Atatürk’ten Türk ulusuna yadigâr kalan ULUS gazetesi başkent Ankara’da yayın hayatına devam ederken, geçen ay içindeki bir nüshasında “Suriye’de Armageddon savaşı “ başlığı ile yayınlandı. Kutsal kitaplara göre dünyayı ve insanlığı yok edecek üçüncü dünya savaşının din açısından değerlendirilmesinde, Suriye’nin güney bölgesindeki bir ovada kıyamet senaryolarının gerçekleşmesini sağlayacak bir üçüncü dünya savaşı çıkacaktır. Kudüs’ün kuzeyinde kalan bu bölge Suriye’nin sınırları içerisinde yer alan eski Latince adı ile Megiddo, Arapça dilinde ise Mecüddin ismi ile anılmaktadır. Tevrat’ta dile getirilen Büyük İsrail’in vaat edilmiş kutsal topraklarda kurulması sırasında Yahudiler ile bölge ülkeleri arasında bir savaş bu Megiddo ovasında çıkacak ve zamanla üçüncü dünya savaşına dönüşerek insanlığın mahvına yol açacaktır. Bu doğrultuda Türkiye üzerinden Orta Doğu’ya doğru, hem Yahudi hem de evanjelist Hristiyan bir nüfus akımının son zamanlarda hızlandığı görülmekte, Evanjelizm tarikatının inançları doğrultusunda yapılan yorumlar Siyonistler tarafından da desteklenince, Hz. İsa’nın gökten inebilmesi için Büyük İsrail’in kurulması doğrultusunda Armegeddon savaşının çıkması ya da çıkartılması gerekmektedir. Savaş sırasında İsrail nükleer silahlar kullanarak bir atom bombası kullanılma olayını gündeme getirerek bütün merkezi coğrafya devletlerini ve halklarını yok edecek büyük bir saldıraya geçeceği açıkça yazılıp çizilmekte ve birçok medya kanalında da tartışılmaktadır. ULUS gazetesi de bu gelişmeleri dikkate alarak, Suriye’de başlatılan çatışmaların sonunda Armegeddon savaşına dönüşebileceğini, bir başkent gazetesi olarak dile getirmiş ve Türk ulusu ile beraber bütün insanlığı uyarmağa çalışmıştır.
Hiç yoktan durduk yerde çıkartılan olaylar ile Suriye bir Arap ülkesi olarak Arap baharı denilen olayların etkisi altına girerken, dünya 2012 yılına doğru yol almakta ve meşhur Maya takviminde görülen eksiklik doğrultusunda bu takvimin önümüzdeki yıl bitmesi tartışma konusu olmaktadır. Milattan önceki dönemden gelen bu takvimin 2012 yılına kadar gelmesi ve bu noktada bitmesi de, geleceğe dönük çalışmalar yapan fütüristlerin bu yılda çıkacak bir üçüncü dünya savaşı sırasında kullanılacak nükleer silahlar ile insanlığın ve dünyanın yok olmasına yol açacaklarını ileri sürmelerine neden olmaktadır. 2011 yılının ilk ayında Mısır’da Kıptilerin kilisesine İsrail’in terörist saldırı düzenlemesiyle başlayan süreç içerisinde önce Tunus, sonra Mısır’da iktidar değişikliklerine giden karışıklıklar çıkartılmış, sıra Suudi Arabistan’a gelince bu kez Bahreyn’deki karışıklıklar ile yetinilerek olayların yönlendirilmesi Libya’ya doğru kaydırılmıştır. Libya’da İngiliz ve Amerikan ajanlarının evleri basarak ve suçsuz insanları katlederek çıkarttığı olaylar üzerine bu ülke bir iç savaşa sürüklenmiş ve ülke fiilen doğu ve batı olarak ikiye bölünmüştür. Libya olayları daha bitmeden küresel sermayenin güdümündeki medya organları Arap baharı adını verdikleri terörist olayları diğer Arap ülkelerine de sıçratabilmek üzere resmen hem çığırtkanlık yapmışlar hem de olaylara dönük provokasyonlarını artırmışlardır. Tunus ile Arabistan bölgeleri arasında cereyan eden terörist karışıklıklar İsrail’in yönlendirmesiyle Suriye’ye sıçratılmış ve bu ülke 2012 yılına doğru bir Armegeddon sürecine bilinçli olarak iteklenmiştir. Önceleri küçük bazı olaylar gündeme gelmiş ama daha sonraki aşamada İsrail ve batı ülkelerinin ajanlarının öncülüğünde Suriye tam anlamıyla bir karışıklığa doğru sürüklenmiştir. Önceleri münferit başlayan olayların daha sonraki aşamada sürekli olarak kışkırtılması ve tırmandırılması, ister istemez akla acaba Armageddon senaryosu başlatılmak mı isteniyor diye bir soruyu getirmektedir. Maya takviminin 2012 yılında bitmesiyle, üçüncü dünya savaşına dönüşecek Armegeddon senaryosunun Suriye topraklarında başlatılması kamuoyundaki kuşkuları giderek artırmaktadır. Özellikle dinci çizgide yayın yapan bazı yayın organlarının olayları ve gelişmeleri kutsal kitaplardaki senaryolar doğrultusunda ele alarak yorumlamağa çalışmaları da karamsar düşüncelerin giderek artmasına yol açmaktadır.
