1900-1920 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğunun hazin sonunun gelişini gözledik. İnsanlar koca imparatorluğun bakiyesinin savunmasını yaparken ve gözü dönmüş vampirlere karşı daralıp duran maddi manevi varlıkların eriyip duran her şeyinin tarihsel ıstırabıyla boğuşuyordu. O dönem insanları varlık yokluk kavgasının ortasında rüzgarın önündeki yaprak misali kah sağa kah sola savruluyordu.
Ne denebilir ki?
Varlık yokluk kavgasının ortasında kaderinin rotasını bulamayan vampirlerin ortasındaki insanlar canlarıyla varlarıyla yoklarıyla bu güzide toprakları bizlere tevarüs etmişlerdir.
1920-1940 yılları yokluğun dibine çakılmış aziz bir milletin onurluca ayaklandığını, yeniden yapılanmaya başladığı dönemi gözlüyoruz. O dönem insanları da bu millete olan vazifelerini bihakkın yapmışlardır.
1940-1960 yılları arasında insanlar demokrasinin yerleşmesi adına milletçe mücadele verdi ve bu mücadele bu güzel demokratik mantaliteyi yerleştirdi. 2. Dünya Savaşı ne yazık ki kana doymamış ve geçmişten asla ders almayan vampirler tarafından yeniden başlatıldı. Türkiye bu sürece çok sonraları ve akıllıca politika uygulayarak safını belli etmek için girdi ve çok zayiat vermeden çıktı. O dönem insanları da varlık yokluk mücadelesi verdi ve demokratik senkronizasyon işledi.
1960-1980 yılları arasında politik kavgaların yoğunlaştığı ve önü alınamaz sancıların yaşandığı yıllar olarak yaşandı. Toplum ihtiraslı ve demokrasi kültüründen yoksun insanlardan çok acılar çekti, bu aziz millet tarifsiz acılarla ürkütüldü. Tüm bunlara rağmen bu aziz millet gelecek nesillere güzel bir miras bıraktı.
Politik yanlışlıklar devrin politikacılarına aittir, kesinlikle aziz millete toz kondurulamaz.
1980-2000 arasında önceki 20 yıla ait acılar hafifledi ancak korku atmosferi demoklesin kılıcı gibi bu aziz milletin tepesinden eksilmedi. Politik ağırlık, askeri vesayeti bastırmaya; demokrasi kültürü daha fazla yerleşmeye başladı.
2000-2020 arasında bir tane kahpe darbe girişimi, onlarca demokrasi baltalamasına rağmen halkın, bu aziz milletin taleplerinin dikkate alındığı dönemi yaşadık. Demek ki demokrasi, askeri vesayetin yok edilmesiyle daha da gür bir sada olarak tarihsel kıvama erişti.
Ancak varlık yokluk kavgalarının ortasından geçen bu aziz millet son dönemlerde hiç görülmeyen garip bir yanılsamanın, yokluğun ne olduğunu bilmeyen ve varlığın ortasında doğmuş, müdanasız bir nesille karşı karşıyayız.
Üniversiteler çoğaldı ama nitelik düştü.
Üniversitelerde demokrasinin ve millet olma bilincinin, varlık yokluk mücadelesinde nefsi terbiye ile haddini bilme gibi en insani ilkeler verilmelidir.
Anadolu’nun her şehrinde üniversiteler açıldı, üniversite okuyan öğrenci sayısı arttı ama nitelik düştü. Duyarsız ve müdanasız bir nesil türedi. Üniversiteyi bitiren iş bulacağını ve hayatının kurtulacağını zannediyor. Her şeyin çok kolay olduğunu zanneden umarsız bir nesil ortaya çıktı.
İlber Ortaylı şunları söylüyor:
“Bilmem nerelerde üniversiteler açılıyor, bu çocuklar da oralara gidince hayatlarının düzeleceğini sanıyor. Ama söylüyorum; iyi olmayan üniversiteye gideceklerine üniversiteye gitmesinler. Gitmeyin!”
İlber hoca çok haklı.
Bir çok üniversitede gerçekten mezun olunca iş imkanı olmamasına rağmen önünde rehberi bulunmayan gencecik çocuklar bilinçsizce tercih yapıyorlar. Üniversiteden mezun olduktan sonra iş istiyor, bulamayınca da varlık yokluk mücadelesinin ne olduğunu bilmeyen o çocuklar sisteme küsüyor, hayata küsüyor ve kısa yoldan para kazanma yollarını araştırıyor. Ne marangozluğa ne de sanayide işlere yanaşmıyor. Gel iş var, denildiğinde “ama ben üniversite okudum, o işi yapmam” deyiveriyor.
Demek ki iş imkanı olmayan üniversiteden mezun olmak başka iş dallarına yönelmek için ciddi bir engel…
Bu böyle gitmemeli…
2020-2040 arası döneme giriş yaptık.
Şimdiki 7-28 yaş arası nesil ciddi şekilde müdanasız diye eleştiriliyor.
Eleştiren kim?
30 ve üstü…
İyi de kardeşim, tarihsel analize göre varlık yokluk kavgasının ortasında nesilleri yetiştirme konusunda zayiat vermeyen atalarımız müdanasız bir nesil yetiştirmiş bizleri görseydi ne derdi?
Atalarımız görevlerini hakkıyla yerine getirdi, hepsinden Allah razı olsun. Hata yapan her dönem bulunur ama totalde görevlerini yaptılar ve canlarıyla mallarıyla bu güzide vatanı bize armağan ettiler.
Şimdi imtihan zamanı…
Bizler görevimizi yerine getirebiliyor muyuz?
Bundan 50 sene sonra şu dönemleri analiz eden analistler bizim geçmişimiz için söylediğimizi söyleyecekler mi yoksa farklı argümanlar mı geliştirecekler?
Canıyla kanıyla mücadele vererek bu topraklarda aziz bir toplum yetiştirme şerefini yaşamış atalarımızın yaptığını bizler yapabilecek miyiz?
Vazife ağır!
Şekva etmeden tarihsel sorumluluğumuzu hakkıyla yerine getirmek tevarüs ettiğimiz kutsal geleneğimizin gereğidir.
Hep bir olağanüstü hal içinde, daima acil durum düzeyinde, sürekli bir varlık yokluk kavgasının ortasında nasıl düşünebilir insan? (Dücane Cündioğlu)
O halde hızımızı düşürüp kenara park edip bu aziz millete olan şerefli görevimizin farkına varıp elimizden kayıp giden bu nesilleri tekrar fabrika ayarlarına döndürmemiz gerekiyor.
Millet olma bilincinin her dönem en üst düzeyde yaşandığı bu şerefli topraklar nesillerimizin evrensel ahlak ilkeleriyle donanması için üniversitelerdeki yapılanmalardan tutun kreşlerin müfredatlarına bütünsel düzenleme sağlanmalıdır ve kesinlikle ağır ve zorlu süreçler sonunda kaliteli insanlar yetiştirip bizden öncekiler gibi vazifemizi kusursuz yerine getirmeliyiz.