Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Dünya tarihi bir anlamda çatışma ,çekişme ve savaşların birbirini izlediği bir süreçten meydana gelmiştir .İlk çağlarda insanlar doğal yaşam içerisinde varlıklarını sürdürmeye çalışırlarken hem doğanın ortaya çıkardığı afetlere karşı bir dayanışma içerisinde kendilerini korumaya çalışmışlar ,hem de birbirlerinin kuyusunu kazarak “ insan insanın kurdudur “ olgusunu gündeme getirerek doğal bir seleksiyon düzeni içerisinde yaşamlarını sürdürmeye çaba göstermişlerdir . Böylece insanlığın ilk ortaya çıkmış olduğu ilkel çağlardan bu yana sürekli bir çekişme ve çatışma hali dünya tarihinin ana ögesi olarak belirleyici olmuştur . Zamanla nüfus arttıkça , insanlar eskisine oranla çok daha kalabalık topluluklar içerisinde varlığını sürdürmeye çalışırken , insanlar arasındaki çekişme ve çatışmalarının hem sayısının hem de şiddetinin arttığı gözlemlenmiştir . Bir anlamda , insan toplulukları sakin bir ortama bu yüzden bir türlü ulaşamamış ve savaşlar dünya tarihinin dönemeç noktasında geleceği hazırlayan olaylar olarak öne çıkmıştır.
İlkel toplumda kaba kuvvete dayanan bir çekişme süreci yaşanmış ,kim daha fazla kol ve beden gücüne sahipse o toplumun önderi konumuna gelmiştir . Zamanla kaba kuvvetin yerini akıl gücü almaya başlamış ve , bir süre sonra beden gücü kadar akıl gücü de insan toplumlarının yöneticilerinin belirlenmesinde etkini bir faktör haline gelmiştir . Kaba kuvvet ile toplumun yönetimini ele geçiremeyenler bunun üzerine akıl gücünü kullanarak kendilerini öne çıkarmaya çalışmışlardır . Aklını kullanamayan güçlüler toplum içindeki yönetici konumunu ellerinden kaçırırlarken , kaba kuvvete sahip olmayan akıllılar ya da zeki insanlar bir süre sonra toplumun içinde öne çıkarak yönetimi ele geçirebilmişlerdir . Kaba kuvvet ile akıl gücü arasında çekişmeler yaşanırken , zaman ilerlemiş ve bu arada yöneticilerin kurdukları toplum düzenleri süreklilik kazanarak kurumlaşmaya doğru gelişmeler göstermiştir . İşte bu aşamada devlet denilen oluşumun ilk örnekleri görülmüştür . Bir anlamda ,yönetici güçlü kişinin kimliğinde başlayan devletleşme olgusu , bir süre sonra babadan oğula geçen bir yapılanma içine girmiştir .Yönetimin babadan oğula geçmesiyle birlikte , aile ,sülale ya da hanedan türü siyasal yapılanmalar gündeme gelmiştir . Böylece kaba kuvvet devletinden hanedan devletleşmelerine doğru bir dönüşüm yaşanmıştır .Orta çağ döneminde derebeylik olarak görülen bu siyasal yapılar daha sonraki dönemlerde krallıklar olarak ortaya çıkmıştır . İlkel devletten derebeyliğe , ortaçağ da tanrı devletine ,modernleşme ile birlikte krallık devletine , daha sonra da krallıkların imparatorluk devletlerine doğru geliştiği görülmüş ve Fransız devrimi sonrasında da ulus devletlere geçiş birbirini izleyerek tarih sahnesinde yerlerini almışlardır.