Suriye’nin bir bölge ülkesi olması aynı zamanda bütün Orta Doğu ve merkezi coğrafya ülkelerini de doğrudan doğruya etkilemiş ve komşu devletlerin yönetimleriyle halkları arasında haklı kuşkuların artmasına neden olmuştur. Ön Asya bölgesinin en ön sırada yer alan ülkesi olarak Suriye’nin de diğer Arap ülkeleriyle beraber batılı emperyal güçler tarafından karışıklığa mahkûm edilmesi İsrail’i rahatlatmış ve uzun süredir Suriye yüzünden Lübnan’da istediği düzeni kuramayan İsrail’in önünü açmıştır. Suriye yönetimi dışarıdan kışkırtılan olaylar sonucunda bir içe kapanma dönemine girince Lübnan’da dengeler değişmiş ve İsrail doğrudan Hizbullah’a yönelik saldırı stratejilerini devreye sokabilmiştir. Büyük İsrail projesinin ikinci bölümü olan Lübnan bölgesinin siyonist devlet tarafından işgalinin gerçekleşebilmesi doğrultusunda Suriye’nin Lübnan’dan çıkartılması ve daha sonra da Şii hegemonyasının bölge örgütü olan Hizbullah’ın bu ülkeden çıkartılabilmesi için böylesine bir büyük bölgesel operasyona ihtiyaç bulunuyordu. ABD ve İngiltere ikilisi Atlantik emperyalizminin temsilcileri olarak bu konuda gereken girişimleri ve saldırıları, bölgedeki güçleri ve ajanları aracılığı ile gerçekleştirince Suriye içe dönmek zorunda kalmış İsrail’de yeniden bölge hegemonyası doğrultusunda daha güçlü bir biçimde yeni açılımlara kalkışabilmiştir. Özellikle Irak üzerinde kurulmuş olan yeni otorite düzeninin güçlendirilmesi ile beraber Filistin halkının bölgeden çıkartılması gibi hedefler doğrultusunda İsrail’in daha rahat hareket etmeğe başladığı görülmüştür. Mısır ve Suudi Arabistan’dan sonra Orta Doğu’nun üçüncü büyük devleti olarak Suriye’nin terör olayları üzerinden iç savaşa doğru yönlendirilmesi merkezi alandaki bütün dengeleri alt üst ettiği gibi, tüm komşu ülkelerde de ciddi istikrarsızlıklar yaratabilecek bazı terörist girişimlerin önünü açmıştır. Bu büyük ülkede yaratılan kaotik ortamın terör örgütlerini cesaretlendirmesi ve daha büyük eylemlere yönlendirmesi de gene Armegeddon senaryolarının bir uzantısı olarak Siyonistler tarafından gündeme getirilebilecektir.
