Ehliyetsizlik, liyakatsizlik, bilgisizlik, anlamadığı konularda çakma uzmanlık, yönetimin her kademesinde dikkati çekiyor.
Devletimiz hiç bu kadar amatörlerin ve tecrübe noksanı bir kadronun elinde kalmamıştı.
Bilmemek ayıp değil ama öğrenmemek çok ayıp.
Hele bu ayıbı işlemekte ısrar edenler, devletin kadrolarını bol miktarda işgal ediyorlarsa, o zaman zararın deliği daha da büyüyor.
Devlette yapılan hataların ve işlenen kusurların telafisi, geriye dönüşü çok zordur.
Denizcilik konusu yıllardır iyi yönetilmiyor.
Ne amatör denizciliğimiz nede profesyonel denizciliğimiz ehil ellerde değil çünkü.
Türkiye’de bir yere baş ol da, nereye olursan ol kafasıyla yürüdüğümüz, işi ehline değil, eş-dost-akraba ve yandaşa teslim ettiğimiz için, iki yakamız bir türlü bir araya gelmiyor.
Denizcilik bilgi, vizyon, müthiş bir tecrübe ister.
Oysa 20 yıldır her daldaki tecrübeli insanları evlerine gönderdik.
Yerlerine diploması olan ama hiçbir deneyimi, hele devlet hayatında hiçbir birikimi olmayanları oturttuk.
Hal öyle olunca, karalarımız da,denizlerimiz de, havayla ilgili işlerimiz de doğru dürüst yürümüyor.
Sahillerimiz işgal altında, yazlık bölgelerde insanımızın neredeyse denize girecek yerleri kalmadı.
Dünyanın en güzel ve kıymetli koylarına sahibiz ama, oraların da canına okuduk.
Özel Çevre Koruma kararlarını askıya alınca, bazı yerleri bilgisizce özelleştirip, bazılarını da yapılaşmaya hazır hale getirince, bu en değerli servetimizi de tehlikeye düşürdük.
Eskiden devletin nerede ne yapacağını iyi izler, iyi bilirdik.
Ama şeffaf yönetim Türkiye’de çoktandır tarihe karışınca, önemli kararlar kapalı kapılar ardında ve çok gizli alınınca, olacakları olduktan sonra fark etmeye başladık.
Kim derdi ki, Okluk’taki mütevazi Cumhurbaşkanlığı evi yıkılacak, yerine onbinlerce ağaç kesilerek köşkler yapılacak, güzelim İngiliz koyu turizme ve denizcilere kapatılacak.
Söyleseler inanmazdık, ne zaman yapımına başlandı, işte o zaman fark ettik felaketi.
Farkettik ama, iş işten geçmişti bir kere..
Gökova’yı küstürmüştük, kızdırmış ve öfkelendirmiştik.
Oysa ona gözümüz gibi bakıyor, yanlış ve bilgisiz kararlarla ona bir zarar gelmemesi için tüm doğa ve denizseverler çırpınıyorduk.
Büyük denizcimiz ve Gökova aşığı rahmetli Sadun Boro iyiki bugünleri görmedi.
Görseydi eğer, bir gün değil hergün ölürdü.
Gökova sahipsiz, Gökova kırgın, Gökova üzgündü çünkü.
Koylardaki turkuaz renkleri solmuş, ormanların denize vuran yeşili kaybolmuş, koyu lacivert yerlerdeki canlılık bile zarar görmüştü sanki.
Karadan denize kirlilik, bazı bölgelerinde giderek artıyordu.
Müsilaj tehlikesi uykuları kaçırıyordu.
Üstelik pandemi salgını, Gökova’nın sahipsizliğinin üzerine de çökmüştü.
Artık o eski kıymetini bilen yatçılar, yelkenciler, amatör denizciler, yol yordam bilen deniz tutkunları da azalmıştı.
Yerlerine el değiştiren paranın yeni ve görgüsüz sahipleri geçmişti şimdi.