Günümüzün ulus devletine gelene kadar tarihin her döneminde farklı bir devlet modeli ile karşılaşan insanlık ,yirmi birinci yüzyılda geleceğe doğru bu kez farklı bir devlet modeli dayatması ile karşı karşıya kalmıştır . Daha önceki devlet modelleri her çağın gerçeklerine uygun bir biçimde ortaya çıkarken , bu kez doğal gelişim bir yana bırakılarak ,belirli güç merkezlerinin evrensel düzeyde bir yeni hegemonya arayışı olarak, halk kitlelerinden uzakta ve gizli toplantılar sonucunda eskilerinden çok farklı bir yeni devlet yapılanması , dışarıdan müdahaleler ve uzaktan kumandalı manüplasyon yöntemleri ile bütün insanlığa kabul ettirilmeye çalışılmaktadır . Önceleri doğal gelişimin normal bir sonucu olarak gösterilmeye çalışılan yeni devletleşme projesinin ,bütünüyle zengin iş çevrelerinin oluşturmaya çalıştıkları yeni çıkar düzeni olduğu zamanla anlaşılmaya başlanmıştır . Devletleşme süreci içerisinde insanlık her dönemde farklı bir devlet modeli çatısı altına girerken ,küreselleşme olgusu ile birlikte geçmiştekilere hiç benzemeyen bir yeni düzene doğru sürüklenmeye çalışılmıştır .Hiç te doğal olmayan yöntemler devreye sokulurken ,yüzyılların sömürgeciliği sonucunda zenginleşen iş çevreleri daha üst düzeyde bir hegemonya ve zenginlik arayışlarını küreselleşme adı altında gündeme getirerek, bütün insanlığa karşı zorla dayatmışlardır .Hanedan ya da aile yönetimlerine dayanan devletlerde sülaleler zengin olurken ,devleti kendi babalarının çiftliği gibi görmüşler , ama daha sonraki aşamada modernleşme süreçleri toplum ve devlet yapılarını değişime sürüklerken, devletler hanedanlardan koparak ulusal toplum ile bütünleşmişlerdir.
On sekizinci yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşen Fransız devriminin sonucu olarak ulus devletler dünyanın beş kıtasında birden varlıklarını sürdürürken, diğer yandan da Avrupa ülkelerinin dünyanın beş kıtası üzerindeki sömürgecilikleri devam ediyordu . Orta çağdan çıkış ile beraber önce denizlere sonra da okyanuslara açılan batılı devletler , yeryüzünün bütün kıtalarında ele geçirdikleri ülkeleri kendi sömürgelerine dönüştürüyorlardı .Yeryüzünün bütün kıtaları fethedilirken , buralardan ele geçirilen bütün değerli madenler ve mallar , deniz ticareti üzerinden Avrupa’nın okyanus kıyısındaki ülkelerinin limanlarına getiriliyordu . Merkantalizim adı verilen bu sürece Atlas okyanusu kıyısında limanları bulunan üç büyük üç de küçük Avrupa devleti düzenleyici bir katkı sağlayınca ,batının dışında kalan bütün dünya kıtalarını emperyalizmin acımasız sömürgeciliğine dönüştüren bir yeni döneme giriliyordu . Merkantalizm bir anlamda kapitalizmin öncüsü oluyor , Avrupa kıtasına taşınan dünya zenginlikleri zamanla bu kıtanın zenginleşmesini sağlayarak ,bugünkü küresel kapitalist sisteminin oluşumuna giden yolu açmıştır . İnsanlık orta çağın Avrupa kıtasına hapsolmuş karanlık dünyasından çıkışını yaparken , daha güneşli ve aydınlık ülkeler arayışı Avrupa ülkelerinin dünya kıtalarını fethetmesine giden süreci başlatmıştır . Bu açıdan uluslar arası kapitalist sistemin beş yüz yıllık batı sömürgeciliği sayesinde ,bugünkü zenginliğine ve gücüne kavuştuğu söylenebilir.
Devletler aracılığı ile başlatılan sömürgeciliğin bir süre sonra büyük zenginlikler oluşturması üzerine , ortaya çıkan büyük zenginliklerin devletler tarafından bütünüyle kontrol edilememesi gibi yeni durumları ortaya çıkarmıştır . Bunun üzerine sömürgecilik ve bunun sağladığı zenginliğin , emperyal devletlerin öncülüğünde bu ülkelerin önde gelen işadamlarına açıldığı ve böylece devletlerin bütünüyle yükünü taşıyamadığı zenginliklere yavaş yavaş toplum içinde önde gelen iş çevrelerinin sahip çıkmaya başladığı görülmüştür . Böylece , emperyalist devletler kendilerine bağladıkları sömürgeleri sömürme işini topluma yayarak, iş çevreleriyle birlikte bir kollektif emperyalizmin örgütlenmesine sağlamışlardır . Devletlerin yanı sıra iş adamları aracılığı ile başlatılmış olan yeni sömürgecilik, zamanla devlet benzeri bir sosyal ve hukuki örgütlenme olarak şirketlerin gündeme gelmesini sağlayan ortamı hazırlamıştır . Böylece emperyal devletlerin öncülüğünde başlatılmış olan sömürgeciliğin devletlerin kontrolu altında daha geniş bir yayılma stratejisi izlemeye başlamasıyla birlikte şirketleşme oluşumu hızla güçlenerek dünya piyasalarında etkili olmaya başlamıştır . Şirketlerin kısa zamanda büyüyerek devletlerin dışında güçlü ekonomik yapılar konumuna gelmesiyle birlikte , emperyal devletlerin yerini büyük şirketler almaya başlamış ve böylece emperyalizm ve sömürgecilik devletlerin denetimi altında yavaş yavaş şirketlerin eline geçmeye başlamıştır . Kendi ülkesini yönetmenin yanı sıra , kendisine bağladığı sömürge ülkelerinin yönetimi ile de uğraşmak zorunda kalan emperyal devletler , zamanla güvenlik , yönetim ve organizasyon işlerine doğru yönelirlerken , daha önceleri devletlerin başlatmış olduğu ekonomik emperyalizm ve sömürgecilik işleri bir süre sonra şirketlerin eline geçmiştir . Emperyalist devletler arasında hegemonya rekabeti devam ederken , devletlerin ekonomik gücü bu devletlerin desteği ile kurulmuş olan şirketlerin eline geçmiştir . Batı emperyalizmi devletler eli ile kurulmuş ama daha sonraki dönemde şirketler aracılığı ile geliştirilerek bugünkü düzeyine getirilmiştir.
