piyasa hareketliliği, hem girdi ve çıktı maliyetleri dengesi kurulamadığından sıkıntılara yol açıyor.
Ekonomi uzmanı değilim. Ekonomist hiç değilim. Ev ekonomisini belki zor idare eden biriyim. Fakat gözlemlerime göre toplumda ekonomi alanında iki farklı gerçek ortada. Bu açıdan bir algı ekonomisi var. Bir de reel ekonomi var. Reel ekonomi gereği ağırlıklı ithal ikamesine dayalı üretime sahip olduğumuzdan dövizin artışı oranında fiyatların yükselmesi gerçeği yaşanıyor. Alım gücümüz bu artışlar oranında azaldığı bir başka gerçek. Buna karşılık gelirlerin yükselmesi beklentisi kaçınılmazdır. Türkiye aslında dövize endeksli piyasanın dengelerinin kurulması sancısı yaşıyor. Bu yaşadığımız gerçeğin yanında ayrıca algı ekonomisi ile de karşı karşıya olduğumuz görülüyor. Gelişmeleri küçümsediğim zannedilmesin. Fakat ekonomi reel gerçekler üzerinden değil özellikle algı üzerinden değerlendiriliyor. Benzeri durumu terör olayları sırasında da yaşamıştık. Gelecek endişesi toplumun bütün katmanlarını sarmıştı. Terör azaltıldı. Bu sefer ekonomik algılar üzerinden güvensizlik yaşıyoruz.
Sanki kanuni açıklar fırsat bilinerek ekonomik güvensizlik körükleniyor.
Bir firmanın iflasını anlarız. Fakat banker olayı gibi, bankacılık olayı gibi bugünlerde kanuni boşluklar istismar edilerek konkordato müessesesi işlemeye başlamasını anlamıyorum. Resmi rakamlara göre bine yakın firma konkordato kararı aldırmış. Mahkemelere kaç firmanın başvurduğu ise bilinmiyor. Görülen o ki konkordato ile ilgili kanunlar istismar edilerek bugün algı ekonomisi olarak yaşadığımız sıkıntılar reel ekonomide geri dönülmez krizleri beraberinde getirecek. Şu an konkordato kararı alan firmaların piyasaya olan borçlarının ödenmemesi üzerine asıl iflaslar başlamak üzere. Konkordato ilan eden firmaların ödemediği çekler ve ödemediği senetler birçok firmanın silsile yolu ile icraya düşmesi ve iflasına yol açacak. Üç-beş firma konkordato ile korumaya alınırken 10 binlerce firma iflasa sürüklenebilir. Danışılıklı dövüş silsilesi. İşte o zaman algı ekonomisi ile yaşadığımız kriz reel ekonomimizi alt-üst edecek.
Geç kalınmadan bugünden konkordato kararı aldıran firmalar ile bu yolu açan bürokratik yapı mercek altına alınmalıdır. Ayrıca konkordato kararı aldıran firmaların stokları ile mali kaynakları da incelenmelidir.
Kalın sağlıcakla…
Kaynak: Ekonomi ve konkordato - Ankara Koridoru - Sadullah Özcan