Nasıl üzülmesin, kırılmasın, küsmesin Gökova?
Başına gelenler hadi neyse, ama ya bundan sonra başına gelecekler?
Plansız, programsız gelişmeler, orman köylerindeki yeni yapılaşma kararları, imar barışını imar affına çeviren inşaat sağanağı..
Vahh Gökova’m vahhh.
Şimdi anlıyorum o sakin duruşunun neden hırçınlaştığını, bu yaz bitmez tükenmez rüzgarların zararsız dalgalarını nasıl kabarttığını, o büyük denizi nasıl köpürttüğünü, şimdi daha iyi anlıyorum…
Tekne sayısı son yıllarda akıl almaz ölçüde çoğaldı. Bu bir yerde sevinilecek bir gelişme ama, artışa paralel tedbirler alınmayınca, zaten mevcut olan sorunların üzerine çok sayıda yenileri eklenince, örneğin marina sıkıntısı ciddi şekilde ortaya çıktı. Mevcut marina sayısının azlığı, onların da ücretlerini astronomik rakamlara çıkarmaları, büyük sıkıntıya yol açtı.
Marinalar devlete inanılmaz büyük paralar ödüyorlar.
İşgal ettikleri alanlar için devlete ödedikleri para, karalarda en pahalı yerlerde satılan arazilerin çok üzerinde.
Öyle olunca, marinalar da ücretlerini devamlı şekilde arttırmak zorunda kalıyorlar.
Oysa devlet denizi satacağına, ücretsiz yeni marina alanları tespit etse, hem amatör denizciliği düzene ve disipline sokar, hem de teknelere güvenli bağlama alanlarının sayılarını arttırır.
Marina sayısı yetersiz ve çok pahalı olunca, millet sahillere tonoz atarak teknelerini güvende tutmaya çalışıyor.
Böyle önüne gelen yere izinsiz tonoz atmak dünyanın her yerinde yasak.
Ama bizde yasağı kim dinler?
Hem usulsüzlük yapıyoruz ve hem de her yere tonoz atarak deniz trafiğini tehlikeye düşürüyoruz.
Şimdi yeni marinalara ihtiyaç duyuluyor ya, bürokrasinin bilgisiz ve tecrübesiz kararlarıyla, olmayacak yerlere yeni marinalar yapılmaya çalışılıyor.
Bunlardan biri mavi yolculuğun en önemli koylarından Karacasöğüt olup, burası kirlenmeye çok açık bir iç denizdir.
Karacasöğüt’te yıllardır Valiliğin kurdurduğu MUÇEV adlı bir vakıf, çok başarısız ve kötü bir işletmeyle 40-50 tekneyi barındıran bir mini marinacık işletmektedir.
Etrafı pislikten geçilmeyen bu iptidai işletmeyi şimdi daha da büyütüp, ciddi bir marina haline getirecekler.
Malzemeler kıyıya taşınmaya başlanmış, bugün-yarın kazmayı vuracaklar.
Buraya yapılacak iş, Okluk’ta yapılandan sonra ikinci bir doğa cinayeti olacaktır.
Kim yapacak, bu işi kime verdiler, altından kim çıkacak bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz tek şey, bir dünya cennetinin rant uğruna mahvedileceğidir.
O köy ve o çevre böyle bir yeni marina yatırımını kaldırmaz..
Yazıktır, günahtır, derhal iş başlamadan verilen izinleri iptal ettiriniz.
Aksi takdirde buna göz yuman ve izin verenlerin vebali büyük olacaktır.
Bilgisizlik, bilinçsizlik ve tecrübesizlik devlet hayatımıza iyice musallat oldu diyorum ya, işte buna en güzel örnek Karacasöğüt, bir balıkçı beldesi olan Güllük’ün içine yapılması düşünülen büyük ve yeni marina, tarihi ve çok büyük bir antik değere sahip Kıyıkışlacık’a yapılması planlanan yeni gemi limanı..
Bu cinayetleri düşünenlere Allah akıl, fikir versin.