Devletlerin öncülüğünde ve desteğinde kurulmuş olan batılı şirketler giderek sömürgeciliği geliştirirken , kısa zamanda büyük ekonomik varlıklara sahip olma durumuna gelmişler ve bu yüzden de bir aşamadan sonra ülke ve dünya işlerinin yönetimini devletlere bırakmamanın yollarını aramaya başlamışlardır . Önceleri devlet desteği ile kurulan ve uzun süre devletlerin desteği ile yeryüzü kıtalarına açılan bu şirketler , hem batı emperyalizminin gücünden yararlanmışlar hem de sömürge devletlerin sahip olduğu bütün zenginliklere kısa zaman el koyarak , küresel anlamda büyük ekonomik güçlere dönüşmüşlerdir . Afrika kıtası batılı sömürgecilere oyuncak olurken , gözü dönmüş batılı iş adamları bazı sömürge ülkelerini babalarının çiftliği gibi kullanarak kendi isimlerini buralara devlet adı olarak vermekten çekinmemişlerdir . İngiliz iş adamı Cecil Rodes bu durumun en açık örneği olarak , Güney Afrika bölgesinde zamanında kurulmuş olan Rodezya’nın isim babası konumunda kendisini ilan edebilmiştir . Rodezya örneğini başka kıtalarda uygulamak isteyen batılı sömürgeciler bütün dünya kıtalarını emperyalizmin oyun alanı konumuna doğru sürüklerken , zamanla kendi aralarında ihtilaflara düşmüşlerdir . Bu yüzden , son üç yüz yıl içinde dünyanın bir çok bölgesinde batılı emperyalistler arasında sömürge çatışmaları çıkmış ve bunlardan bazıları bölge savaşları olarak uzun süre etkili olmuştur . Giderek büyüyen ve çok uluslu hale gelen batılı tekelci şirketlerin ham madde ve pazar arayışları şirketler arası çekişmeleri devletler arasındaki savaşlara dönüştürmüştür . Böylece ,devletlerin kurmuş olduğu şirketler sonraki aşamada kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda devletleri güvenlik örgütleri konumunda kullanmaya başlamıştır.
Modern dünyanın bugünkü biçimde yapılanmasına , sadece batılı devletler değil, ama aynı zamanda onların içinden çıkmış olan batılı şirketler de katkı sağlamışlardır . Avrupa merkezli batı emperyalizmi birinci dünya savaşı sonrasında Amerika merkezli yeni bir düzene bırakırken , Büyük Britanya İmparatorluğunun yerini Amerika Birleşik Devletleri gibi bir büyük süper devlet almıştır . On eyaletin bir araya gelmesiyle ile kurulmuş olan bu büyük devlet daha sonraları elli eyaletlik bir büyük birlikteliğe dönüşünce , batı emperyalizminin yeni merkezi gücü olarak İngilitere’nin yerini almıştır . Ama ,Britanya ile ABD arasında var olan Atlas okyanusu bir nevi Atlantik birliğinin köprüsü olarak ,batı emperyalizminin Atlantik üzerinden bütün dünyaya egemen olması doğrultusunda işbirliği ortamını devam ettirmiştir . Bu yüzden Britanya İmparatorluğu döneminde küresel güç konumuna gelen batılı sömürgeci şirketler , yeni merkez ABD ile işbirliğine yönelirlerken arada bulunan Atlantik okyanusu üzerinden bir büyük Atlantik ortaklığını yeni dönemde dünya ülkelerinin önüne çıkarmışlardır . Bu durumda geçmişten gelen sömürgeci şirketler yeni dönemde varlıklarını sürdürebilmişler ve yeni kurulan ortaklıklar sayesinde de daha güçlü bir küresel hegemonya düzeni ardında koşmaya başlamışlardır . Serbest piyasa ekonomisi görünümünde insanlığa kabul ettirilmeye çalışılan batılı kapitalist sistemin , pek de özgürlükçü bir düzene sahip olmadığı ,aksine serbestlik görünümü altında tekelleşmenin önünü açtığı zamanla ortaya çıkmıştır.
