Sansür yasası, siyasal İslam ve Atatürk

Doğan Satmış'ın yeni yazısı...

Matbaanın Avrupa'da icadından sonra Osmanlı'ya gelmesi tam 300 yıl sürdü. 300 yıl boyunca, Türkiye'yi yönetenler matbaayı bu ülkeye sokmadılar. Matbaanın gelmesi de medyanın oluşumunu sağlayamadı, ilk gazetenin çıkması için de bir asır daha geçmesi gerekti. Çıkan ilk gazete de resmi gazeteydi ve gerçek anlamda bir medyanın oluşumu bu topraklarda taş çatlasa 150 yıllık bir geçmişe sahip.

Kısaca Türkiye'de medyanın ortaya çıkışı, dünyaya göre dört beş asır gecikmeyle ancak başladı. Ve medya, bu kadar gecikmeden sonra da, işlevini tam olarak yerine getiremedi.

Önce Abdülaziz'in yasakları, sonra Abdulhamit'in istibdat rejimi medyayı sansürledi. Sonra İttihatçılar gazeteci öldürmekle işe başladılar, sonra Cumhuriyet dönemi yönetimlerinin, bazılarının 'hoş görülmesi gerekir' diye nitelediği sansür rejimleri yaşandı, onu izleyen Demokrat Parti'nin sansür yasaları, 12 Eylül ve Özal'ın poşet yasakları derken, medya tarihi hep yasaklarla ve yasaklamalarla geçti ve son 20 yıla geldik. Bu süre içinde hapse atılan gazeteci sayısını bilmek zor ama öldürülen gazeteci sayısını biliyoruz, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin internet sitesinde, aralarında Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Hrant Dink gibi isimlerin yer aldığı 68 gazeteci cinayeti var. Ve bu liste de tam değil, Osmanlı'nın son döneminde öldürülen ekalliyet gazetecileri hala liste dışında.

Son 20 yılda basına yönelik baskılar bitmedi, bu kez RTÜK gibi, BİK gibi, İletişim Başkanlığı gibi yeni icatlar karşımıza çıktı. Şekil değiştiren ve internette yeniden yapılanan medyayı bu kez yeni yasaklarla sınırladılar. Halen Türkiye'den erişimi yasak olan on binlerce, belki yüz binlerce internet sitesi var. Bunlar da yetmedi, You Tube ve Wikipedia bile yıllarca kapalı tutuldu, şimdi son aşamaya geçtik; herhangi bir twiti tekrarlamak bile insanlara hapis cezası getirecek.

Basın özgürlüğünde, hep iki adım ileri, bir adım geri gidiyoruz.

Bunu da aşarız, sonuçta gazeteciler cesur oldukça kimse onları durduramıyor. Ayrıca günümüzde, pek öyle gazeteciye de gerek kalmadı artık, sosyal medyayı kullanan herkes, herhangi bir haberi saniyesinde dünyaya yayabiliyor.

xxx

Türkiye'nin yakın siyasal tarihi, Siyasal İslam'la cumhuriyet ve demokrasinin kavgası şeklinde gelişti ve halen de böyle devam ediyor.

Atatürk'ün, 600 yıllık Osmanlı'yı yıkıp, yerine Türkiye Cumhuriyeti'ni kurması, sadece bir rejim değişikliği değildi. Bu siyasal İslamdan, laikliğe geçişti ve hayatın hemen tüm kademelerinde, tümüyle bir zihniyet değişikliğini oluşturuyordu. Sadece saltanat ve hilafet kaldırılmadı, kadın hakları tanındı, kılık kıyafet yenilendi, sanat özgürleşti, müzik evrenselleşti, alfabe bile değiştirildi, medeni kanun, borçlar kanunu, hemen tüm mevzuatı içeren hukuk sistemi laikleştirildi. Yani Osmanlı tarihe gömülürken, yepyeni, laik bir yapı kuruldu. Ve bu yeni yapının temelinde din yoktu.

xxx

Günümüzde, yaşadığımız her türlü olayı, bu açılardan değerlendirmek gerekiyor.

Kadının kariyerini çocuk yapmakta aramak da, diyanete yönelik eleştirileri cezalandırmak da, Türkiye'yi çağdaş medeniyetten uzak tutma girişimleri de, her fırsatta dünya medeniyetinden uzak kalmış ülkelerle teması artırmak da, rüşvet ve yolsuzluğu 'darü-l harp' diye şer'en temize çıkarmak da hep bu açılardan yorumlanmalı.

Atatürk'ün Türkiye'ye kazandırdığı ne varsa, onun koyduğu 'çağdaş medeniyetler düzeyi' de dahil her şey, bir rakip, bir hedef olarak görülüyor.

Saltanat ve hilafetle yönetilen, şeriat hükümlerinin uygulandığı bir Osmanlı bugün var olsa Avrupa Birliği'ne mi girerdi?

'Fıtrat' diye çok kullanılan bir sözcük var ya, asıl 'fıtrat' bu.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri