SAVAŞLAR KADER DEĞİLDİR

Prof. Dr. Anıl Çeçen

                                                                         SAVAŞLAR      KADER       DEĞİLDİR

                                                                                                                                        Prof.Dr. ANIL  ÇEÇEN

 

                Türkiye Cumhuriyeti , yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini tamamlayarak  geleceğe doğru emin adımlar ile ilerlerken  aynı zamanda  cumhuriyetimizin yüzüncü yılına doğru da  yönelmektedir .  Bu durum içinde bulunulan  günümüz konumunu  daha da anlamlı kılmakta ve geleceğe dönük  yorumlar ile tartışmaları beraberinde getirmektedir . Türk devleti cumhuriyet rejiminin ilk yüzyılını tamamlama aşamasına gelirken , Anadolu toprakları üzerinde başka etnik ve de dinsel devlet yapılanmalarına gitmek isteyen emperyalist çevreler , Atatürk cumhuriyetini yüzyıllık parantez olarak ilan etmekten kaçınmamakta  ve  yüzüncü yıl bitmeden  Türk ulusunun çatısı altında yaşadığı  Türk devletini  bir an önce savaşa sokarak bitirebilmenin yollarını aramaktadırlar . Bugünkü devlet yapılanması öncesindeki Türk devleti  olarak Osmanlı imparatorluğu  son aşamada cihan savaşına girmemek üzere çok direnmiş ama  dış baskılar ve emperyal komplolar önlenemeyince , Osmanlı gemilerinin  Sivastopolu bombalaması ile  dünyanın merkezi imparatorluğu  Birinci dünya savaşına  girmek zorunda kalmıştır . Osmanlı devleti  ikinci dünya savaşında Türkiye’nin savaş dışı kaldığı gibi  aslında  Birinci dünya savaşına da girmeyebilirdi . Ne var ki , küresel bir planı  merkezi coğrafya da uygulamak üzere harekete geçen   Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm  ortaklığı  Avrupa’nın doğusunda yer alan üç büyük imparatorluğu yıkmak üzere harekete geçtiği aşamada  ,Osmanlı İmparatorluğunun da tıpkı Rus Çarlığı ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi  bir cihan savaşı ile yıkılmaya sürüklenerek  tarih sahnesinden çekilmek zorunda  bırakıldığı görülmektedir.

                Yüz yıl önce Osmanlı devletine  dayatılarak uygulanan  çöküş senaryosunun bir başka benzeri günümüz koşullarında  Türkiye Cumhuriyetinin başına bela edilmek istenmektedir . Yirminci yüzyılın getirmiş olduğu bugünkü merkezi yapılanmanın  yirmi birinci yüzyılda eskidiği ileri sürülmektedir .Bu gün dünyanın gelmiş olduğu yeni aşamada ortaya çıkan farklı güç merkezlerinin de devreye girdiği yepyeni bir dünya düzeni oluşumu çerçevesinde   ,bu duruma uygun düşen bir  siyasal oluşumun eskisinden farklı bir doğrultuda  dünya haritasına yerleştirilmesi  gerektiğini  ifade eden emperyalist çevreler ,  Orta Doğu bölgesinin  geçen yüzyıldan gelen  bugünkü yapılanmasının kaldırılması gereğini sürekli olarak dile getirmektedirler . İki dünya savaşı sonrasında  kurulmuş bulunan batı merkezli dünya yapılanmasında  merkezi alandaki imparatorluk yapılarını geride bırakan  ulus devletlerin tarih sahnesine çıkmasına yol açan savaşlar döneminin yeniden  kutsal topraklar civarında  gündeme getirilmeye çalışıldığı artık açıkça kesinlik kazanmıştır . Soğuk savaşın  gergin günlerinde  sıcak  savaş çatışmalarına son verilirken   ve  bugün  soğuk savaş döneminden uzaklaşılırken , yeniden sıcak savaş çatışmalarına  eski Osmanlı topraklarının sahne olmaya başladığı yeni bir süreç  , birbirini izleyen olaylar dizisi içinde öne çıkmaktadır . Böylesine bir olumsuz gidiş, Türkiye Cumhuriyetinin sonunun da tıpkı Osmanlı devletinin yıkılışına yol açan Birinci dünya savaşı benzeri  bir  üçüncü  dünya savaşı ile mi  olacağı konusunda kamu oyunda   haklı tartışmalara yol açmaktadır . Tarihten ders alınmazsa tekrar benzeri gelişmeler ile karşı karşıya gelineceği , atasözleri aracılığı ile herkesin bildiği bir durumdur . Bugün  bütün dünyayı bir üçüncü dünya  savaşına sürükleme çabası içine girmiş olan emperyalist  ve Siyonist çevrelerin her aşamada  Orta Doğu bölgesindeki gelişmeleri  sıcak savaşa doğru yönlendirmeleri  ,bütün dünyayı üçüncü dünya savaşı tehlikesi ile karşı karşıya getirmektedir.

 

Devletlerin çöküşüne , milletlerin dağılmasına ve ülkelerin  parçalanmasına yol  açan büyük  savaşların  durduk yerde çıkmadığı  tarih kitaplarının ortaya koymuş olduğu bir gerçektir .  Her savaşın arkasında bir gerçeğin saklandığını ,savaş öncesi ve sonrasında yaşanan olaylar bir bütünlük içerisinde ele alındığında herkes görebilmektedir . Önemli olan  insanlık tarihindeki savaşların ortaya çıkış süreçlerinin iyi incelenmesidir . Hangi noktada savaşların  gündeme geldiği iyice incelenmeden bugünün koşullarındaki savaş oluşumlarının gerçek boyutları ortaya konulamaz .Ülkeler arasındaki savaşlar  gerçeklik kazanırken ,  savaşa giden yolların karşılıklı taraflar arasındaki çıkar çatışmaları ya da belirli gelişmelere bağlı olarak  gerginlik  ortamlarının  başlangıç noktası olduğu görülmektedir.En küçük bir anlaşmazlık konusunun ya da bir  gerginliğin zaman içinde büyüyerek  büyük savaşlara giden yolu açtıklarını tarih bilimi ortaya koymaktadır .  Bu nedenle , bugünün koşullarında devletler arasındaki çıkar çatışmaları ,ya da  gerginlik yaratan  plan ya da projelerin  iyi incelenmesi gerekmekte ve gelecekte bu gibi olumsuzluklar üzerinden insanlığın büyük savaşlar ile karşı karşıya gelmesi gibi  tehlikeli durumların önüne geçilmelidir . Hangi nedenlerin savaş çıkartabileceği ya da  hangi durumlarda komşu devletlerin  sıcak çatışmalara sürüklenebilecekleri  veya  uluslararası konjonktürdeki yeni gelişmelerin dünya haritasının  neresinde bir büyük savaş tehlikesi ile insanlığı karşı karşıya getireceği  netliğe kavuşturulmadan  , savaş gerçeğinin önlenebilmesi ya da kontrol altına alınması sağlanamaz . Anlaşmazlıkların oluşumu ile  ve yeni politikaların uygulama alanına getirilmesiyle birlikte  savaşlara giden yollar açılabilmektedir . Bir tarafın  yeni yaklaşımları eski devletlerin tepkisi ile karşılaşınca , kaçınılmaz sonuç olarak sıcak  savaşların dünya sahnesine çıktıkları görülmektedir.