Suriye’nin de eski bir Osmanlı ülkesi olması nedeniyle toplum yapısı büyük oranda Türkiye, Irak ya da diğer bölge ülkelerine benzemektedir. Bir miktar gayrimüslimin yaşadığı bir Orta Doğu ülkesi olarak Suriye Hristiyanlar açısından çok kutsal bir yer olarak kabul edilmektedir. Hristiyanlığın yasak olduğu dönemde ilk geliştiği topraklara sahip olan Suriye bu açıdan batılı ülkeler tarafından kutsal kabul edilmektedir ama nüfusunun yüzde doksanı Müslüman olan bir toplum yapısına sahip bulunmaktadır. Ermenistan’dan fazla Ermeni’nin yaşadığı bu ülkede aynı zamanda Maronitler, Hristiyan Araplar ile Şii Müslümanlar ve Türkler birlikte yaşamaktadırlar. Ülkenin doğu bölgesinde bulunan Kürt asıllı bir milyon kişi de bu ülkede bir istikrarsızlık unsuru olarak görülmekte ve tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Kuzey Irak Kürtleri ile beraber bir federasyon kurmaları doğrultusunda kışkırtılarak kullanılmaktadırlar. Kamışlı bölgesinde kurulacak bir etnik yönetimin zaman içerisinde Kuzey Irak’taki kukla devlet ile bütünleşmesi düşünülmektedir. Suriye’nin bir ülke olmanın ötesinde devlet olarak kalmasını istemeyen güçler, bu ülkedeki Baas rejiminden kalma Nusayri yönetimine dayalı bir devlet yapılanmasına son verebilmek için her türlü yolu denemektedirler. Kırk yılı aşkın bir süredir devam eden Esat ailesi yönetimine daha önceki dönemlerden kalma Rusya ve İran desteği devam etmekte ve bu ülkeye yönelik emperyal senaryolara karşı Rusya ile İran her zaman için Suriye’nin yanında yerlerini almaktadırlar. Kürt sorunun batılı emperyal devletler tarafından kaşınarak, İsrail’in önünün açılması doğrultusunda kullanılmağa çalışılması girişimlerine karşı hem Rusya hem de İran sonuna kadar Suriye’nin yanında yer almaktadırlar. Ayrıca Suriye’nin Şii nüfusu da tıpkı diğer bölge ülkelerindeki Şii topluluklar gibi onlarla işbirliği yaparak bölgede İran merkezli yeni bir Şii yapılanmasının gerçekleşebilmesi için bölgesel Şii dayanışmasının içinde yer alarak Suriye’yi daha fazla İran’a yaklaştırmaktadır. İran merkezli Şii yapılanması ile İsrail merkezli Kürt yapılanması arasında sıkışıp kalan Suriye’nin geleceğe dönük aktif bir politika ile bölge ülkeleriyle yeni açılımlar yapmağa çalıştığı ve bu doğrultuda son yıllarda Türkiye ile de sıcak bir ilişkiler dönemi içine girdiği görülmektedir.
Şii- Sünni çatışmasıyla beraber gündeme gelebilecek bir Arap -Kürt ihtilafı da doğrudan doğruya Türkiye’yi tehdit edecek nitelikte görünmektedir. ABD’nin Irak’a saldırı ve işgali öncesinde Irak CIA ajanları tarafından karıştırılırken, nasıl binlerce Iraklı Kürt Türkiye’ye göçe zorlandı ise, bugün de aynı senaryo Suriye üzerinden tekrarlanmak istenmekte, Iraklı Kürt’lerden sonra Kamışlı bölgesindeki Kürtler ile Halep bölgesindeki Türkler ve Araplar Türkiye’ye doğru göç etmeğe zorlanmaktadırlar. Kuzey Irak’ın göçler üzerinden Türkiye ile bağlantılı kılınarak merkezi Irak’tan kopartıldığı gibi, Kuzey Suriye bölgesi de Halep merkezli olarak Türkiye ile bağlantılı kılınmağa çalışılmakta ve gelecekte Türkiye’den Hatayı ‘da kopartabilecek bir süreç, Halep üzerinden Türkiye bağlantısı ile başlatılmağa çalışılmaktadır. Olaylar tırmandıkça ölen insan sayısı artıyor, bu nedenle de ülkeden kaçış isteklerinin her geçen gün daha fazlalaştığı görülmektedir. Özellikle bir hafta içinde binlerce Suriyelinin Türk sınırını geçerek Hatay’a gelmesi ve Türkiye topraklarında koruma altına alınması geleceğe dönük karamsarlığı daha da artırmıştır. Irak’lı göçmenlere on yıl önce yapıldığı gibi şimdi de Suriyeli göçmenler için çadır kentler kurulmağa başlanmış ve bir anlamda Suriye olaylarının tampon bölgesi haline Türk toprakları getirilmiştir. Terör ve karışıklığın tırmanması üzerine Suriye rejimi sert polisiye önlemler almış ve bazı kentlerdeki kalkışmalara karşı güvenlik güçleri silah kullanmağa başlayınca yüzlerce ordu ve emniyet mensubunun öldürülmesi olayları ile karşılaşılmıştır. Sınırı geçerek Türkiye’ye iltica edenler kadar bunlardan çok daha fazla sayıda Suriye vatandaşının sınırı geçmek üzere Kuzey Suriye’nin çeşitli bölgelerinde toplanmağa başladığı görülmüştür. Suriye’deki karışıklıkların kargaşa ortamına dönüşmesi üzerine, bazı Avrupa ülkeleri bu ülkede hızla reformlara gidilmesini istemişler özellikle ABD kırk yıldır katı bir baskı ile sürdürülen sıkıyönetimin kaldırılmasını talep etmiştir. Beşer Esat yönetimi bir yumuşama sağlayarak olayları önleyeceğine, aksine sertleşmeğe gitmiş, şiddet ve baskıyı artırdıkça Suriye kentlerindeki karışıklıklar artık önlenemez bir noktaya gelmiştir. Suriye’de yaşamakta olan birkaç milyon Türk asıllı insan Kuzeydeki komşu ülke olan Türkiye’deki akrabalarının yanlarına gelmeğe çalışmış ve Türk devletinin aldığı önlemler üzerine göçmen Suriyeliler için Türkiye bir kurtuluş kapısı konumuna gelmiştir. Kızılay’ın öncülüğünde bazı Türk kamu kurumlarının Suriye’den kaçanlara kucak açması ve onlar için geçici çadır kentler kurarak bir tampon bölge oluşturmağa yönelmesi olayların daha tehlikeli boyutlara ulaşmasını önlemiştir.
