Son üç yıldır ağırlıklı olarak Türkiye’nin dış politikasıyla, özellikle de Suriye ile ilgili yazılar yazıyorum, daha 2004 yılında “Suriye’nin Kimliksizleri Kürtler” kitabını yazarak Suriye’nin bugünkü duruma geleceğine ilişkin değerlendirmeler yapmıştım, yaptığım yorum ve analizlerin neredeyse tamamı realize oldu.
Örneğin; 20 Ağustos 2019 Tarihinde Ngazete’de yayınlanan köşe yazımda aşağıdaki ifadeyi kullanmışım. (https://www.ngazete.com/suriyede-aslinda-neler-oluyor-886yy.htm)
“…Suriye kuzeyinde YPG’nin rakibi diğer muhalif Kürt oluşumu ENKS’ye bağlı “ROJ PEŞMERGELERİ”nin olması da ihtimal dâhilinde olacaktır. Bu dönemde ENKS ile TEV-DEM arasında sorunlar çözülerek birlikte hareket etmesi ve silahlı güçlerin birleştirilerek tek çatı altında hareket etmesi sağlanmak istenebilir”.
Suriye’de ki farklı Kürt grupları olan ENKS ile TEVDEM’in bir araya geleceğini ve ifade etmemin üzerinden yaklaşık 4 ay sonra, TEVDEM ile ENKS arasında görüşmeler yapıldı, birlikte hareket etme ve Roj peşmergelerinin önümüzdeki günlerde Suriye’nin kuzeyine geçmesi konusunda anlaşmaya varıldı.
Demokratik ülkeler dış politikalarını, yöneticilerin ikili ilişkileriyle değil, devlet kanallarıyla oluşturur ve olgunlaştırırlar. Stratejiler belirlenir, gelecek vizyonu oluşturulur. Bu stratejiler belirlenirken çeşitli varyasyonlu stratejiler üzerinde tartışılır, iç ve dış yansımaları dikkate alınır ki “dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan olunmasın”.
Başından bu yana “eş başkanlığına” karşı olduğumuz BOP’un bölgeye bir yarar getirmeyeceğini, Suriye’de batağa çekileceğimizi, maceracı bir dış politikaya girmenin anlamsız olduğunu yazdık. Bölge halklarıyla kardeşlik hukuku temelinde sosyal ve siyasal haklarının kabul edilerek birlikte yaşanılması gerektiğini anlatmaya çalıştık. Kardeşlik hukukuyla huzur gelen bölgenin ekonomik bir bölge olarak da kullanılabileceğini yazmaya çalıştık ancak hükümetin dış politikasını yönlendirmeye çalışan öngörüsüz ve cahil yazar-çizer(!) takımının görüşleri kabul görünce Suriye’de kaybeden olduk. İran’ın uyguladığı vekâlet savaşını örnek alarak bazı politikalar geliştirmeye çalıştık ancak Türkiye İran değildi.
Suriye’de ki yanlış dış politikanın bir benzerini Libya’da denemeye başlıyoruz. Libya’da vekalet savaşını Rusya’ya karşı vereceğiz.
Hükümeti adeta rehin alan Avrasya’cı grup, ülkeyi S400 kriziyle, Batı ve Nato’dan kopma noktasına getirdiler (Kaldı ki; ABD tarafından, S400’lerin frekanslarının tespit edildiği ve istendiği anda işlevsiz bırakılabileceği açıklamasına Rusya’dan şu ana kadar herhangi bir yalanlama gelmedi). Şimdi uğruna batıyı ve Nato’yu feda ettiğimiz Rusya ile Libya da bir vekalet savaşına girmek üzereyiz.
Bu noktaya Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması ve Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz çalışmalarından uzak tutulması nedeniyle gelindi. Baştan da söylediğimiz gibi yanlış dış politikalar, ülkeyi olumsuz domino etkisine sokarak, yanlış üzerine yanlış yapmasına neden olmaktadır. Türkiye’nin bir an önce bu yanlış dış politikadan vazgeçmesi, reel politikalara dönmesi gerekmektedir.
Bunun yolu da yazar, çizer (!) takımı nedeniyle “monşerler” diyerek aşağılayıp devre dışı bıraktığı dış işlerinin tecrübeli bürokratlarını yeniden etkin hale getirerek, bu cahil takımla yollarını ayırmaktır. Dış politika oluşturulurken farklı stratejiler üzerinde tartışıp iç politik etkisini dikkate almaktan geçer.