                Askerlik mesleği güvenlik sorunlarının  savaşlara dönüşebilmesi durumu dikkate alınarak geliştirilen bir güvenlikçiliktir . Her sosyal oluşum gibi siyasal yapılanmalar da ayakta durabilmek ve geleceğe dönük bir biçimde örgütlenebilmek açısından kendi güvenliğine dikkat etmek ve bu doğrultuda gerekli olan önlemleri almak zorundadır . Aksi takdirde  tarihin çemberi dönerken bir çok siyasal oluşum  devre dışı kalarak geçmişten bugüne gelememiştir . Yeryüzünde yer alan beş kıta ve iki yüzden fazla devlet her zaman için bir çok sorunla karşılaşmış ve bunların bir kısmı barış  içinde çözüme kavuşturulurken  ,diğerleri de  çözüme bağlanamadığı için olumsuz yönlerde gelişerek sıcak çatışmalara  yol açmıştır . Genel olarak dünya tarihi incelendiği zaman  barış dönemlerini savaş dönemlerinin izlediği ve bu doğrultuda da savaş dönemlerini doğal olarak barış dönemlerinin   takip ettiği görülmektedir . Devletler barış dönemlerindeki konumlarını iyi kullanabilirlerse savaşların önünü kesebilmekte aksi takdirde  barış yılları uzun sürmemekte ve doğal bir seyir olarak savaşlar  dünya sahnesine çıkmaktadır . Devletlerin başında bulunan siyasal yöneticilerin böylesine bir süreçte konumları önem kazanmakta ve aldıkları kararlar ya da giriştikleri uygulamalar  giderek  ya savaşların çıkmasına ya da  önlenmesine sebep olmaktadır . Tarihde yer alan devlet adamlarının kahramanlık mertebesine eriştiği noktada  savaşa giden yollar ya açılmakta ya da tamamen tersi bir çizgide kapanmaktadır . Kahramanlaşan devlet adamları bazan tarihin gidişini etkilemekte bazan da  uluslararası konjonktürün ortaya çıkardığı siyasal sorunların  gelişmesi ile  devlet adamların  kaderin çizdiği bir çizgi içinde yer alarak savaşa giden yollarda  dolaylı yollardan etkinlik sağlayabilmektedirler .Devletler arası ilişkiler  veya uluslararası gelişmeler her zaman için  devletleri ya da siyasal kuruluşları karşı karşıya getirebildiği için  savaşa giden yolda sıcak çatışmaların ortaya çıkması kaçınılmazdır . Her siyasal yapı bu durumu gözlemleyerek kendi konumunu belirlemek ve her türlü saldırı  ya da savaş gibi sıcak çatışmalara karşı kendi önlemlerini almak durumundadır . Eğer böylesine  bir yol izlenirse  güvenlik sistemlerinin korunması açısından olumlu sonuçlar elde edilebilmekte aksi takdirde  gene sıcak savaşlara giden konjonktürde ihtilaflar  öne geçerek etkili olabilmektedir.

 Bugün gelinen yeni dönemde uluslararası konjonktürün koşulları  iyice  değişmiş gibi görünmektedir . Sovyetler Birliğinin çöküşü ile birlikte  soğuk savaş dönemi sona ererken  , yeni bir süreç olarak küreselleşme olgusu, öne geçerek ve dünyadaki bütün siyasal gelişmeleri kontrol altına alarak tekelci büyük şirketlerin öncülüğünde yeni bir  siyasal düzeni  kurmaya başlamıştır .Soğuk savaş döneminde iki kutuplu yapılanmanın getirmiş olduğu  gerginlik ortamında  anlaşmazlıklar ya da gerginlikler iki kutup arasında fazlasıyla olmuş ama ortaya ciddi bir sıcak  çatışma gelişmesi çıkmadığı için kutuplar arası soğukluğun devamı boyunca  sıcak çatışmalar geride bırakıldığı için , ciddi savaş girişimleri gündeme gelmemiştir . Sosyalist blokun dağılmasıyla birlikte merkezi alandaki otorite boşluğunun doldurulabilmesi amacıyla ,Amerikan askeri güçleri Basra körfezindeki  petrol alanlarını batılı büyük  şirketlerin  çıkarları doğrultusunda  güvence altına almaya başlayınca, bölge devletlerinin direnmeleri üzerine  uzun süren bir savaş süreci   jeopolitik merkezi  alanda  bütün dünya tanık olmuştur . Geçmişten gelen  uluslararası konjonktür  dünya sahnesinin büyük bir değişime uğradığı aşamada  var olan devletler düzenini sarstığı için bölge devletlerinin emperyal saldırılara karşı çıkmaları üzerine  küreselleşme döneminde de  savaşlar devam etmiştir . Ne var ki , bu dönemin savaşları devam ederken  bölge devletleri savaş  türü gelişmelere alışkanlık kazanarak bir yandan da devlet düzenlerini sürdürmesini bilerek hareket etmişlerdir . Bu yüzden  küreselleşme  aşamasında  Birleşmiş Milletler çatısı altında resmen tanınmış olan devlet yapılarının,  çöküşü ya da bütünüyle işgal edilerek ortadan kaldırılması gibi çok olumsuz bir durum ile karşılaşılmamıştır . İki merkezli bloklaşmanın bittiği aşamada  merkezi  alanda emperyalizmin ve siyonizmin  orduları savaş saldırganlığında bulunmuş ama bu durum topyekün bir cihan savaşı yaratamamıştır.