Suriye yönetiminin katı ve baskıcı yönetimde ısrarcı davranması ve sıkıyönetimi kaldırarak reformlara yönelmemesi üzerine Avrupa Birliğine temsilen İngiltere ve Fransa’nın konuyu Birleşmiş Milletlere götürmesine neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu sonrasında Orta Doğu haritasını yeniden çizmiş olan bu iki batılı emperyal ülke Birleşmiş Milletler genel kurul kararı ile ya da Güvenlik Konseyinin alacağı önlemler ile Suriye’deki karışıklıkların durdurulmasına çaba göstermiştir. İran ile beraber Suriye’deki rejimi desteklemeğe devam eden Rusya’nın, Güvenlik Konseyinin sürekli üyesi olarak Suriye ile ilgili bir olumsuz karara karşı çıkacağı ve kesinlikle böyle bir girişimi veto silahını kullanarak durduracağı anlaşılmaktadır. Rusya gibi Çin’in de batı karşıtı bir doğrultuda hareket etmesi ve Rusya gibi batı blokuna karşı veto kozunu kullanacağı da şimdiden belli olmuştur. Orta Doğu bölgesinde İran’ın en yakın müttefiki olan İran’ın aynı zamanda Çin ile de çok yakın ilişkiler geliştirmiş olması ABD ve İsrail ikilisini zor durumda bırakmakta ve bu yüzden batılı emperyalistler ile Siyonistlerin yeni Suriye karşıtı girişimleri gündeme gelmektedir. ABD ile Rusya arasında kalan İngiltere ve Fransa bir anlamda İsrail’in önünü kesmek üzere meseleyi Birleşmiş Milletlere taşımağa çalışmaktadırlar. Batı blokunun bir kanadının çıkardığı Suriye istikrarsızlığını gene batının içinde yer alan diğer kanat tarafından önlenmeğe çalışılması, Rusya, Çin ve Hindistan gibi doğunun üç büyük dev ülkesinin meseleye kalkışmalarını önlemeğe dönüktür. ABD ve Avrupa Birliği kadar bu üç doğulu süper gücün dünyanın merkezi coğrafyası ile yakından ilgilenmeğe başlaması İsrail’in çok istediği üçüncü dünya savaşı senaryosunun gerçekleşmesine katkıda bulunacaktır. Bu nedenle savaş lobilerinin bir doğu-batı çatışmasını merkezi alanda çıkartmağa çalıştıkları açıktır. Suriye’ye yönelik olarak bir süredir batılı ülkeler tarafından uygulanan ambargo ya da cezai yaptırımlara katılmayan Rusya, eski müttefikini batılı saldırgan emperyalistlere karşı korumağa çalışmış ve her zaman için Suriye’nin yanında yer almıştır. Birleşmiş Milletlerde Suriye ilgili karar anı yaklaşırken, Rusya’nın bu ülkeye karşı her türlü yaptırımı önlemek için ciddi boyutlarda çaba harcadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Son yıllarda batının enerji deposu haline gelen Rusya’nın Libya ile ilgili olumsuz tutumu ve batı saldırganlığını destekler bir konuma düşmesi nedeniyle kuşkuya düşen siyasal merkezler, Rusya’nın Suriye konusunda batı ile beraber hareket etmemesi üzerine, dünya barışının ve siyasal dengelerin geleceğe dönük olarak korunabilmesi doğrultusunda daha iyimser olabilmişlerdir.
