Bir nefesi ciğerlerin içine çekmekle başlayan ve bir nefesi ciğerlerden dışarı vermekle nihayet bulan bu yolculukta tüm bu şaşaayı bir kenara bırakırsak topu topu iki nefes kadar varız, ne fazlasıyız ne de azıyız. İnsanların büyük bölümü bu hakikati yaş aldıkça idrak etmeye başlar ama aslında olgunlaşmak sözcüğüyle karşıladığımız değişim yalnızca takvimlerin eskimesiyle açıklanamaz. Genelde insanlar kendilerini iliklerine kadar tutuşturan hadiselerle yaşlandıkça yüzleşirler esasen olgunlaşmanın biyolojik yaşımızla ilişkisi sadece bu genellemeden ibarettir. İnsanı değiştirip büyüten yaşadıklarıdır. İnsanı hastalık, insanı yoksulluk, insanı sıkıntı ve insanı ölüm yakar. İnsan her seferinde yaşama devam etmek için yanan kanatlarını onarmaya kalkar, yitip gidenlerin yıkık bıraktığı yerleri tamir etmeye çalışır. İşte bunun için çabalarken kesilen avuçlarımızdan ve yarılan dizlerimizden süzülen kanlar değiştirir bizleri, insan yıllandıkça değil yaralandıkça büyür aslında. Ben bu söylediklerimi erken sayılabilecek yaşlarda bizzat öğrendim. Yaralarımı bir şekilde sarmalayıp çok acıtsa da ayağa kalkıp yürümeyi öğrendim, yürüdüm çünkü yangın yerlerinden arta kalan küllerin benim aydınlık hayallerimin üzerine çökmesine izin vermek istemedim. Ben acıların tayin ettiği yolda değil, kendi çizeceğim yolda yürümeliydim, yürürken de yara izlerimi gururla taşımalı ve onlara her baktığımda dersler çıkarmalıydım. Onları çok sevmeli, onlara her baktığımda kaybettiğim güzel insanların hatırasını görmeliydim ve tüm gidenler bana bir yara izi kadar yakın olmalıydı.
2 Şubat günü bu izlere bir yenisini daha ekledik. Ailedeki en küçük olmanın bu tatsız hediyesini pek çok defa kucağımda bulsam bu sefer de yandı işte kalbimin oraları. Yarım asırlık kapı komşularımızdan, aile dostlarımızdan Agâh amcayı uğurladık bu sefer. 5 Sene önce anneannem Şehime hanıma, 4 sene önce de Adnan amcaya el sallamamızdan sonra çocukluğumun güneş kokulu bahçelerinden birini daha oradakilerin yanına göndermiş olduk. Söylemek isterim ki oraya gidenler benden köşe bucak kaçsa da onları rahat bırakmayacağım. Bırakmayacağım çünkü köyde ılık bir yaz akşamüstünde kocaman bir masanın etrafında hep beraber oturup konuşacağımız çok mesele vardı, üzerine güleceğimiz çok muhabbet vardı ve ileride anı olarak biriktireceğimiz çok dem vardı. Madem ki bunları biriktirmeden evvel gitmeyi tercih ettiler, madem ki ben onlardan erken ayrıldım, ben de bu planları öbür tarafa heyecanla saklamayı seçiyorum. Bir günün geleceğini ve o günde zamanın olmadığı ebedi bir gündönümünde hep beraber olacağımızı biliyorum. İşte o vakit gelinceye, yeniden görüşünceye dek güle güle Agâh amca. Şehime hanıma ve Çöp Adam’a selam söylemeyi de ihmal etme, onlara bizim için sıkı sıkı sarıl. Sarılırken onları çok özlediğimizi kulaklarına fısılda, muhakkak fısılda…
Şairlikten köşe yazarlığına geçişten kaynaklanan şairane bu girizgahın üzerine Freddie’nin o şarkısını hatırlatıyor ve diyorum ki The Show Must Go On !
Şov devam ederken, gündem hararetini koruyor. Kızılay’ın içine düştüğü vahim durum, dış politikadaki başarısızlıklarımıza nur topu gibi bir yenisinin daha eklenmesi, iktidarın ipe sapa gelmez ciddiyetten uzak beyanları her yerde konuşuluyor. Anlayacağınız kazan pek çok farklı çeşniyle kaynıyor bana sorarsanız hepsinin tadı kayda değer, tümünün damakta bıraktığı tat köşeye taşınıp üzerinde konuşulmaya değer lakin bu edebi ve uzun girizgahın ardından bu hafta köşemde yukarıdaki yoğun konulardan birini tartışmayacağım. Bu haftayı Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun Fox TV’deki yayınını kısaca değerlendirerek tamamlayacağım.