                Çeyrek yüzyıllık bir dönem olarak küreselleşme sürecinde iki dünya savaşı öncesinde sıcak çatışma merkezi olan bölgelerde yeniden sıcak gelişmeler ortaya çıkmış ve küreselleşmenin bir ekonomik yapılanmanın ötesinde aynı zamanda siyasal bir oluşum olarak dünyanın geleceğe dönük yazgısını da  belirlemiştir . Savaşın soğuğu sona erince sıcağı ortaya çıkmış ve eski anlaşmazlık konusu olan hemen hemen her yerde  sıcak çatışmalar ortaya çıkmış ve bunların bir kısmı da daha sonraları yerel ya da bölgesel savaşlara dönüşmüştür .Özellikle Asya ve Afrika kıtalarındaki eski sömürge alanlarında sonradan ortaya çıkan devletler , ülkelerini genişletme maceralarına kalkışınca  sıcak çatışma senaryoları dünya kamuoyundaki yerini alarak  insanlığı fazlasıyla sarsmıştır . O dönemin üçüncü dünya ülkeleri olarak kabül edilen Asya-Afrika ülkelerinin  yeni dönemin koşullarına uyum sağlamaları çok zor  olmuştur . İki kutuplu dünya sonrasında küreselleşme saldırıları ile tek kutuplu olmaya zorlanan dünya yapılanmasında  işler tersine dönünce,  çok kutuplu yeni bir dünya düzeni yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış  ve bunun sonucu olarak da çok kutubun içinde yer alan yeni kutup başı ülkelerin sınırları ötesinde hegemonya maceralarına kalkışmaları üzerine,  yeni savaş senaryoları birbiri ardı sıra öne çıkarak dünya kamuoyunu yeniden emperyalizm sorunu ile uğraştırmıştır . Normal koşullarda başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslarası kuruluşların sıcak çatışma alanlarına müdahale etmeleri gerekirken  , çok kutuplu emperyal düzenin öne çıkardığı çekişmeler ve çatışmalar yüzünden  dünya ülkeleri arasındaki  çekişmeler sona ermemiş aksine daha da hız kazanarak evrensel boyutlarda bir kaos ortamının belirmesi ne giden yol açılmıştır .Bu gibi durumlarda savaşların kaçınılmaz olarak daha fazla tahrik edildiği ve yeni yapılanma dönemlerine yönelik bir biçimde  eski düzenlerin ortadan kaldırılarak, yeni  dönemin koşullarında egemen güç merkezleri tarafından  istenen farklı bir yapılanmaya doğru devletlerin sürüklendiği  görülmüştür . Böylesine bir olumsuz durumdan etkilenmek istemeyen devletler, kendi başlarının çaresine bakarlarken  öncelikli olarak savaşların önünün kesilmesine   giden yolları öne çıkarmışlar ve daha sonraları da  bölgesel güvenlik örgütlenmelerine giderek  tümden savaşa karşı çıkmışlardır . 