Soğuk savaşın son döneminde Rusya’nın Suriye’de askeri üsler kurması ve bu ülkeyi İsrail ile ABD saldırganlığına karşı korumak amacıyla bu üslerde önemli bir askeri güç bulundurması bir savaş nedeni olarak görülüyordu. Amerikan donanması Karadeniz’e girmek için bastırırken, Rus donanması Rusya’nın Suriye kıyılarında kurmuş olduğu askeri üs üzerinden Akdeniz’e iniyordu. Bir anlamda İsrail’in Doğu Akdeniz kıyılarında bir güç merkezi olmasına karşılık olarak, Rusya’da dünyanın önde gelen büyük devletlerinden birisi olarak Suriye’ye askeri bir yerleşim atağına kalkışıyordu. Rusya’nın Akdeniz üssünün kurucusu olan önde gelen subaylardan birisinin ABD ve İsrail gizli servisleri tarafından öldürülerek cesedinin Akdeniz’e atılması olayı tarafları Doğu Akdeniz sularında savaşa doğru sürüklemiş ama uluslararası konjonktürde öne çıkmış olan diğer olaylar böylesine bir savaşın gerçekleşmesini önlemişlerdir. Osmanlı sonrasında merkezi coğrafya yeniden yapılandırılırken, kuzeyden gelen güç olarak Rusya’nın karşısına önce İngiltere ve Fransa şimdi de ABD ve İsrail ikilisi çıkıyor ve böylece batı hegemonyasının Orta Doğu’da devam ettirilmesinin yolları aranıyordu. Batı dünyasının İsrail’in yanında sürekli olarak yer alması nedeniyle Rusya’da bütün Arap ülkelerinin batı karşıtı doğal müttefiki konumuna geliyordu. I958 General Kasım darbesi ile Irak’a giren Rusya, daha sonra Suriye’de mevzilenerek Akdeniz kıyılarından sıcak denizlere açılıyor ve bu bölgenin en güçlü komünist partisi olan Akel’i Kıbrıs adasında kuruyordu. Doğu Akdeniz’i batılılara ya da İsrail’li Siyonistlere bırakmama konusunda kararlı olan Rusya’nın Suriye konusunda daha aktif davranarak, Libya olayındaki hatalı tutumdan kaçınmağa çalıştığı her geçen gün daha net olarak anlaşılmıştır. Baba Esat’ın müttefiki olan Rusya yavru Esat’ın da aynı doğrultuda dostu olarak hareket etmiş ve babadan oğla geçen bu Baas rejimini, batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi ittifakına karşı sahipsiz bırakmamıştır.
Orta Doğu’ya yavaş yavaş İran üzerinden girmeğe çalışan Çin’de tıpkı Rusya gibi Suriye konusunda batılı emperyalistlere karşı bir tutum içerisinde olmuş ve İran rejimi ile son yıllarda giderek artan işbirliği doğrultusunda Çin ‘de Orta Doğu’nun Şii halk topluluklarını, batının müttefiki olan Sünni topluluklara karşı destekleyerek sahip çıkmağa çalışmıştır. İran ile giderek artan oranda büyük bir işbirliğine girişen doğunun süper gücü Çin, tıpkı İran gibi merkezi coğrafyada batılı ülkelerin üstünlüğüne karşı çıkarak, siyonist İsrail’in arkasında duran ABD’ye karşı yeni bir denge kurmağa çalışmıştır. Bütün dünya ile ciddi bir ekonomik yarışa kalkışan Çin son yıllarda giderek artan ekonomik ağırlığını Orta Doğu bölgesine de taşırken Suriye’yi kendisine en yakın müttefik ülkelerden birisi olarak seçmiştir. Avrupa Birliğinin Akdeniz ülkeleri birbiri ardı sıra iflas ederek çökünce Çin yeni süper güç olarak Akdeniz’e girmiş ve bu ülkelere büyük ekonomik destek sağlamağa kalkışmıştır. NATO’nun Libya müdahalesi Çin dışişleri bakanının Akdeniz turundan hemen sonra gündeme gelmiş, batılı güçler Akdeniz’e inmiş olan Rusya ile uğraşırken bir yandan da Çin ile uğraşmamak için, Çin ile yeni ittifaklara yönelen Arap devletlerinin rejimlerini kendi kışkırttıkları terör olayları üzerinden düşürmeyi tercih etmişlerdir. Batı emperyalizminin baskılarından bıkarak doğu ülkeleriyle yakınlaşma ve işbirliğine yönelen bütün Arap yönetimleri terör olayları üzerinden değiştirilmeğe çalışılmıştır. Yeni dönemde artık Orta Doğu ‘da batılı güçlere karşı çıkan doğulu güçler arasında Rusya ve İran’dan sonra Çin de yerini almıştır. İran’dan sonra Libya ve Suudi Arabistan rejimlerinin Çin’e petrol satmağa yönelmeleri, ABD ve İsrail ikilisinin Arap halklarını kendi hükümetlerine karşı kışkırtmalarına giden yolu açmıştır. Batı hegemonyasına karşı Orta Doğu’da Rusya ile paslaşarak hareket eden Çin’in İsrail ve ABD saldırganlığına karşı çıkarak Suriye’nin yanında yer almağa çalıştığı izlenmiştir. Çin halkının bisikleti bırakarak Amerikalılar gibi araba kullanmağa başlaması üzerine petrol ihtiyacı artmış ve bu yüzden Çin de Orta Doğu’nun petrol ülkelerine enerji ihtiyacını karşılayabilme doğrultusunda yönelmiştir. Arap yönetimlerinin Çin’e yönelme girişimleri, bu devletlerin çatısı altında yaşayan Arap toplumlarının batılı güçler tarafından kışkırtılmalarına neden olmuştur. Kaçak Çin malları Orta Doğu pazarlarını sararken, Arap petrolü de bu malların karşılığında Çin’e doğru gönderilmeğe başlamış ve bu doğal ittifakın önlenebilmesi amacıyla da batılı gizli servisler Arap toplumlarını kendi devletlerine ve hükümetlerine karşı ayaklandırmışlardır.