Ahmet Davutoğlu, Başbakanlık görevini bırakırken bu memlekette basın kuruluşları ve gazeteciler bu işi didik didik etmeliydi ve olayın perde arkasında yatan konuları su yüzüne çıkarmak için ciddi çaba göstermeliydi. Hatırlarsınız ki hiç öyle olmadı işini hakkıyla yapan birkaç gazeteci haricinde ana akım medyanın neredeyse tamamı hemen yeni başbakanın kim olacağına, yeni genel başkanın kim olacağına yoğunlaştı. Bu sürecin böyle tamamlanması Sayın Erdoğan’ın talimatının bir neticesiydi çünkü kendisi Davutoğlu’nun konuşmasını da konuşturulmasını da istemiyordu. Dolayısıyla AKP’de Davutoğlu dönemi, 7 Haziran, 1 Kasım ve koalisyon görüşmeleri gibi önemli konular yeterince irdelenemedi. Kamuoyundaki soru işaretleri giderilemedi bu da AKP’ye yaradı. Ahmet Davutoğlu’nun 4 sene sonraki ilk büyük yayınının Fox TV’deki bu yayın olması inanın beni üzdü. Seçim yenilgisi tatmadan, büyük bir skandala karışmadan veya askeri bir darbeye maruz kalmadan görevini bırakmış bir başbakanın geride kalan 4 senede kendisine büyük bir medya kuruluşunda yer bulamamış olması beni hayretler içerisinde bırakıyor, AKP’nin nasıl çığırından çıktığını da gözler önüne seriyor.
Biliyorsunuz yeni bir hareket var, toplumun karşısına çıkmış ve yeni yeni büyümekte olan bir parti var Ahmet Davutoğlu da artık bu partinin lideri. Dün Ahmet Davutoğlu eski Başbakan olmanın ötesinde Gelecek Partisi’nin lideri olarak ilk yayınını tamamladı. Hayatın değişimden ibaret olduğunu savunan bir genç olarak bu yayından beklentim eski bir başbakanın gündeme dair düşüncelerini işitmenin ötesine geçiyordu. Ahmet Davutoğlu artık eski bir başbakan olmaktan fazlasıydı, yeni bir partinin kurucu genel başkanıydı bu yüzden eskiler değil yeniler konuşulmalıydı. İşte bu düşüncelerle takip ettim yayını, ‘’Beklentini karşıladı mı ?’’ diye sorarsanız da ‘’Kısmen karşıladı ama çok daha iyi olabilirdi.’’ yanıtını veririm.
Bir kere en başta yayının ana ekseninde yeni parti ve yeni hareket yoktu, yayın eski günlere endeksliydi. Hal böyle olunca Gelecek Partisi’nin kimliğini tanıtmak ve netleştirmek pek mümkün olamadı. Eski günlere dair konular irdelenirken ben Ahmet Davutoğlu’ndan ayağı yere daha sağlam basan, muhatapları ve detayları belirtilmiş cümleler duymayı dilerdim çünkü iktidar elinde imkan olsa neredeyse kendisine ve Gelecek Partisi kadrolarına bir bardak su vermeyecek halde. Davutoğlu’nun devlet adabı gereği olup bitenleri tüm çıplaklığıyla anlatmasını dün belki doğru bulmayabilirdik ama bugün rekabet bu seviyelere gelmişken olup bitenleri, dışarıya yansımayan üzeri iktidar tarafından örtülmüş detayları, kendisine neler söylendiğini, nasıl bir başbakan olması konusunda baskı yapıldığını dillendirmesini isterdim. Düne dair soruları, bugünle bağdaştırarak bu sayede de yeni partiye atıfta bulunarak yanıtlamasını isterdim.
Ahmet Davutoğlu’nun yayına rahatsız olarak çıktığını biliyorum, bu durumun kendisini belli ölçüde kısıtladığını düşünüyorum ve 4 seneden beri böylesine büyük bir yayına çıkmamış olmasının belli konularda sıkıntı yarattığını da düşünüyorum. Bu olumsuzluklara rağmen kendisi devlet adabını korudu, sorulara verdiği cevaplarda entelektüel donanımını bir kez daha hissettirdi, millet için samimiyetle yürüdüğünü ve elini taşın altına koyduğunu gösterdi. Bu detaylar benim için önemliydi ama bir İYİ Partili olarak, yeni partilerin kurulmasını Türk siyaseti için hayati önemde değerlendiren, bu hareketleri destekleyen bir genç olarak kendisinden daha başarılılarını görmeyi elzem buluyorum.
4 Senelik aradan sonraki ilk yayının günahı olmaz, inanıyorum ki Sayın Ahmet Davutoğlu önümüzdeki günlerde teşkilatlanma çalışmaları biraz daha şekillendikten sonra vitesi arttırarak daha net, daha kararlı, daha tatmin edici bir üslupla ulusumuzun karşısında olacaktır. Gelecek Partisi’nin kimliğini ve vizyonunu ortaya koyma konusunda daha etkili bir söylem geliştirecektir, eski günlerin hesabını kapatıp şova tam gaz devam edecektir.
Antik bir karanlığın içinde acıyla kıvranıp dursak da her zaman kendimizi yeniden inşa etmeye ve şova devam edecek iradeyi içimizde bir yerlerde bulmaya mecburuz. Tüm duygular köklerini yitirip ucuz bir saç boyası gibi aksa da kaldırım taşlarına, o kelebeğin renkleri perde perde solsa da demirden bir sabahın köşesinde o gülüş hiç eksik olmamalı yüzümüzden. Çünkü dünün öyküleri belki eskiyip şekil değiştirecek ama asla ve asla ölmeyecek her daim yarınlara uzanacak. İşte bu yüzden şov devam etmeli.
Şov hep devam etmeli !
Her zaman, hepimiz için, cesaretle !
Bakın, dışarıda şafak söküyor ve sanırım ben öğreniyorum…