Batılı şirketlerin devleşmesiyle birlikte dünya platformunda öne çıkan Amerika Birleşik Devletleri , ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında büyük tekelci şirketlerin öncülüğünde bir gizli dünya devleti oluşumuna ev sahipliği yapmıştır. Atlantik güçlerine bir Avrupa gücü olarak meydan okuyan Almanya , ulusal birliğini sağlayarak Atlantik güçlerine meydan okumaya başladığı anda , ABD’nin Chicago kentinde bir araya gelen on bir büyük sanayici ,bir yuvarlak masanın etrafında toplanarak gizli dünya devleti oluşumunu başlatmışlardır . Birinci dünya savaşına giden yolda Britanya İmparatorluğunun başlatmış olduğu Atlantik insiyatifi hegemonyasına Amerika Birleşik Devletlerinin katılmasıyla beraber ,ulus devletler çekişmesinin sonucu olarak patlak veren birinci ve ikinci dünya savaşlarını, Atlantik güçleri kazanmış ve merkezi Avrupa gücü olarak ortaya çıkan Almanya’nın doğu politikaları ile bir büyük dünya hegemonyasına yönelmesinin önü kesilmiştir . Böylesine bir sonucun alınmasında ABD ve Britanya devletlerinin gücü kadar , bu iki büyük devletin içinden çıkmış olan tekelci şirketlerin de , büyük sermayeyi kontrol eden finans-kapital olarak rolleri bulunduğu görülmektedir . Ayrıca ABD’nin on büyük sanayicisinin Yahudi asıllı olmaları , ve hırıstıyan Avrupa kıtasından Müslümanlar ile birlikte Yahudilerin de dışlanmaları nedeniyle , Chicago merkezli yuvarlak masa ittifakının, Avrupa’nın dışında bir Yahudi devletinin kutsal topraklar ilan edilen merkezi coğrafyada kurulmasını yönelik bir çizgide olayları ve siyasal gelişmeleri yönlendirmeye çalışan bir Siyonist yapılanma olduğu zamanla anlaşılmıştır.
Beş büyük kıtada iki yüz civarında ulus devlet , cihan savaşları sürecinde ortaya çıkarken , bu devletlerin ötesinde bir başka güç merkezi olarak gizli dünya devleti oluşumları tekelci şirketler aracılığı ile hızla örgütlenerek, küresel gelişmelerin yönlendirilmesinde var olan devletlerin ötesinde etkili olmaya başlamıştır . Legal düzeyde Yuvarlak Masa yapılanmasından Bilderberg oluşumuna giden yol açılırken , diğer yandan illegal doğrultuda İlluminati gibi örgütlenmeler birbiri ardı sıra öne çıkmışlardır . Ayrıca , Opus Dei gibi hıristiyan yapılanmalar ile Siyon Kardeşleri ya da Tapınak Şövalyeleri gibi Yahudi örgütleri de , gizli dünya devleti oluşumu içerisinde yer alarak birbirleriyle rekabete girebilmişlerdir . Bütün bu gizli ve küresel hegemonya arayan dünya devleti girişimleri içerisinde , uluslar arası büyük sermayeyi kontrol eden finans-kapitalin ultra zengin iş adamları yer almışlardır . Kendi şirketlerinin çıkarları doğrultusunda hareket eden bu büyük zenginler , var olan devlet düzenlerinin ötesinde bir küresel dünya imparatorluğu peşinde koşarlarken ,kendilerinin önünü kesen büyük ve güçlü ulus devletleri ortadan kaldırmaya karar vermişlerdir . Kendi şirketlerinin ekonomik gücünü siyasal güce dönüştürmek isteyen tekelci patronlar ,dünya halklarının çatısı altına sığınarak devletin koruyucu şemsiyesinden yararlanmak isteyen milyarlarca insanı yeniden köleleştirecek bir süreci başlatmışlardır . Şirketleri aracılığı ile fiili bir dünya devleti oluşumunu başlatan finans –kapitalin patronları ,bir avuç sayıda olmalarına rağmen milyarlarca insanı hedef alan bir yeni emperyalizmi küreselcilik görünümü altında devreye sokmuşlardır.