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk , yaşamsal zorunluluk olmadıkça savaşların cinayet ile aynı anlama geldiğini açıkça ifade etmiştir . Türk ulusal kurtuluş savaşının önderi olan bir  tarihi şahsiyet olarak Mustafa Kemal , askerlik mesleğinden gelen bir devlet kurucusu olarak  savaşların anca savunma amaçlı olarak yapılabileceğini , bununu dışında kalan saldırı ve hegemonya savaşlarının hemen hemen hepsinin özel çıkarlara dayanması nedeniyle  temelinde bir haksızlık olduğunu ve bu nedenle de hiçbir biçimde meşru müdafaa anlamında bir haklılık kazanamayacağını  vurgulamıştır .Dünya tarihi incelendiği zaman ya büyük güçlerin hegemonya kavgaları ya da mazlum milletler ile küçük toplulukların bu gibi saldırılara karşı çıkışları gibi savaş türleri ile karşılaşılmaktadır . Tarih sahnesine  çıkışı itibarıyla bir  ulusal kurtuluş savaşı ürünü olarak Türk devletinin , geçmişten gelen siyasal gelişmeleri iyi değerlendirerek kendisini savaş sürecine çeken gelişmelere karşı  ciddi bir bilinçli tavır izlemesi gerekmektedir . Dünya haritasından Türkiye’nin konumuna bakıldığında  tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi jeopolitik merkezdeki bir ülke pozisyonunda olduğu  ve bu açıdan Osmanlı devleti ile benzer koşullara sahip bulunduğu  görülmektedir . Aynı coğrafyada farklı dönemlerde gündeme gelen Osmanlı devleti ile Türkiye Cumhuriyeti  aynı kaderi  paylaşma durumunda olup olmadığını gelecekteki olayların gelişim çizgisi belirleyecektir . Bu aşamadan sonra  yaşanacak olayların merkezi alana savaş mı yoksa barış mı getireceği önümüzdeki zaman dilimi içinde belirginlik kazanacaktır.

                Osmanlı devleti  bu coğrafya da  bir dizi savaşlar süreci içinde tarih sahnesine çıkmış  ve yedi yüzyıllık bir hegemonya döneminin sonunda gene  bir  dizi savaşlar sonrasında haritadan silinmiştir. Orta Doğu denilen  orta alandaki Türk hegemonyası  bin yıllık geçmişe doğru giderken  savaşlar ile barışların birbiri içine girdiği ve  sürekli bir canlılık yaratarak rahat ve kalıcı bir düzen oluşturulmasını engellediği görülmüştür .  Üç kıta arasında yer alan ticaret yollarının kesiştiği merkezi alan üzerinde her zaman için bir güvenlik sorunu olmuş ve bu yüzden de savaşlar birbirini izleyip gitmiştir . Tarih bilimi açısından merkezi alandaki Türk egemenliğinin hem ortaya çıkışı hem de ortadan çekilmesi birbirini izleyen savaşlar zinciri ile  gerçekleşmiştir .Bir anlamda  Osmanlı İmparatorluğunun  tarihi olarak izlenen olayların farklı çizgideki benzerlerinin, bir ulusal kurtuluş savaşı sonrasında kurulmuş bulunan  Türk devleti için de geçerli olduğu  genel hatları ile   ortaya çıkmaktadır . Buna göre tıpkı Osmanlı İmparatorluğu  gibi bir savaşlar dizisiyle kurulmuş olan   Türk devletinin de gene benzeri bir doğrultuda  birbirini izleyen savaşlar ile kurulduktan sonra gene benzeri bir savaşlar olgusu ile tarih sahnesinden  çekilebileceği ne dair bir  iddia  bazı çevrelerce öne sürülmektedir . Her ne kadar iki devletin tarih sahnesine çıkmış olduğu dönemler birbirinden çok farklı olmasına rağmen , iki devletin aynı coğrafyada ve topraklarda kurulmuş  olmasının benzeri bir konum yarattığı ciddi bir tartışma konusu olmaktadır . Jeopolitik kitaplarının dünya kıtalarının orta alanına  baktığı zaman ,eski Osmanlı  hinterlandı ile  bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin ülkesini meydana getiren Türk topraklarını  benzeri yaklaşımlar içinde ele alarak değerlendirdikleri göze çarpmaktadır .Devletlerin ülke toprakları açısından ortaya çıkan bu  gibi benzerlikler , aynı topraklar üzerinde  kurulmuş olan devletleri benzeri bir kadere mahkum edip etmeyeceği , gene jeopolitik kitaplarının ele alarak  incelediği konuların başında gelmektedir . Tarihin tekerleği dönerken gelip geçen her dönemde  birbirinden çok farklı devlet yapılarının harita üzerinde ortaya çıktığı ve gene sürekli dönen bu  tekerlek yeni zamanlara doğru giderken arkasında bir çok başarısız devleti de  bırakmaktadır . Başarısız devletler tarihin çöplüğüne bu şekilde  iteklenerek haritadan süpürülürken  , bunların yerini yeni ve başarılı devletler almaktadır . Devletler arasında ortaya çıkan bu gibi değişiklikler  tarihin yaratmış olduğu devinimin hızı ile  meydana gelmektedir . Zaman sürekli olarak akıp giderken  zamanın ruhu  gelinmiş bulunan ilerleme çizgisine uygun düşen  siyasal yapılanmaları  öne çıkarmaktadır.