I982 yılında ABD’deki bir Yahudi dergisinde yayınlanan Büyük İsrail projesinin dayandığı haritaya göre Suriye devleti beş parçaya ayrılacaktır. Bu ülkede yaşamakta olan beş büyük halk topluluğu tıpkı Kuzey Irak’ta olduğu gibi kendi küçük devletçiklerini ABD ve İsrail desteği ile kuracaklar ve daha sonra da Kuzey Irak’taki kukla devlet gibi Amerikan ya da İsrail’in besleme kuklalarına dönüşeceklerdir. Nusayri, Sünni, Maronit, Asuri ve Yezidi gibi küçük topluluklar Kuzey Irak Kürtleri gibi kendi küçük devletlerinin çatısı altında ABD’nin deniz aşırı sömürgesi konumunda yaşamlarını sürdürecekler ve böylece bütün Arap ve İslam dünyasına karşı İsrail’in doğal müttefikleri konumuna gelerek Kudüs’e bağlı yeni bölgeler halinde Büyük İsrail federasyonunun yeni eyaletleri statüsüne gelebileceklerdir. İran’a karşı bir doğrultuda bütün Sünni Arap devletlerine üç yüz milyar dolarlık silah satışı yapan ABD ve İsrail ikilisi Suriye’yi beşe bölerken, bu ülkenin doğusundaki Kürtleri De ayaklandırarak Kuzey Irak’taki Kürt yapılanmasının genişleyerek güçlenmesine yardımcı olmağa çalışmaktadırlar. Kürt kozunu bütün bölge devletlerine karşı kullanmağa dikkat eden ABD emperyalizmi ile İsrail Siyonizm’i Kamışlı üzerinden Türkiye’nin güneydoğu bölgesini de Ankara’ya karşı ayaklandırabilmenin yollarını aramaktadırlar. Kuzey Irak üzerinden Türkiye’nin Kürtlerini sürekli olarak Türk devletine karşı kışkırtmayı bir ulusal politika haline getiren batılı emperyalistler, aynı doğrultudaki girişimlerini son zamanlarda Kamışlı üzerinden artırmış durumdadırlar. Bir türlü Kürt sorunu ile Türkiye’yi bertaraf edemeyenler sonrasında Suriye üzerinden emellerine ulaşabilmek için ellerinden gelen her yolu denemektedirler. Adana, Antep ve Kilis hattında yaşayan Türk vatandaşlarının akrabaları üzerinden Kuzey Suriye’yi Türkiye ile yakından bağlaştırmağa çalışanlar Suriye’deki karışıklar üzerinden aynı zamanda Türkiye’yi tehdit etmektedirler. Irak’ta yaşananlar nasıl Türkiye’yi uzun süre istikrarsızlığa sürüklediyse aynı doğrultuda geliştirilmek istenen olaylar ile gene Türkiye Cumhuriyeti hedef haline getirilmektedir. Suriye olayları Nisan ayı başında başlamadan bir hafta önce, Mart ayının son haftasında CIA başkanının Türkiye’ye gelmesi ve Suriye olaylarını Türkiye üzerinden planlayarak yönlendirmeğe kalkışması da, Türkiye’nin ABD tarafından Suriye üzerinde kullanılmağa çalışıldığı izlenimini kamuoyuna yansıtmıştır. Rusya, İran ve Çin ile Suriye üzerinde karşı karşıya gelmek istemeyen ABD ve İsrail ikilisi cepheye Türkiye’yi sokarak, bir Truva Atı gibi kullanmak istedikleri Türkiye üzerinden Suriye’yi dağıtma planlarını devreye sokmağa çalıştıkları artık iyice belli olmuştur. İsrail destekli bir ABD harekâtı Suriye olaylarında Armageddon planlarının devreye girdiğini de açıkça ortaya koymaktadır.
