Korona virüsü; maliyetli, verimsiz, piyasa temelli ilaç ve aşı geliştirme, araştırma ve üretme sistemimizin başarısızlıklarını gün yüzüne çıkardı.
COVID-19, son 20 yılda gördüğümüz birkaç salgından biri ama özel sektörün gelişimini sağlamayı amaçlayan bir dizi maliyetli, devlet teşvikinden oluşan mevcut sistemimizin mantığı, yaygın aşıların yapılabilmesi için 18 ay beklememizi gerektiriyor.
"Hakikat" ve en popüler elçisi "bilim", bir nesli aşkın bir süredir "itibar" kaybediyordu.
Obi-Wan Kenobi, "Return of the Jedi" filminde; "yapıştığımız birçok hakikatin büyük ölçüde kendi bakış açımıza bağlı olduğunu göreceksin" diyordu.
İnsanlar hızla, "mikrop teorisi" ve "üstel büyüme" gibi bilimsel kavramlara tekrar aşinalık kazandı.
Bilim'e şüphe duyanlar, tütün kullanımı veya iklim değişikliğinin aksine korona virüsünün etkilerini derhal görebilecek.
Önümüzdeki en az 25 yıl boyunca halkın, kamu sağlığı ve salgınlar konusundaki uzmanlığa duyduğu saygının, kısmen de olsa onarılacağını bekleyebileceğimizi düşünüyorum.
Korona virüsü, birçok kurumu sanal ortama geçmeye zorlayacak.
Halk sağlığı yetkililerinin günlük açıklamalarına kulak kesilip, valilerimizin talimatlarını dinleyip, ulusal liderlerimizden yardım ve umut beklerken, "büyük devletin" hayat ve sağlıklarımızda oynadığı kritik rolü de görüyoruz.
Ayrıca, yirmi yıldır kamu altyapısından çekilen yatırımların ve kamu uzmanlarının görmezden gelinmesinin, ölümcül sonuçlarına da tanık oluyoruz.
Devletin, "özünde kötü olduğu" şeklinde "yaygın kabul gören fikir", korona virüsünden sonra kalmayacak.
Bu olay, işleyen bir devletin, sağlıklı bir toplum için hayati olduğunun küresel kanıtı.
Artık, "Devlet'te çalışıyorum, yardım etmeye geldim" cümlelerini duymak, "korkutucu" değil.
Aksine bunlar, şu an'da, çoğu insanın duymayı çaresizce umduğu sözler.
Devlet için çalışmanın, "vatansever bir onur" olduğunu tekrar göreceğiz.
Artık biliyoruz ki, hayatımıza yön veren "kurallar" gereksizmiş, toplumu daha "kırılgan ve eşitsiz" yapıyormuş.
Tüm bu süre içinde hacizler kaçınılmaz değilmiş, evsizler devlet binalarında barınabilirmiş, faturalarını geciktiren insanların su ve elektriği kesilmek zorunda değilmiş, ücretli hasta izni tüm işçiler için bir hak olabilirmiş, ipotek taksitlerini geç yatırmak iptale neden olmayabilirmiş ve borçlulara ödeme kolaylıkları sağlanabilirmiş.
Kriz anında "kuralların işlemediği" açık, bu da en başta "bu kuralların neden var olduğu" sorusunu akıllara getiriyor.
Bu, sadece durdurma tuşuna basıp acıları geçici olarak hafifletmek için değil, sözü edilmeyen milyonlarca insan, en baştan bu kadar savunmasız olmasınlar diye, kuralları kalıcı olarak değiştirmek için de eşsiz bir fırsat.
Umulur ki, Korona virüsü biz Türkler'e, Erdoğan’ın başkanlığı dönemini saldırmakla geçirdiği kurum ve değerlerin, demokrasi'nin işleyişi ve ulusal bir krizle etkin mücadele kapasitesi için hayati olduğunu fark ettirir.
Umulur ki, Korona virüsü bizlere sağlığımızı, özgürlüklerimizi ve ulusal güvenliğimizi korumakla görevli olanlar dahil, devlet kurumlarının siyasi yandaşlarla değil uzmanlarla doldurulması gerektiğini fark ettirir.
Umulur ki, kararların, Erdoğan'cı "alternatif gerçeklere" dayanarak, siyasi amaçlar için ve/veya Thomas Pynchon’ın Gravity’s Rainbow’daki deyişiyle "gıcıklık, naz, halüsinasyon ve kaypaklıkla" değil, makul politika süreçleriyle alınıp, kanıta dayalı bilim, tarihi ve jeopolitik bilgiye dayanması gerektiği yönünde bir "farkındalık" oluşturur.
Erdoğan’ın, "Önce Neo Osmanlıcılık" dış politikası yerine; çok taraflı diplomasiye, müttefik ve hatta düşmanlarla iş birliğinin, özellikle iklim değişikliği, virüs pandemileri gibi küresel sorunlarla mücadele ederken gerekli olduğu anlayışına geri dönmemiz gerekir.
Hepsinden önemlisi, kamu güveninin yönetişim için hayati olduğunu ve güvenin doğruları söylemeye dayandığını hatırlamamız gerekir.
Tarihçi John M. Barry’nin, dünya genelinde yaklaşık 50 milyon insanı öldüren 1918 grip salgınının dehşet verici hikayesini anlatan 2004 basımlı "The Great Influenza" kitabında dediği gibi; bu felaketten çıkarılacak esas ders, "yetkililerin halkın güvenini kazanması gerektiği" ve bunun yolunun "hiçbir şeyi tahrif etmeden, güzellemeye çalışmadan ve kimseyi manipüle etmeden" gerçekleri söylemekten geçtiği.
Korona virüsü sonrasında, muhtemelen çok daha kitlesel ve öfkeli yeni bir "siyasi ayaklanma" yaşanacak.
Sağlık krizi sona erer ermez, zengin, iyi bağlantılar ve kaynaklara sahip topluluklara ne kadar iyi bakıldığını; değer görmeyen, fakir ve yaftalanmış toplulukların ise tamamen dağıldığını görmüş olacağız.
Dahası, sadece acil bir neden görülüyorsa siyasi eylemin nasıl mümkün olduğunu, trilyonlarca dolarlık şirket kurtarma projelerinin ne kadar hızlı hayata geçirildiğini görmüş olacağız.
Uzun süredir "görmezden gelinmiş" grupların yaşadığı bu eşitsizlik, onlara, ihtiyaçlarının sadece kronik olarak ihmal edildiği değil, siyasetin gerektirdiği umursamadan da mahrum bırakıldığı mesajı verilmesi, muhtemelen köklü ve kalıcı sonuçlar doğuracak.