Savaşlar  , devletlerin hem doğuşuna hem batışına hem de kimlik ve yapı değişikliğine yol açan başlıca oluşumlardır . Tarihin her döneminde gelişmişlik düzeyi hangi noktada ise  yeryüzü haritası da bu duruma göre biçimlenmektedir .Devletler birbirleriyle savaşarak yollarında ilerlemeye devam ederlerken , gündeme gelen savaşlar ile uğraşmak zorunda kalmaktadırlar . Devletler arası savaşları kazanan devletler ,  savaş meydanında yendikleri devletleri  kendi sınırları içine alarak  daha da büyüyerek ve güçlenerek yollarına devam etmektedirler . Er meydanında yenilen devletler  ise hızla çökerek dağılmakta ve bu durumda savaşı kazanan devlet yenmiş olduğu devletlerin ülkelerini işgal ederek yenilmiş olan devleti bütünüyle yeryüzü haritasından silmektedirler . Bu acımasız gerçek nedeniyle bütün devletler arasında bir rekabet düzeni vardır . Her devlet komşularından ya da dünyanın herhangi bir yerinden gelebilecek  emperyalist  saldırı ya da işgal girişimlerine karşı uyanık olmak ve kendini korumak zorundadır . Devletler  arasında her zaman için bir hegemonya çekişmesi ya da komşu siyasal yapılarla sorunlu birliktelikler gündeme gelebilmektedir . Büyük devletlerin saldırısına ya da işgal girişimlerine karşı aynı bölgede yaşayan ve harita üzerinde komşu konumunda bulunan devletlerin bir araya gelerek ,kendilerini korumak için bölgesel birlikteliklere girdikleri dünyanın her yerinde görülmekte olan bir doğal savunma mekanizması olarak öne çıkmaktadır .Bu doğrultuda  bölgesel güvenlik paktları  dünya kıtalarının belirli bölgelerinde yer alarak her türlü tehdit ve saldırıya karşı  üyelerinin ortak dayanışmalarıyla  kendi güvenliklerini sağlayarak  haksız emperyal savaşlara karşı durduklarını dünyadaki çeşitli örnekler gözler önüne sermektedir .  