Batı dünyasının büyük emperyalist devletlerinin daha büyük bir sömürü düzeni oluşturma doğrultusunda gündeme getirdiği şirketleşme olgusu , zaman içerisinde tekelci büyük şirketlerin ekonomi üzerinden uluslar arası alanda güç sahibi olmalarıyla devletlere meydan okuyan bir konuma gelmiştir . İki büyük dünya savaşı sonrasında , batı kapitalist sistemi üzerinden dünya ekonomisini yönlendiren evrensel tekelci şirketler , tekelleşme sürecinde birbirlerini yutmaya hazırlanırken , devlet düzenlerinin kendilerine ayak bağı olmasını istememektedirler . Birbirleriyle daha geniş pazar ve daha çok ham madde elde etme doğrultusunda yarışan tekelci şirketlerin devletlerin kurmuş olduğu hukuk düzeninden ve anayasal sistemlerden rahatsız oldukları ,ve bunları aşabilmek için de karşılarına çıkan ulus devletleri dağıtma doğrultusunda her yolu denedikleri göze çarpmaktadır . Para babalarına göre , şirketler büyüyecek ama devletler küçülecektir . Bu doğrultuda , var olan bütün devlet yapılarının küçültülmesi ana hedef haline getirilmiştir. Ayrıca, bir Bilderberg toplantısında ulus devletleri korumak ya da savunmak doğrultusunda , küresel emperyalizme karşı çıkan ulusculuk ya da milliyetçilik akımları baş düşman olarak ilan edilmiştir .Daha fazla kazanç için vatana ihaneti bile göze alabilecek durumdaki tekelci şirketler ,kendi çıkarları doğrultusunda bir politika izlenmesi doğrultusunda bütün devletleri ve ulusal yapıları zorlamakta ve zamanla ulusal yapıların tasfiyesine giden yolun önünü açmaya çaba göstermektedirler . Soğuk savaş döneminde uluslar arası alanda bir denge sağlayan sosyalist sistemin ortadan kaldırılmasıyla ,tekelci şirketler daha da azgınlaşarak küresel tekel haline gelebilmek için , ulus devlet yıkıcılığına soyunmuşlardır . Bu doğrultuda yeni bir işbirliği ve dayanışma düzenini küreselleşme görünümü altında gündeme getiren bu dev şirketler küresel imparatorluk düzeni oluşturabilme doğrultusunda ulus devletleri yıkmaktadırlar.
Dünya tarihinde çekişme ve çatışma önce insanlar arasında başlamış daha sonraları toplumlar ve devletler arasında sürüp gitmiş ama gelinen aşamada , devletlerin oluşturduğu şirketler ile devlet yapıları arasındaki çekişmeler çok üst düzeylere tırmanarak uluslar arası senaryolar ya da komplolar ile var olan devlet düzenlerine karşı ciddi bir tehdide dönüşmüş durumdadır . Devletlerin ürünü olan şirketler artık devletleri geride bırakarak bütünüyle bir dünya egemenliği arayışı içerisindedirler . Hiçbir biçimde var olan devlet düzenleri ya da onların hukuk sistemleri ile kendilerini bağımlı görmek istememektedirler .En üst düzeyde kar ya da kazanç elde edebilmek için bütün yer altı zenginliklerine el koymak ,dünyanın bütün ülkelerinde oluşmuş olan piyasaları ele geçirmek üzere harekete geçen küresel şirketler , dünya devletlerini yutulacak lokma olarak görürlerken , kendilerini var eden devlet ve hukuk düzenlerini tasfiye edecek politikalara ağırlık vermektedirler . Tekelci şirketler kendi patronlarının denetimi altında olan gizli dünya devleti mekanizmalarını bu doğrultularda harekete geçirerek ,ulus devletlerin karşı bir hareket oluşturarak kendi varlıklarını korumalarına izin vermek istememektedirler . Küresel şirketler Dünya Ekonomik Forumu, Bilderberg Örgütü , Dış İlişkiler Komitesi ,gibi uluslar arası kuruluşlar dünyanın zengin ve emperyal güçlerinin istekleri doğrultusunda toplantılar düzenleyerek yeni bir dünya düzenine giden yolda uluslar arası gelişmelere yön verirlerken , İlluminati , Opus Dei ya da Tapınak Şövalyeleri ismini taşıyan Orta Çağ uzantısı gizli örgütlenmeler ,bir dünya devleti inisiyatifini yer altından her ülkede devreye sokarak, Finans-kapitalin çıkarları doğrultusunda alınmış olan uluslar arası kararların var olan devlet düzenleri tarafından kabül edilerek uygulanmalarını sağlamaya çalışmaktadırlar.
