Herkes sevilmeyi sever ama ben sevilmek kadar sevmeyi de severim, sevgisizlik görmek benim için kötü bir davranış ya da hırçın bir tepkiden daha yaralayıcı olabilir; yeter ki bu tür yaklaşımlar sevgisizlikten değil geçici bir öfke ya da yanlış anlamadan kaynaklansın.
Bazı insanlara acırım, sevebilmenin keyfini bilmezler. Sevme yeteneklerinin sınırlı olması onları eksik kılar.
Sevilmek ve kollanmak, benim için iki önemli faktör. Korunmak demediğime dikkatinizi çekerim çünkü korunmak sizin dışınızda ve fakat size yönelik bir eylemdir. Karar verme gücünüz elinizden alınmıştır. Oysa kollarken kollanan kişinin özgürlüğü kısıtlanmaz, ancak “bilesin, ben buradayım” iletisini verilir. Sıcaklık, şefkat ve güven duyguları ışınlanır kollanan insanın içine.
Sevebilmek sevilmekten daha devinimlidir, edilgen değildir. Sevildiğinizi gözlemlerinize dayanarak hissedersiniz. Oysa sevgileriniz içinizde sürekli olarak yaşar sanki sizin ayrılmaz bir parçanızdır; aklınızın ve yüreğinizin bir köşesinde hep vardır. Zaman zaman öylesine büyür ki siz varsınız da sevgi duygunuz kendisine içinizde bir yer mi buluyor yoksa siz sevgilerinizi yaşatmak için mi varsınız diye düşünürsünüz. Bazen de bu duygunuz sizi yorar; kaybetme korkusu, evham ve çeşitli kaygılar yüzünden ürkersiniz. Yine de sevmek ve sevilmek güzel bir duygudur. Herkes ve özellikle her çocuk gibi anneme çok düşkündüm. Çocukluğumda en büyük kâbusum annemi çingenelerin kaçırmasıydı. Aslında annemin kâbusu benim kaçırılmam olmalıydı ya neyse. Büyüdükten sonra hâlâ aynı evde yaşarken gece ne zaman tuvalete kalksam annemle babamın odasına gider rahat nefes alıyorlar mı diye bakardım.
Ben kendimi de çok severim. Kızdığım ya da sinir olduğum zamanlar da vardır ama o vakit hemen kendimi sevecek bir şey düşünürüm; hiç olmadı içimden şarkı söylemeye başlar öfkemi geçiştiririm. İnsanın kendini sevebilmesinin güzel bir özellik olduğunu düşünmüşümdür hep.
Karşılıklılık sevgiyi zenginleştirir. Bu olumlu duyguyu karşınızdakine aktarır, o da size sevgiyle yaklaşırsa –bu kişi ana babanız, kardeşleriniz, evlâtlarınız, eşiniz, dostlarınız olabilir, ama iyi tanıdığınız biri olmasını salık veririm, sevgi bu, rast gele dağıtılmayacak kadar değerli- işte o zaman hayat pembeleşir. Sevgi karşılık görmediği zaman ancak belirli bir süre yaşayabilir sonunda er ya da geç yiter gider.
Bazen sevdiklerimize ve bizi sevenlere karşı acımasız olabiliriz. Anne babalar çocuklarına, çocuklar anne babalarına karşı öfkelerine yenilip haksız eleştiriler, hatta suçlamalar yapabilir. Eşler arasında da böylesi durumlarla karşılaşabiliriz. Başka birinin karısını ideal eş olarak gören bir koca o kadınla aynı çatının altında üç günden fazla barınamayacağının farkında bile değildir. Başkasının eşinin yaptığı bir hatayı erdemli bir kalenderlik olarak yorumlarken aynı şeyi kendi eşi yaparsa yargısı hazırdır, bu adam neyi doğru yaptı ki.
Sevdiklerinizi esirgemek onlar için yapmış olduğunuz özveri değil kendi huzurunuz için yapmış olduğunuz bir şeydir; onları mutlu görmek sizi de mutlandırır.
Sevginin karşıtı nefret değildir kanısındayım. Nefret bana göre şiddetli bir duygu olarak gelir sonra nefret ettiğiniz insanı yaşamınızdan çıkardığınızda, çünkü artık hayatınızın bir parçası olmayı hak etmiyordur, giderek kendisine karşı nötrolursunuz o kadar ki sizin için herhangi bir şeydir, sehpa gibi iskemle gibi falan.
Benim şimdiye kadar söz ettiğim sevginin aşkla bir ilgisi yok. Âşık olmak ayrı bir konu, bir kez cinsellik içerir, sonra akla ve mantığa uymaz. Karşılıklılık? Ballı lokma tatlısı. Herkes hayatında bir iki kere âşık olmalı. Bu duygunun karnınızda uçurduğu kelebekler, aklınıza geldiği zaman kalbinizin pırpır etmesi, bütün günü onu düşünerek geçirip belki rüyamda görürüm umuduyla yatmak, onun için giyinmek, süslenmek falan insanı canlı, beklentili kılan bir duygudur ama illâki ölümlüdür. Yerini sevgi, saygı, himaye etme isteği gibi duygulara bırakırsa ne mutlu o insana. Bazen de yıllar sonra bakarsınız, ayol ben bunun nesine o kadar âşık olmuşum kidiye şaşarsınız.
Sevgiye kalın.