                Büyük devletler hegemonya yarışını sürdürürken , kendi çevrelerinde yer alan  küçük ve orta boy devletler üzerinde  hegemonya mücadelesine girmektediler . Bu gibi gelişmeler karşısında bölge devletleri pasif kalırsa ve seslerini çıkarmazsa devletler arası  çekişmeler tırmanmakta ve zamanla  küçük ve orta boy devletlerin komşusu olan daha büyük devletler kendilerini  güçlendirmek üzere  tartışma konusu olan devletlerin kendi sınırlarına yakın olan bölgelerini işgal etmektedirler . Bu durumda bir devletin komşuları tarafından işgale uğraması ile birlikte,  o devlet bir siyasal düzen olmaktan çıkarak giderek bir savaş alanına dönüşebilmektedir . Kendi sınırlarına komşu olan bölgelerde ya da ülkelerde  devletler kendilerini güvence altına almak için hem askeri önlemler almakta hem de bu gibi istenmeyen durumları önleyebilmek üzere komşu devletler ile  bir araya gelerek bölgesel güvenlik örgütleri oluşumu aracılığı ile savaş risklerini ortadan kaldırmaya çaba göstermektedirler . Büyük devletlerin ya da emperyal güçlerin her zaman için saldırı tehditlerine karşı küçük ve orta boy devletlerin  sürekli olarak uyanık bir durumda  olmaları gerekmektedir.  Ülke ve nüfus azlığının bir güvenlik  sorunu yaratmaması için  küçük ve orta boy devletlerin diğer alanlarda  çok çalışarak bir ilerleme kaydetmesi ve böylece zayıf olan yanları dengelemek üzere  diğer alanlarda güçlü siyasal ve toplumsal yapılanmalara gidilmelidir . Böylece büyük devletler ya da emperyal güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda küçük ve orta boy devletlere saldıramayacakları dengeli yeni  yapılanmaların zaman kaybetmeden  bir an önce kurulması ülke yararına olacaktır . Emperyalizm çağı incelendiği zaman , batılı  devletlerin  bütün dünya ülkelerini  nasıl sömürgeleştirdiği ve sömürge savaşları ile sömürgeciliğin içinden çıkılmaz bir cehennem yarattığını  tarih kitapları bugünün kuşaklarına aktarmaktadır .Devletlerin yapıları arasındaki eşitsizlikler ve farklı özellikler her zaman için devletlerarası düzenin oluşturulması ve yürütülmesi süreçlerinde sorunlar çıkarmakta ve bu çizgideki  anlaşmazlıkları  zaman içerisinde  sıcak çatışmalar ile birlikte savaşlar olarak da siyasal gündeme getirdiği  görülmektedir . İçinden çıkılamayacak düzeydeki  gelişmelerin süreklilik kazanan ihtilafları  kanayan yaralara dönüştürdüğü zaman  savaşlardan kaçınmak artık mümkün olamamaktadır . Bu gibi önlenemeyen durumlarda savaşlar  toplumların , devletlerin  ve de milletlerin kaçınılmayan kaderi olarak  her türlü acı yönü ile insanlığın önüne  çıkmaktadır.  

 

Savaşlar devletler ya da milletler arası çatışmaların ötesinde , dünya tarihinin büyük dönüşüm noktalarında da ortaya çıkan kaçınılmaz dayatmalar olarak da  güncellik kazanmaktadırlar . İnsanlığın geleceğini belirleyen  ve  toplumları bu doğrultuda yönlendiren   büyük devrimci oluşumların gene savaşlar üzerinden tarih sahnesine çıktığı görülmektedir . Yerleşik düzenlerin zamanla çökmesiyle birlikte ortaya çıkan yıkıntıların temizlenmesi  ve pisliklerin ortadan kaldırılabilmesi için  güç sahibi merkezler savaşları  temiz bir gelecek için  kaçınılmaz görmektedir. Onlara göre geçmişten gelen yıkıntıların  ve pisliklerin temizlenebilmesi için savaşlar gereklidir .Savaşlar küçük ve orta boy devletlerin ortadan kaldırılmasını sağlayarak , daha büyük ve güçlü siyasal yapılanmalara yönelmenin önündeki engelleri ortadan kaldıracaktır . Sermaye gücü ile birlikte teknolojinin getirmiş olduğu en son bulgulara da sahip olma durumundaki bu merkezlerin , yeni dönemde  eskisinden çok farklı bir düzen kurabilmek için  ortalığı temizleyecek bir  savaşın peşinde koştukları bugünün gerçeklerinin  öne çıkardığı bir sonuçtur . Siyasal anlamda çökmüş olan devlet yapılanmalarının bütünüyle ortadan kaldırılarak yepyeni bir dünyanın  yaratılması hedeflenirken ,  iç ve dış savaş senaryolarının birlikte uygulanabildikleri görülebilmektedir .

