Ngazetenin sevgili okurları MERHABA!
Yazı yazmanın kolay bir iş olmadığını biliyorum. Bir şeyler yazmak, daha doğrusu yazıyor olabilmek için öncelikli iş bilmektir, yani biliyor olabilmektir.Her mesleğin insanlar için başarılı olma şartını ve sorumluluğunu getirdiğine inanırım.Avukatsanız, doktorsanız, mühendisseniz her neyse, mesleğinizi başarıyla yapmanızın şartı, devamlı okumak, öğrenmek, mesleğin yeni gelişmelerini takip etmek, literatür taramak, kısacası geri kalmamak olmalıdır. Yazar veya yazı yazmakta olduğunu sanan kişiler açısından da durum böyledir ve hatta denilebilir ki, çok büyük bir sorumluluk gerektiren bir haldir. Bu sebeple yazı yazmaktan hep korkmuşumdur... Bir yazarın en büyük korkusu OKURDAN GERİ KALMAK olmalıdır. Okumazsanız, araştırmazsanız, yerli, yabancı bilgi kaynaklarını didiklemezseniz okura ne verebilirsiniz?
İşte biri bana yaz dedi mi, bunun telaşına düşerim. O yüzden de sizlere "merhaba" derken, nasıl bir ruh hali ve heyacanı taşımakta olduğumu ifade etmek istedim. Ben Türkiye'mizde maalesef çok uzun bir zamandan bu tarafa hemen her konuda görülmekte ve yaşanmakta olan boş vermişlik, umursamazlık, ciddiye almamazlık halinin yazar-okur ilişkileri için de geçerli olduğu düşüncesindeyim ve üzülüyorum. Entellektüel hassasiyeti ve sorumluluğunu bir toplumun ilerlemesi ve aydınlanmasının olmazsa olmaz şartı olduğu inancındayım.
Bu ölçüler içinde sizlere merhaba diyorum... Bugün, siz sevgili Ngazete takipçisi dostlara gençlik yıllarımdan kalan bir hatırayı nakletmek ve oradan da bir yere gelmek istiyorum... Bugün Rahmetli Kayinpederim Dündar Taşer Beyefendinin vefatının yıldönümü. Yarim asır oldu. Ben kendisini tanıdığımda yetişmeye ve büyümeye çalışan genç bir adamdım... O ise eski bir subay, eski bir "ihtilalci"... Zekâ, kültür, anlayış ve analiz kaabiliyeti, hafıza, kavrayış gibi bir insanı üstün kılabilecek müspet anlam ifade eden bütün hususiyetleri taşıyan bir adamdı.
O kadar da, kibar, beyefendi, saygılı, sevecen... Kendisi bir ihtilal hareketinin bölünmüş komitesinin bir tarafında kalmış olmasına rağmen ötede kalanların sevip saydığı; İsmet Pasa'nın özledim deyip sohbete çağırdığı; gittiği her mekânda (Yüksel Palas, Bulvar Palas, Mülkiyeliler Birliği) etrafında insanların sohbeti için toplandığı mümtaz bir kişilikti.
İşte, bu sohbetler sırasında iki maliyeci bürokratla dost olmuştu. Birisi, sol görüşlü olduğu söylenmesine rağmen Demirel tarafından Gelirler Genel Müdürü yapılan Kafaoğlu idi.( İki kardeştiler, Adnan ve Arslan Başer) Diğeri de Mülkiyeliler Birliği sohbetlerinde Dündar beyle tanışıp aklı karışan, neredeyse fikri değişen eski marksist görüşlü denilebilecek Erdoğan Nirun isimli bir bürokrat. Erdoğan Nirun, Dündar Beyi dinlemiş (Deniz Baykal,Ahmet N.Yücekok sohbet etmişler -Dündar Bey ve Yücekok akrabaydilar-) hayran kalmış... Birgün Dündar Bey bana " hadi kalk delikanlı seninle bir yere ziyarete gideceğiz" dedi. Gittik Ulus'a, Maliye Bakanlığı binasına. (Bina Dündar Beye yabancı değil... (27 Mayıs ertesi oturduğu bina) Hem Kafaoğlu, hem Nirun hazır ayakta karşılandık... İltifatlar gırla... Maliyecilikte adet herkes bunlara "ustat" diyor; bunlar Dündar Beye... Nirun, bizi kendi odasına davet etti, kahveler söylendi... Nirun, Dündar Beye bir vergi seferberliği başlatmak için kampanya başlatmak istediklerini, uygun sloganlara ihtiyaç duyduklarını ifade etti, ben susuyor, dinliyorum... Âdeta, bir fikir jimnastiği yapıyorlardı. Evettt, bu kadar uzun uzun niye ve neyi anlatmaya çalıştım... Biz binadan ayrılırken Nirun bürokratlarına talimat veriyor ve vergi daireleri için yeni sloganı not ettiriyordu : KENDİ İRADESİ İLE KENDİNİ VERGİLENDİREN HALK, MİLLETTİR! Altına Dündar Taşer diye yazabilirlerdi(!)... Size birinci elden (daha doğrusu kulaktan) gün yüzü görmemiş bir hatıra...
O halk, bir de verdiği vergilerin nereye gittiğini sorgulama iradesine kavuşabilseydi...
Şevket Bülent Yahnici