Türkiye’de yayınlanan Yeni Şafak gazetesinin önde gelen bir yazarı olarak İbrahim Karagül, Suriye olaylarının İsrail’in Brüksel elçiliğinden yönlendirildiğini ve bu elçilikte başta Suudi Arabistan olmak üzere Ürdün, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Sünni Arap devletlerinin temsilcilerinin toplanarak Suriye’deki Şii yönetime karşı ortak bir eylem planı içinde davrandıklarını yazmıştır. Bu bilgi de, Suriye ile kuşkuları giderek artırmış ve Orta Doğu’da bir Şii ve Sünni kamplaşması yaratılırken, Suriye bir çatışma alanı olarak seçilmiştir. İsrail’in Armegeddon planı doğrultusunda zaten geleceğin savaş alanı olarak ilan edilmiş olan bu ülke üç yüz milyar dolarlık silahları satın alan Sünni Arap devletleri için bir savaş alanı olarak İsrail ve ABD ikilisi tarafından hazırlanmıştır. Avrupa Birliğinin başkenti olan Brüksel’deki İsrail elçiliği Suriye savaşı için karargâh olarak seçilirken hem, Sünni Arap devletleri bu merkezde bir araya getirilmiş hem de Avrupa Birliği ülkelerinin bir batı dayanışması içerisinde geleceğin doğu savaşına karşı doğal destekleri alınmağa çalışılmıştır. Batı emperyalizmi, Sünni Arap ülkelerini İran korkusu ile yanına alırken, İran üzerinden Rusya ve Çin’i de içine alacak düzeyde bir büyük doğu-batı savaşını üçüncü dünya savaşı olarak ve kutsal kitaplardaki Armageddon efsanesine de sadık kalarak savaş konjonktürünü tırmandırırken, silah ve petrol lobileri sahip oldukları büyük sermayeler aracılığı ile dünya medyasında savaş çığırtkanlığını tırmandırmağa başlamışlardır. Kafkasya üzerinden Hazar bölgesine girmeğe hazırlanan Batı emperyalizmi dünyanın ana merkezi bölgesini ele geçirirken, doğu güçlerine karşı üçüncü dünya savaşını merkezi bölgede Suriye toprakları üzerinden bu süreci tırmandıracak gibi görünmektedir.
Tam bu aşamada Türkiye gene kilit ülke konumuyla öne çıkmıştır. Bir Şii-Sünni çatışması çıkarma doğrultusunda Irak üzerinde Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getiremeyen Amerikan emperyalizmi, bugün aynı oyunu Suriye üzerinde oynamağa çalışmakta, bu Arap ülkesini karıştırırken Şiilere yönelik saldırıları tırmandırarak Sünnileri karşı hedef haline getirmekte ve Türkiye’yi bu kez Sünnilerin koruyucusu olarak Suriye’ye müdahale etmeğe zorlamaktadır. Eski bir Türk devleti olan ve halen nüfusunun üçte ikisine yakın bir oranda Türk asıllı bir toplum yapısına sahip olan İran ile sadece mezhep farkı yüzünden savaşmak Türk devleti açısından son derece anlamsız bir durumdur. Çaldıran savaşı sonrasında birbirleriyle dört yüz yıl savaşmayan bu iki büyük devletin, ABD hegemonyası ya da İsrail Siyonizm’i uğruna büyük komşusu ile bir mezhep savaşına sürüklenmesi her iki devlet açısından son derece anlamsız bir yok oluş senaryosunu gündeme getirmektedir. Bin yılı aşkın bir sür bu topraklarda her şeye rağmen ayakta kalmış iki büyük devletin başka devletlerin senaryolarına alet olarak birbirleriyle savaşa doğru sürüklenmek istenmesi son derece anlamsız ve saçma bir durum yaratmaktadır. Türkiye’yi Suriye olayları için merkez seçen Amerikan gücü kendine bağlı Türkiye’deki medya organları üzerinden Halep’in Türklüğü konusunu sürekli olarak işlemekte ve Halep bölgesinin merkez olduğu Kuzey Suriye bölgesinin Türkiye’ye bağlanması gerektiğini açıkça savunabilmektedirler. Böylesine bir senaryonun devamında Türkiye Hatay vilayetini elinden kaçırabilecektir. Bugün Halep’i al diyerek Türkiye’yi Suriye’ye sokmak isteyenler, savaş sonrasında bölge haritalarını yeniden çizerken Halep’in yanı sıra Hatay’ı da Türklerin elinden alabileceklerdir. Böylesine bir oyuna gelmemek için Türkiye’nin dikkatli davranması ve kesinlikle Suriye’nin iç işlerine müdahale etmemesi gerekmektedir. Libya’daki gibi uluslararası hukuka aykırı bir durumun yaratılmasında Türkiye emperyalistler ile değil ama aksine kendi güvenliği için komşularıyla beraber hareket etmelidir.