                Birinci dünya savaşı , devrimler ile savaşların birlikte ortaya çıktığı bir siyasal dönüşüm süreci olarak tarihteki yerini almıştır . Yirminci yüzyıla girerken çökmüş olan Rus Çarlığı tüm ağırlığı ile ortada kalmışken  bu eskiyen yapıyı ortadan kaldırmak üzere,  devrimci bir girişim ile  Büyük Ekim Devrimi gerçekleştirilmiştir . Çöken imparatorluk yerine  yeni bir ideolojik sistem kurulurken  , iç ve dış savaşlar birbirini izlemiş  ve  Rus devleti  savaşlar sayesinde Çarlığın kalıntılarını temizleyerek  yepyeni bir ideolojik imparatorluk kurmuştur .Tarihin dönüşüm noktasında Rusya bir  Sosyalist devrim ile kendini yenilerken  ,  tarihin Birinci Dünya Savaşı sırasında birbirini izleyen savaşların  orta çağ kalıntısı siyasal yapıları geride bırakarak ,çağdaş bir cumhuriyete giden yolda  Türkiye için Rusya’dan çok farklı bir çizgide  bir Kemalist  Devrim modelinin gerçekleştirilmesine katkıda bulunduğu görülmektedir . Böylece Birinci Dünya Savaşı sürecinde hem savaşlar birbirini izlemiş ve bu doğrultuda imparatorluklar ortadan kalkmıştır hem de  imparatorlukların  geride bırakmış olduğu  alanlarda devrimci  oluşumun sonucu olarak yeni siyasal ve sosyal  yapılanmalarının  devreye girdiği  görülmüştür .

                Bugün Birinci Dünya  Savaşının yüz yıl sonra  devam ettiği  ve bu doğrultuda bu büyük savaşın tam olarak  yaratamadığı yeni dünya düzeninin ortaya çıkarılabilmesi için  savaşların yeni cephelerde sürdürülmesi gerektiğini savaştan yana olan lobiler ve merkezler açıkça savunabilmektedirler .Silah fabrikatörleri daha çok silah satmak için savaşı kışkırtırlarken , emperyalist ve Siyonist merkezler de dünyaya tam olarak egemen olabilmek için  savaş çığırtkanlığını her yerde açıkça yapabilmektedirler . Kendi çıkarları için savaş isteyen  merkezlere ve lobilere karşı insanlığın yeniden barış çığırtkanlığına soyunduğu  bir kamuoyunu bütün dünya ülkelerinde örgütlemek gerekmektedir . Devrim için savaş isteyenler ile  çıkar düzeni için savaş kışkırtanlar arasında oluşturulmuş olan  savaşçı  dayanışmasının bir an önce barıştan yana olan güçler tarafından önlenmesi gerekmektedir . Bugün gelinen noktada her kesim eskisine oranla çok güçlüdür . Kısmı ve yerel   çatışmaların yerini yeni bir dünya savaşı alırsa o zaman nükleer silahların kullanılmasıyla hem  bütün dünya  devletleri  yıkılır  hem de milyarlarca insan yok olma riski ile karşı karşıya kalır . Atatürk’ün deyimi ile cinayet olan savaşlara meydan vermemek ve bunları önleyebilmek için  yeni bir insanlık anlayışına dünyanın ihtiyacı vardır . Siyasi ve  dini inançları kötüye kullanarak savaş kışkırtıcılığı yapılmasına artık izin verilmemelidir . Savaşlar hiçbir zaman insanlığın kaderi olmamalıdır. Böyle bir yok olma kaderine zorlanan insanlığın  bir araya gelerek ortak bir işbirliği düzeni içinde bütün savaşları önlemesi insanlığın yaşamı açısından hayatidir.