Dünya devletine giden yolda var olan devlet yapıları hedefe konularak tasfiye edilmeye doğru zorlanırken , şirket patronlarının bir araya gelmesi ve örgütlenerek geleceğin dünya devleti olmaya aday bir küresel imparatorluk projesini devreye koymalarıyla birlikte , ulus devletler çağının tamamlandığı küresel merkezler tarafından ilan edilmiştir . Önceleri gizli gizli uygulanan bazı girişimler ile ulus devletlerin önü kesilmeye ve bu yapıların yarı yarıya güçlerinin kesilmesine giden yollar açılmaya çalışılmıştır . Özellikle, serbest piyasa ekonomisi ,özelleştirmeler, ileri demokrasi ve daha gelişmiş insan hakları paketleri ile var olan devlet yapılarının gücü kesilirken, elde edilen hareket serbestisi alanlarında ülke halklarının ya da ulusal toplum yapılarının devreye girmeleri önlenerek , tekelci şirketlerin çıkarları doğrultusunda küresel emperyalizmin önerilerinin öncelik almasına çalışılmıştır . Sosyalist sistemin savaş olmadan ortadan kaldırılmasıyla birlikte başlatılan küreselleşme döneminde , sürekli olarak batı merkezli uluslar arası kuruluşlar hep gizli dünya devletinin ulus devletleri ortadan kaldırmaya dönük plan ve projelerini n öncelikli olarak uygulanmalarına önem verilmiştir , Küresel sermaye bu doğrultuda öncelikle ulusal ekonomi kuruluşlarını satın alarak içinde eritmiş ve daha sonra da medyanın ve elektronik haberleşmenin küresel sermaye tarafından kontrol edilmesine sıra gelmiştir . Küresel sermaye tümüyle uluslarararası bir statüye getirilen bankacılık sistemi üzerinden medya ve elektronik haberleşmeyi denetim altına alırken , bunun yanı sıra siyasetin finansmanına da öncelik verilmiştir . Özellikle gizli dünya devletinin merkezlerinde oluşturulan siyasal plan ve projelerin küresel emperyalizm doğrultusunda uygulama alanına aktarılmasıyla görevlendirilen siyasal kadrolar ,var olan partilerde ya da devlet kurumlarında işbaşına getirilmekte ve bunlar aracılığı ile küresel senaryolar teker teker uygulanmaya başlanmaktadır. Küresel sermayenin taşeronu konumunda medya organlarının kamuoyu oluşturmalarıyla birlikte uygun ortam yaratılan siyasal senaryoların sırasıyla devreye sokuldukları bütün dünya ülkelerinde görülebilmektedir . Böylece , şirketler ile devletler arasındaki çekişme ve çatışma sürecinde sürekli olarak şirketlerin kazanmaları sağlanmakta ve dolayısıyla ulus devletlerin yok edilmesine doğru emin adımlar ile gidilmektedir . Bir anlamda şirketler arası dayanışma ile gündeme gelen dünya devleti oluşumu , var olan bütün devlet yapılarına karşı bir mücadele süreci içerisine girmişler , neredeyse ,uluslar arası tekeller olarak ulus devletlere savaş açmışlardır.