Armageddon planları doğrultusunda Suriye adım adım iç savaşa doğru gitmektedir. ABD ve İsrail ikilisinin başlattığı bu savaş senaryosunun her gün daha da genişleyerek bölgeyi tehdit etmesine karşı Türk devleti kendi ülkesinin güvenliği açısından acil önlemler almak durumundadır. Bir günde yüzden fazla güvenlik görevlisinin öldürüldüğü, halk kitlelerine yönelik çeşitli katliamların Suriye kentlerinde uygulandığı bir aşamada, Türkiye Suriye devletini ya da halkını karşısına alacak hiçbir girişimde bulunmamalı, aksine iç savaşa sürüklenen bu ülkeye karşı anlayışlı ve yardımcı tutumunu istikrarlı bir biçimde sürdürebilmelidir. Türkiye’nin güney vilayetlerine önümüzdeki dönemde yönelebilecek büyük insan göçüne karşı Türkiye hazırlıklı olmalıdır. Suriye iç savaşı bu ülkeyi bitireceği gibi, Şii-Sünni çatışmasıyla Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getirecek, kamışlı Kürtleri üzerinden de Türkiye’nin güneydoğu bölgesini isyana doğru sürükleyebilecektir. Bu durumda Türk devletin acilen, İran, Irak, Suriye devletleri ile bir araya gelerek, bölgede tırmandırılan teröre ve savaş tehlikesine karşı bir merkezi devletler birliği ya da eski CENTO benzeri bir Orta Doğu güvenlik örgütü kurması zorunlu görünmektedir. Türkiye komşularıyla böylesine bir örgütlenme üzerinden merkezi coğrafyada güvenlik sağlayamazsa, NATO kara kuvvetleri bu aşamada İzmir’e ve daha sonra da Konya üzerinden bütün Anadolu’ya gelerek ve yayılarak batı blokunun dünya hegemonya savaşını Türklerin anavatanını cephe ülkesi konumuna çevirerek sürdürecektir. Türk devletine ve milletine bu dışarıdan zorla dayatılan savaş senaryolarına karşı ne dediği sorulmadan bir oldubitti ile Türkiye Suriye’deki karışıklıklar üzerinden İran ile savaşmak zorunda kalabilir. NATO’nun Türkiye’ye taşınmasıyla ilgili olarak acilen bir referandum yapılması anayasa gereğidir. Türk devletinin yok olmasına yol açabilecek bir haksız savaşa Türk Silahlı Kuvvetlerinin sürüklenmemesi için, Türk halkının yeterince bilgilendirilmesi ve emperyalizmin bu haksız hegemonya savaşı uğruna Türkiye cumhuriyetinin yıkılmasına gidebilecek haksız bir savaşa, bizim olmayan bir kavgaya Türk devletinin, ordusunun ve milletinin alet edilmesinin sorumluluğu çok büyük olacaktır. Daha fazla zaman yitirmeden hem hızla halk oylaması tamamlanmalı hem de bölge ülkeleriyle bir araya gelerek, NATO benzeri bir güvenlik örgütü yeni CENTO olarak, acilen bütün bölge ülkelerinin katılımıyla kurulmalıdır. Suriye’deki Megiddo ovasında başlatılacak, Armegeddon senaryolarıyla üçüncü dünya savaşına gidiş başka türlü durdurulamayacak gibi görünmektedir. Seçim sonrasında Türkiye’nin ana konusu, Suriye savaşının bölge ülkeleriyle işbirliği yapılarak önlenmesi olacaktır. Irak’ı yıkan emperyalizm yarın Suriye ile beraber Türkiye ve İran’ı da yıkacaktır. Bütün bölge ülkeleri hedef olduğuna göre, yıkılmamak üzere işbirliği ve dayanışma içine girmeleri kaçınılmazdır. Ya Suriye üzerinden üçüncü dünya savaşı, ya da bölge ülkelerinin dayanışmasıyla merkezi güvenlik örgütü seçenekleri arasında, Türkiye ikincisini gerçekleştirmek için çok hızlı harekete geçmek zorundadır. Bu doğrultuda bütün siyasi partiler ve ulusal güçlerin her türlü iç meseleyi ve tartışmaları bir yana bırakarak, ortak hareket etmeleri zorunludur.