Aslında son zamanlarda , siyaset mecrasında herkes birbirine bağırıyor. Nefesinin yetmediği noktada da yargı devreye giriyor!
Bunun için iktidar ve muhalefet arasında yaşananlara bir göz atmak yeterli.
Gün geçmiyor ki, hem Erdoğan, hem de Kılıçdaroğlu, kameralar önünde birbirine laf söylemesin?
Kim bilir, sadece ikisinin arasında kaç tane yargıya taşınmış olay var.
Her iki partinin içi ise kaynıyor.
İktidar partisinden halihazırda iki ayrı parti çıkmış, CHP’den kaç parti çıkacak henüz belli değil.
Her iki partiden -bugün rahat bırakılsa - kim bilir kaç milletvekili istifa eder. Ya da edecek..
Elbette yeni sistem; yüzde 1, yüzde 2, hatta 0.50’lik partileri büyük partilerden daha değerli hale getirdiği için, daha bir çok yeni parti de kurulur diyebiliriz.
Cumhurbaşkanı olacak olan iki aday , bu küçük küçük parçaları ne kadar çok bir araya getirebilirse, o kadar çok kazanmaya yaklaşacak.
Yani yeni yapılacak seçimlerde; ayrıştıran değil ,birleştiren siyaseti yapabilen sandıktan çıkacak.
Tam da bu noktada ; agresif ve kutuplaştıran siyaset argümanları için çoktan rafa kalkması gereken bir durum varken , mevcut ittifaklar arasında ise tam tersi bir durum hala devam ediyor.
Kaç okuyucu hatırlar bilmiyorum ama ben sizi biraz eskiye götürmek istiyorum bugün. 20 yıl önceye gelin birlikte gidelim. Bugün bizi yöneten iktidarın iktidara geldiği döneme. Ya da en azından bugünlerin siyasi taşlarının inşaa edildiği olayların yaşandığı o zamana
Peki neler yaşanıyordu o zaman?
İşte ilk aklıma gelenler:
Yaşını almış rahmetli Bülent Ecevit. Yıpranmış bir ANAP ve DYP. Söz konusu merkez sağın birbirleriyle bir araya gelemeyecek kadar siyaseti geren liderleri rahmetli Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller.
İktidar ortağı milliyetçi parti ve aynı zamanda yıllarca mücadele ettiği terörist başı Öcalan için -dünya konjonktürü ve ülke çıkarları için -idam cezasını kaldıran ya da buzdolabına koyan MHP…
Elbette bir de kapattıkça yenisi kurulan, dini siyasete alet ettiği, hatta zaman zaman ‘yobaz’ ve laik sistemi değiştirmek ile suçlanan parti Saadet. Ve Lideri Erbakan.
Kuşkusuz kapatmakla baş edilemeyecek olan parti, bir süre sonra bölünecek ve içinden çıkan parti , tek başına iktidar olacak ve tam tamına 20 yıl bu ülkeyi yönetecekti.
Bunu o günlerde kaç kişi hayal edebilirdi?
Kimilerine göre ‘irticacı’, kimilerine göre, ‘yobaz’, kimilerine göre ‘vatan haini’ kimlerine göre, ‘rejimi değiştirecek’ kişilerdi bunlar.
Mevcut düzenin yakından takip ettiği , ‘terörist’ muamelesi gören, sürekli takipte olan bu ekibin çoğu üyesi de, gerekli cezai işlemlerden nasibini alıyordu.
Nitekim, ‘bir şiir yüzünden’ hapse atılan kişi, büyük haksızlıklar yaşıyordu. O günlerde acı çekiyordu. Eminim o acı, bugünlerin iktidarını hazırlamıştı. Bugün iktidar partisinin başörtülü olan bir kadın milletvekilinin dediği gibi, o gün nerden bileceklerdi ki, ‘Mağduriyetten doğan kariyer’ bu kadar büyük olacak!
Bu arada o günlerde fakirleşen halk kitleleri, evine ekmek götüremeyen esnaf ve babalar ne yapacaklarını bilemiyordu. Başbakanlığın önüne fırlatılan ‘yazar-kasa’ ekonominin durumunu anlatan sembollerden sadece biriydi.
Yine o günlerde Anavatan Partisi’nin Ankara koridorlarında konuşulan yolsuzluk ve usulsüzlük dosyaları da ayrı bir konuydu.
Buna Rahmetli Ecevit ve ABD Büyükelçisi arasında (o günlerde ABD’nin planladığı Irak operasyonu için yapılan görüşme ve Ecevit’in Irak’ın toprak bütünlüğü kararlılığı) konusunu da eklemezsek olmaz..
Bunları neden mi hatırlatıyorum.?
Atalarımızın dediği gibi, ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ de ondan.