Dünya savaşları aşamasında bir dünya devleti oluşturma çizgisinde önce Milletler Cemiyeti kurulmuş ama ikinci dünya savaşı sürecinde bu yapılanma çökünce ,bu kez Birleşmiş Milletler örgütlenmesine gidilerek bütün dünya devletleri tek çatı altında toplanmaya çalışılmıştır . Soğuk savaşın sona erdirilişiyle birlikte , küreselleşme döneminde devletlerin bir araya gelmesinden meydana gelen Birleşmiş Milletlere karşı , küresel sermayenin denetimi altındaki uluslar arası kuruluşların yönlendirilmesiyle birlikte Dünya Ticaret Örgütü oluşturulmuştur . Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonu ile başlatılmış olan , küresel dünya devleti süreci Dünya Ticaret Örgütü ile tamamlanmaya çalışılmış ve ,var olan devletlere karşı savaş açılırken , Birleşmiş Milletler Örgütlenmesi ikinci plana atılarak,ekonomi üzerinden Dünya Ticaret Örgütü ,bir küresel imparatorluk oluşturma doğrultusunda yeni merkez olarak öne çıkarılmak istenmiştir . Dünya Bankası programları ile devlet yapıları dönüştürülmeye çalışılırken ,Birleşmiş Milletlere üye olarak bu üst kuruluşun koruması altında olması gereken devlet yapıları hedef haline getirilmiştir . ABD merkezli bir batı hegemonyası Dünya Ticaret Örgütü üzerinden bütün ülkelere yönelik olarak geliştirilirken ,Birleşmiş Milletler Örgütünün kendi üyesi olan ulus devletlerin varlığını koruyan bir doğrultuda hareket etmesine izin verilmemiştir . Uluslar arası tekelci şirket patronlarının bir araya gelmesiyle oluşturulmaya çalışılan dünya devleti yapılanması çerçevesinde şirketler üzerinden yeni bir dünya düzeni gündeme getirilirken , yedi milyar insanın vatandaş olarak çatısı altında yaşamaya çalıştığı devlet düzenlerinin tasfiyesine yönelik girişimler birbiri ardı sıra öne çıkarılmıştır . ABD ve Avrupa Birliği dayanışmasıyla oluşturulmak istenen bu yeni yapılanmaya Çin,Rusya,Brezilya ve Hindistan gibi dört büyük dev ülke Dünya Ticaret Örgütü çatısı altında karşı çıkınca , şirketler üzerinden bir dünya imparatorluğu oluşturma projesinin önü kesilmiştir.
Ulus devletler, Dünya Ticaret Örgütünün insafsız tasfiye planlarına alet edilmeden önce , Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonu gibi evrensel ekonomik kuruluşlar , dünya devletlerine yardım ve destek programlarını planlı bir biçimde uygulamışlar ve destek görünümü altında borçlandırma siyasetini sonuna kadar dayatarak , devlet düzenlerinin çökertilmesine giden yolları açmaya çaba göstermişlerdir. Dünya Bankası fonları bu doğrultuda kullanılırken, Uluslar arası Para Fonu üzerinden maddi destek görünümünde aşırı kredi ve borçlandırma politikaları bilinçli bir biçimde uygulanarak tam anlamıyla çökertme ve iflas ettirme saldırıları birbiri ardı sıra bir çok az gelişmiş ülkede sahneye konulmuştur . Batı dünyasının dışında kalan bütün geri kalmış ülkelerde aynı senaryolar birbiri ardı sıra devreye sokulurken ,ekonomik yardım görünümü altında batı emperyalist sistemine bağımlı hale getirilen dünya devletleri iflas etmekten ya da büyük ekonomik çöküntülere maruz kalmaktan bir türlü kurtulamamışlardır . Bir anlamda ,yeni bir dünya düzeni kurmak için eski dünya düzeninin uzantısı olan ulus devlet yapılarının ortadan kaldırılması bilinçli bir biçimde gündeme getirilmiştir . Küresel şirketleri devletlerin denetiminden kurtaracak , vergi ya da gümrük sınırlamaları ile uğraşmaktan uzaklaştıracak adımlar ,Dünya Bankası destekli ekonomik yardım programları ile beraber yürürlüğe konulmuştur . Bütün bu gibi girişimler , çeşitli ülkelerde yeni sömürgeleştirme uygulamalarına elverişli ortamlar yaratmıştır . Devletlerin elinden kendi ekonomilerini yönetme yetkisi alınmış ve küresel şirketlerin denetiminde bir batı emperyalizmi uygulamasına geçilmeye çalışılmıştır .Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonu programlarıyla başlatılmış olan yeni sömürgeleştirme sürecinde ,dünya devletleri ekonomik yardımlar aracılığı ile geri kalmışlıktan kurtulmaya çalışırlarken , tamamen tersi bir doğrultuda yeniden sömürgeleştirilmişlerdir.
