Suriye Türkiye için bir bataklığa dönüşmek üzere, bu konuda hükümetin yeni politikalar arama veya üretme konusunda bir gayreti olduğunu düşünmek isteyenlerdenim. Öncelikle Suriye politikalarının en başından bu yana, -Türkiye ve bölge gerçekliğiyle uyuşmadığı için- yanlış olduğunu ve ülkemize büyük sorunlar yaratacağına ilk günden bu yana ilkesel olarak itiraz edenlerdenim. İtiraz ettim çünkü Suriye’deki içyapı ve dengeleri bilmeden salt ihvan üzerinden rejimi değiştirmeye yönelik çabaların ters tepeceğini, mozaik yapının kırıldı mı bir daha toparlamanın çok zor olduğunu bilenlerdenim.
“Suriye’nin Kimliksizleri Kürtler (2004 Elma-Do yayınları)” kitabını yazarken yaklaşık bir buçuk yıl Suriye’nin farklı kentlerinde çok farklı kesimlerle görüştüm. Sonrasında da sık sık Kürt bölgeleriyle Şam, Lazkiye ve Halep’e ziyaretlerde bulundum. Çok hassas olan dengeler üzerine kurulu Suriye devletinin küçük bir taş oynamasında nasıl dağılacağını gördüm. Nusayri rejimini ayakta tutanın Kürtler olduğunu anlayamadan, Kürtlerin Suriye içerisindeki etkinliğini ve ihvan ile olan düşmanlığını bilmeden, Suriye’de rejimi değiştirmeye çalışmanın Türkiye’ye büyük kötülük yapılacağını göremeyen bir hükümetin “ Ümmetle doldurulmuş Milliyetçilik” anlayışıyla ülkeyi felakete götürdüğünü görerek itiraz edenlerdenim.
Bugün gelinen nokta, Türkiye için tam bir Tsunami etkili depreme benzemektedir. Farklı gelişmeler ülkenin bekasını gerçek anlamda tehdit edebilecek boyuttadır.
Türkiye’nin “uçak düşürme” heyecanından bu yana yakınlaştığı yeni müttefiki Rusya’ya güvenilemeyeceğini, “İntikam soğuk yenen bir mezedir” atasözü olan Rusya’nın yeri ve zamanı beklediğini belirten bazı aydınlar, Türkiye’nin eksen değişimine itiraz ediyordu. Sykes Picot antlaşmasının yüzüncü yılında yeni antlaşma ABD-Rusya-Fransa arasında (İsrail destekli) yapıldı, bunun karşılığında Rusya’ya sıcak denizlere inme fırsatı verildi. Dış politikada acemi oyuncularla ve ülkeler arası ilişkileri Putin gibi kurnaz bir KGB ajanıyla kafa kol ilişkileriyle yürütebileceğimizi zannettik.
Önce Fırat kalkanı sonra zeytin dalı operasyonlarıyla Suriye’ye giren ordu aslında bataklığa mı girmişti? Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesini anladığını belirterek yönlendiren, sonrasında da “Kuveyt’i işgal edemezsin!” diyerek yerle bir eden ABD, Türkiye’nin Suriye’ye girmesine de yeşil ışık yakmıştı. ABD bir yandan Türkiye ile görüşürken öte yandan DSG’ne binlerce tır silah-mühimmat ve askeri malzeme taşıyordu. Bu silah ve mühimmatları ne amaçla gönderdiği konusunda kamuoyunun netleşmiş algıları vardır.
Aynı paralellikte, Halep’i ele geçiren Suriye rejim güçleri, silahlı muhaliflerin İdlip’de toplanmasını sağladı-izin verdi. Çeçen, Doğu Türkistan, Afgan ve kuzey Afrikalı cihatçılar hem ABD hem de Rusya için tehdit oluşturuyorlar, bu nedenle de bertaraf edilmesi düşüncesi ağır basıyordu. Bu cihatçıların bir yerde toplanması bu güçlerin işlerini daha da kolaylaştıracaktı.
Rusya Türkiye ile silah ve S400 satışı konusunda teslimatları tamamladıktan sonra, Suriye’de bulunan TSK unsurlarına tacizlerde bulunmaya başladı. Önce gözlem noktalarına atışlar, ardından yapılan operasyonla ele geçirilen topraklarda kalan Türk askeri varlığı açık hedef haline geldi.
Yeni Sürpriz: Suriye Rejimi İdlip’de kara operasyonunu DSG ile ortak yapabilir
Önümüzdeki süreçte Cısır el Şuğur’u ele geçiren Rusya destekli Suriye rejiminin hedefi İdlip olacaktır. ABD/İsrail saldırılarıyla Şii milisleri kaybeden ve kara gücü zayıf olan Suriye Rejimi, İdlip operasyonuna İŞİD savaşında başarılı olan DSG-YPG ile karada ortak operasyon için anlaşabilir. İdlip düştükten sonra bu güçlerin hedefi Türkiye’nin kontrolündeki bölgeler olacaktır. ABD ile yapılan “Güvenli bölge” antlaşmasıyla Fırat’ın doğusundaki sınırlarını garanti altına alana DSG’nin, Fırat’ın batısında Türkiye kontrolündeki hedeflere saldırabileceğini yazmıştım, yer yer bu saldırıların arttığı bilgileri sosyal medyada yer alıyor.
İdlip sonrası Rusya destekli, YPG katkılı rejim güçlerinin hedefi açık bir şekilde el Bab, Afrin, Cerablus ve Azez olacaktır. Bu bölgelerde TSK unsurlarını “İşgalci” olarak nitelendirerek terk etmesini isteyecek provokasyonlarda bulunarak saldırılar gerçekleştirebilecektir. Türk ordusu o bölgede ya savaşmak ya da ayrılmak durumunda kalabilir. (Satranç bilenler için çatal hamlesi / Ölümlerden ölüm beğen) Her iki durumda da ABD ve Rusya başta olmak üzere diğer ülkelerin de etkisiyle psikolojik ve askeri bir mağlubiyet yaratılabilir.
Dış işleri bakanı Çavuşoğlu’nun “Siyasi çözüm olursa ordumuz çekilir” açıklamasını; Türkiye’nin geç de olsa oynanan oyunun farkına vardığı olarak düşünmek istiyorum.
Türkiye Suriye batağında cihatçılara güvenmemeyi öğrenmeli, namluları Türkiye’ye döndüğünde sürpriz sayılmamalı zira bu güçlerin ABD ve İsrail tarafından yönlendirildiği artık bilinen bir gerçek. Türkiye Suriye’de girişebileceği bir askeri faaliyet büyük sorunlara neden olabilir bu nedenle de; ihvan kardeşliği temelinde değil, Türkiye gerçekliliğiyle ve sorunun bir an önce, Suriye’nin demokratik işleyişine katkı sunabilecek şekilde çözümüne katkı sunmalıdır.
Türkiye’yi protesto eden Suriyeli grubun adeta işgalci grupların yaptığı gibi “Reyhanlı’ya gidiyoruz” sloganları unutulmamalıdır. Biz Şam Emevi camisinde Cuma namazı kılamadık ancak Reyhanlı Tevhid camisinde de namaz kıldırabilecek sloganların atılmasına neden olan politikalardan da uzak durmamız lazım.