O gün yaşananların bir paraleli bugün yaşanmıyor mu sizce?
Sadece partiler, liderler ve isimler farklı sanki….
O gün DSP’yi parçalayan şartlar ve kişiler, ülkeler; bugün hem iktidar, hem muhalefet partisinde aynı şekilde aynı planı işletiyorlar.
Maalesef bu partileri yönetenler de ‘Tepedeki yalnızlık ’tan mıdır yoksa , ‘güç sarhoşluğu ’ndan mıdır bilinmez ama bu resmi hala bence görmüş değiller.
Ekonomi: Bugün pandemi temalı çaresizlikle, halk kitleleri her geçen gün -çalışanından, sanayici ve esnafına kadar herkes- zorda. Bırakın yazar kasa atmayı, ortada yakında ne kasa ne kasiyer, ne de Z raporu kalacak. Kısaca burası en sıkıntılı alan.
Yazımın ilk paragrafında söylediğim gibi , siyasi partiler, bırakın bir araya gelmeyi, her gün ayrışma ve kutuplaşmak üzerinden siyaset yapıp, hala daha kendi kitlelerini konsolide etmeye çalışıyor.
Dün olduğu gibi bugün de, bir çok siyasi, çekinmeden yargı sopasıyla dövülüyor.
Terörist olmakla ve terörizme hizmet etmekle suçlanıyor. Bazı partilerin kapanması konuşuluyor. Ama ne hikmetse sadece konuşuluyor.
Terör sevici biri hala bir partinin genel başkanı! Hatta hapisten Cumhurbaşkanı adayı olabiliyor. Ama nedense bir türlü cezası kesinleşmiyor? Hapisteki bir kişinin nasıl Cumhurbaşkanı adayı olabildiği sorusunun cevabı olmadığı gibi, hapisten siyasi yarışa nasıl diğer adaylar ile eşit şartlarda girebildiği de ayrı bir konu.
Ne kadar karışık değil mi?
Ama siyasette her zaman iki kere iki dört etmiyor.
Dün rejim değiştirmekle suçlanan siyasi aktörlerden Erdoğan da , bugün bizi 20 yıldır yönetiyor. Ve seçmenleri ile arkadaşlarına o gün olduğu gibi bugün de hala , ‘Beraber yürüdük biz bu yollarda…’ şarkısını söylüyor.
Yani?
Yani acılarla yazılan ya da kazınan hikayeler , bugün onların iktidar yolunu açan ve iktidarda kalma gücünü sağlayan argümanlar oluyor.
Bazılarına göre, ‘ötekileştirilenler’in mücadelesi, onları daha kolay iktidara taşıyor…Hatta bu duruma ‘sessiz devrim’ adını verenler de var.
Eeee?
EEE ‘si şu ki; 20 yıl öncesinin acılarını bugün yaşayanlar var.
Ekonomi aynı şekilde her evde bir sıkıntı. Buna bir de pandemi gibi bir canavarı eklemek gerekir.
ABD, yine sıkıntı. Bazılarının deyimi ile, ‘Biden bizi bayacak!’ Hem de bayağı! (ki bunu ayrıca başka bir yazıda değerlendireceğim. )
Aslına bakarsanız, her paragraf ayrı bir makale konusu. Bunları tek tek ayrıntılı olarak da yazacağım.
Bugün kısaca söylemek gerekirse ; Türkiye siyaseti yol ayrımında. Yeni bir döneme hazır olalım!
Peki yeni dönem ne?
Bence o yeni dönem, sesini yükseltenin bedel ödemesindense, sessiz kalanların rüzgarıyla inşa edilecek.
Bugün ana muhalefet partisinin içinde kasırgalar kopuyor.
Seçmenindeki sessizlik ‘çaresizlik sessizliği’ olmaktan çoktan çıktı.
Yeni nesil artık kısır Cumhuriyet ve sadece ‘Atatürk adının kullanıldığı’ bir siyaset yerine, gerçekten bu Cumhuriyetin kurucu ayarlarının istikametine yürümek istiyor. Hem de çok büyük kitleler halinde.
Kısaca her yerde değişimin rüzgarı esiyor .
Geçenlerde konuştuğum bir grup genç ne diyor biliyor musunuz?
Yeni nesil ve Z Kuşağı ; ‘haykırarak aykırı olmaktansa, susarak itiraz ediyoruz’ diyor.
İşte şimdi siyasette usta olmanın ve zafere ulaşmanın yolu ; o sessizlikteki itirazı duymak ve anlamaktan geçiyor.
O SESSİZLİKTEKİ İTİRAZI DUYMAK!
İşte bu çok önemli!
ÇÜNKÜ YENİ SİYASET , SESSİZ SİYASET!
BEYLEEEERR…..ŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞTTT!!!!