Var olan iki yüz ulus devleti tasfiye ederek , kendine bağlı dışa açık yerel yönetimleri üzerinden evrensel bir imparatorluk peşinde koşan tekelci şirketler , küresel sürecin çeyrek yüzyılını geride bırakırken , devletler küçülmeye başlamış ve kendi ekonomilerini yönetme hakları ellerinden alınarak tamamen dışa bağımlı bir yeni dönem başlatılmıştır . Özelleştirme güzelleştirme olarak lanse edilirken ,tamamen tersi bir biçimde insanlığın felaketine yol açarak aşırı zenginler ile aşırı yoksullar toplumu yaratılmasına yol açmıştır . Devletlerin ekonomik kuruluşları ellerinden alınırken ,küresel sermaye artık dünyaya sığmayacak derecede dev bir yapılanmaya dönüşmüştür . Küreselleşme yola çıkarken beşte bir toplumu oluşturma vaadi ile öne çıkmış ve her toplumun beşte birinin zengin , beşte dördünün de orta halli bir konuma getirilmesi hedeflenmiş ama aradan geçen çeyrek asır sonrasında beşte bir toplumu yerine yüzde bir toplumu yaratılmıştır .Toplumların yüzde biri tekelci dev şirketlerin patronları olarak aşırı bir biçimde zenginleşirken ,yüzde doksan dokuzu da aşırı yoksullaşan halk kitleleri olarak dünyanın çeşitli bölgelerinde isyan etme noktasına gelmişlerdir . Küresel dünya devletinin merkezi sayılan New York’taki Wall Street bölgesinde , yoksul halk kitleleri ellerindeki yüzde doksan dokuz pankartları ile batı kapitalizminin kalesini işgal ederek ,böylesine haksız bir gidişe karşı insanlık adına isyan etmişlerdir . Şirket merkezli küresel emperyalizm devletleri zayıflatınca, devlet yapıları kendi halkları için koruyucu önlemler alamamaya başlamıştır .Böylesine bir olumsuz durumda yoksul halk kitleleri isyanlara kalkışınca , bu kez batılı gizli servisler terörü tırmandırarak , halk kitlelerinin yeni sömürgeleştirme ve köleleştirme uygulamalarına karşı çıkması önlenmeye çalışılmıştır.
İkinci dünya savaşı sonrasında başlatılmış olan küresel emperyalizm döneminde şirketler ve devletler karşı karşıya getirilmiştir ama , bu savaşı her türlü baskı ve zorlamalara karşı şirketler kaybetmiştir . Çeyrek yüzyıllık dönemde ABD ve Büyük Britanya İmparatorluğu ile Siyonist lobiler gibi küresel dev yapılanmaların desteği ile devletlere karşı tekelci şirketlerin savaşı kazanması desteklenmiştir . Ne var ki , Yugoslavya Federasyonu ile Sovyetler Birliği gibi iki büyük federal yapının dağılmasından başka diğer devletlerin dağılmasına giden yol tam olarak açılamamıştır . Çek ve Slovak toplumları Çekoslavakyalılaştırılamadığı için dağılmış, Avrupa Birliği yüzünden para basma yetkileri elinden alınan Akdeniz ülkeleri ekonomik olarak çökmüşler ama dağılmamışlardır. Yaşanan süreç , küresel imparatorluk peşinde koşan finans-kapitalin patronlarının yanlış yaptığını açıkça ortaya koymuştur .Gizli dünya devleti yapılanmalarıyla şirketlerin var olan devlet yapılarını ortadan kaldıramayacağı da bu zaman dilimi içerisinde anlaşılmıştır .Batı blokundan gelen uluslar arası kuruluşlar , şirketler ile devletler arası savaşta uzaktan kumandalı bir biçimde şirketlerden yana manipüle etmelerine rağmen , ulus devletleri yıkamadıkları için şirketler bu savaşı kaybetmişlerdir . Daha iki binli yıllara girerken anlaşılan bu durum iyice açığa çıkmasın diye II Eylül saldırıları düzenlenerek insanlığın kafası karıştırılmak istenmiş ve halk kitleleri korkutularak şirketlerin önü açılmaya çalışılmış ama gene de başarılı olunamamıştır .Bugün gelinen aşamada artık küresel şirketlerin yönlendirmesiyle yeni bir dünya imparatorluğunun kurulamayacağı açık bir hale gelmiştir . Şirketlerin devletlere karşı açtığı savaşa yitirmesi üzerine , var olan devlet yapıları durumu yeniden değerlendirerek , kendi yapılarını güçlendirme yoluna gidebileceği bir noktaya gelinmiştir .Bundan sonraki dönemde savaşı kazanan ulus devletler yollarına güçlenerek devam edecekler ve küresel anlamda bir dünya devleti , Birleşmiş Milletler Örgütünün çatısı altında bir araya gelmiş olan ulus devletlerin yeni bir dünya dayanışmasına yönelmesiyle gerçekleşebilecektir . Artık batı blokundan zorla dayatılan bir emperyalist küreselleşme olmayacak ama ,bunun yerine daha gerçekçi bir küresel dünya düzeni , ulus devletlerin kardeşçe dayanışmasıyla kurulabilecektir .Devletler kendilerini yenileyerek ve güçlendirerek, şirketleri eskiden olduğu gibi denetimleri altına alacaklardır.