Büyük tekneler beni bazen ne kadar kızdırıyor anlatamam. Gökova Körfezinde, henüz kamuya kapanmamış koylardan birinde yazlığımız var, tüm kış boyu oraya gitmenin heyecanıyla yaşarız. Zaten Gökova, bilenler bilir, gerçek bir cennet köşesidir. Doğal olarak da koyumuzu keşfetmiş olan denizciler bizim denizimizde konaklamayı pek severler.
Buyursunlar gelsinler, koyumuzda iki tane iskele var, oraya bağlansınlar, sintine boşaltan gezici tekneleri çağırıp sintinelerini temizletsinler, onlara hiç itirazım olmaz. Ama ne yazık ki koca, koca tekneler yakıt parası, personel parası, içki parası gibi harcamaları hiç esirgemezler ama konu iskeleye yanaşmak olunca nedense cimrileşirler. Keyifleri bilir, kıçtan alarga demirlerler, tekneleri rüzgâra göre yön değiştirir, onlar da güneşten korunmak için tentelerini kullanırlar sorun yok; kıyıya yakın demirlerler kayalara bağlanırlar yine sorun yok; ama nedense bizim kıyılarımızda bağlanmaya uygun o kadar kayalık varken gidip de ağaçlara bağlanmıyorlar mı işte o zaman çok üzülüyorum. Yangın görmüş olan zavallı körpecik ağaçlara nasıl kıyıyorlar anlamıyorum. Zaten kıyan kıydı, yüzlercesi anlamsız yere kesildi.
Kendime iş edindim. Hiç üşenmeden yüzerek böyle yapanların yanına yanlarına yaklaşır kaptanla görüşmek ister ve ağaca değil kayalara bağlamalarını rica ederim. Bazıları çok anlayışlıdır, tekne sakinleri ile birlikte özür dilerler ve bundan sonra dikkat edeceklerini söylerler. Hatta tek tük de olsa hemen ağaçtan çözülüp kayaya bağlananlar bile olur. Ama bazıları ya çemkirir ya da işi pişkinliğe vurup, “yok bee! Olmaz onlara bir şey” falan derler.
Koç Bir adlı bir tekne ağaca bağlanmış, kaptanına taşa bağlanması için rica ettim; ağaca bir zararı olmayacağında ısrarcı oldu. “Kaptan sizin küçücük kızınızın kolunu dev gibi bir adam şiddetle çekse çocuğun kolu çıkmaz mı?” dedim saçma sapan bir yanıt verdi. Biraz daha anlatmaya çalıştım baktım anlamazdan geliyor, “Oğlum sen taş kafa mısın?” dedim ve “Taş Kafa Koç Bir, Taş Kafa Koş Bir” diye bir name tutturup yüzmeye başladım. Kaptan bana kızmış olacak ki, arkamdan gelen arkadaşlarıma, “Bu kadın bana taş kafa diyor” diye beni şikâyet etmiş. Teknenin adı “Taş kafa Koç Bir” kalmıştı.
Kendi küçük teknemizle koyumuzun dışında sıklıkla denize girdiğimiz bir başka koya gittim, yine ağaca bağlı bir tekne, yine yüzerek yanaştım ve kaptanı rica ettim. Adamcağız beni görünce, “Ay hanımefendi, gerçekten bıktım. Nereye gitsem siz, o koyda siz, bu koyda siz. Valla bunaldım” demez mi? O zaman, ağaca bağlamamasını benim de onu bir daha rahtsız etmeyeceğimi söylerken içeri girdi.
Yine aynı koyda bir başka anım; bir arkadaşımla gittik, yüzüyoruz. Aynı olay! Bir tekne ağaca bağlanmış. Yine yanına yanaştım, kaptana seslendim. Gayet efendiden ayrıca yüzü de bana hiç yabancı gelmeyen bir beyefendi güverteye çıktı. Ağaca bağlanmamaları konusunda ricacı oldum. Son derece saygılı bir biçimde haklı olduğumu, Bodrum’dan henüz gelip burada denize girdikten sonra hemen ayrılacaklarını, kaptanın köyümüze alışveriş yapmaya gittiğini, döner dönmez mutlak ağaçtan çözüleceklerini söyledi. Teşekkür ettim. Derken teknenin az ötesinden bir hanım, “Siz Çiğdem Hanım mısınız?” diye sordu. Evet deyince, “Ayol Çiğdem sesinden tanıdım, ben Neyzar!” demez mi. Meğer kuzinim ve kocası imişler. Adamcağızla yalnızca bir kez görüşmüş olduğumuz için birbirimizi tanıyamamışız. Buna benzer anılarımı toplasam herhalde bir kitap ortaya çıkar. Ne var ki ben uyardıkça, başka arkadaşlarım da uyarmaya başladılar ve bu durum oldukça işe yaramış olacak ki ağaca bağlanan teknelerin sayısı her gün biraz daha azalıyor.
Teknelerle ilgili deli olduğum bir başka şey, ya koyumuzdayken ya da tam çıkışta sintinelerini açmaları. Rüzgâr bizim burada genellikle denizden karaya doğru eser; bu nedenle de pislikler koyumuza yayılır, denizimiz kirlenir. İskeleye gidip denize giremeden döndüğümüz bile zaman, zaman olmuştur. Bir seferinde sintinesini koyda açtığını saptadığım bir tekneyi Sahil Güvenliğe şikâyet ettim ve can acıtacak bir ceza verilmiş olduğunu öğrendim. Bu bilgiyi el altından aldım çünkü Sahil Güvenliğe sorunca muhatabım olan görevli “Hanımefendi askeriye dedikodu yapmaz” demişti. Son bir, iki yıldır böyle bir olay pek yaşamıyoruz neyse ki.
Bu koca teknelerin bir kısmı eskiden çöp torbalarını denize boşaltırlardı. Kendi teknemizin gelberisi ile yüzlerce naylon torba ve pet şişe topladığımı bilirim. O yıllarda Ankara’ya döndüğümde elleri alçıda bir sürü insan göreceğimi sanıyordum, çünkü toplarken içimden sürekli “elleri kırılsın” diye söylenip durmaktaydım.
Küçük sürat botları ayrı bir sorun. Yüzenlerin arasından fırtına gibi geçerler. Muhtemelen yüzenleri görüyorlardır ama denizde olanlar yine de oldukça tedirgin olurlar. Yüzme alanlarında böyle hızlı dolaşmak bence bir sonradan görmelik işareti.
Bir de günü birlikçi gezi tekneleri var. Alırsınız üç, beş arkadaşınızı kendi teknenize, güzelim Gökova’da ıssız bir koy bulursunuz. Güneşlenirsiniz, keyif yaparsınız, kahveler içilir tam sıra denize girmeğe gelince kalabalık bir gezi teknesi bangır, bangır pek de hoşa gitmeyen bir müzik çalarak gelir yanınıza demirler. Suda olmasanız demir alıp başka bir koya gideceksiniz ama denize girmişsiniz bir kez. Başlarlar çığlık çığlığa suya atlamaya. Bu arada tekne görevlileri mangal yakarlar ve ya köfte veya balık pişirirler. Birden duman altı olursunuz. Yemek kokuları sizi bunaltır. Mecbur yüzmenizi kısa kesip oradan ayrılırsınız.
Tatil yapamayanlardan özür diliyorum. Büyük olasılıkla, “deniz kenarına gidebilmiş, bir de yakınıyor” diye düşünüyorlardır. Bir ölçüde haklı da sayılırlar. Öyle ya da böyle yine de deniz kenarında olmak genellikle çok mutluk verir insana. Ama doğayı da kollamak gerek.