Ankara’ya ilk gelişim 26 Eylül 1989’dur. Yani önümüzdeki günlerde Ankara’ya gelişimin 34. Yılını dolduracağım.
Bu sürede Ankara’nın Bahçelievler, Etlik, Keçiören Gazino, Küçükesat, Abidinpaşa-Akdere, Eryaman Devlet Mahallesi ve son olarak 14 yıldır da Gölbaşı’nda oturuyorum. Anlayacağınız birçok bölgesinde oturdum ve her bölgesini bilirim. Eryamandayken Ankara merkeze yaklaşık 5 yıl belediye otobüsleri ile gelip gittim.
Yolumun üzerinde Etimesgut Askeri Havaalanı vardı. Askeri uçakların iniş kalkışlarını rahatlıkla otobüste giderken görürsünüz. O hava alanının Şaşmaz köşesine doğru bir hava müzesi yapılmıştı. Hava Kuvvetlerinin Cumhuriyet boyunca kullandığı uçakların sergilendiği bir müze. Bu müzenin benzerlerini farklı illerde de görmek mümkün.
Bir dönem vatandaşların akın akın buraları ziyaret ettiklerine şahit oldum. Aksine benimse bu müzeleri ziyaret etmek hiç içimden gelmedi. Dolayısıyla bir dönem her gün önünden geçtiğim Etimesgut’taki Hava Müzesi’ni de hiç ziyaret etmedim.
Neden içimden gelmediğini soracaksınız. Çünkü bu Hava Müzelerinde sergilenen uçakların hiçbiri yerli değil. Senin üretmediğin, senin teknolojisini geliştirmediğin, senin eserinin olmadığı aksine parasını vererek servetlerimizi döktüğümüz bu uçakları vatandaşımıza gezdirmenin eziklik duygusu oluşturmaktan başka bir işe yaramadığını düşünüyorum. Hatta bir nevi ‘Utanç Müzesi’ olarak gördüğümü söyleyebilirim.
Bugüne kadar düzenlenen ve haklı olarak yüksek PR’ı yapılan TEKNOFES’lerin hiçbirine gidememiştim. Ayağımıza gelen TEKNOFES Ankara’yı kaçırmak istemedim. Bu nedenle randevularımı aldım. 31 Ağustos günü öğle üzeri TEKNOFES’in düzenlendiği Etimesgut Havaalanı’nın yolunu tuttum. Giderken karşılaştığım kargaşa ve zorlukları bir kenara bırakayım.
TEKNOFES alanına doğru ilk kapılardan geçtiğimizde sağ tarafta Hava Müzesini fark ettim. Fark ettiğim diğer bir durum ise hızla TEKNIOFES alanına koşturan kucaktaki çocuklardan tutunda elinde bastonu olan dedelere kadar kimsenin ilgisini sağ taraftaki Hava Müzesi’nin çekmemesi oldu. İnsanlar kafalarını sağa döndürüp Hava Müzesine çevirip bakmıyorlardı bile.
İşte bunun nedenini TEKNOFES sahasına girip stantlarda genç beyinlerin gayretlerini ve ortaya koydukları teknoloji çabalarını görünce anlıyorsunuz.
İnsanımız İstanbul’un Fethinden bu yana içinde uhde kalan teknoloji ve üretim azminin ilk gayretlerini göremeye koşuyor aslında. Yüz yıllardır bu milletin hapsedilen kabiliyet ve yeteneklerinin sergisidir TEKNOFES. Bu kadar ilgi çekmesi de bu nedenledir.
TEKNOFES’te sergilenenler yoğun gayretler sonucu hazırlanan ortaokul, lise ve üniversite öğrencilerinin yarışmalar sonucu dereceye giren teknolojileridir. Bu açıdan geleceğimizin teknik kadrolarının çekirdeklerini görüyorsunuz. Bu potansiyelin ulaşabileceği ufku hayal etmenizi sağlıyor. Çok sayıda üniversite TEKNOFES’te stantlar açmış. Hatta birden fazla farklı konularda stantlar açan üniversiteler var. Gezdiklerim genelde elektrik araçlar, insansız mini denizaltılar, füzeler üzerine. Yarışmalarda dereceye girip ödül alanlar çoğunluğu.
Özellikle sorduğum nokta geliştirilen teknolojik ürünlerin ne kadar bölümü yerli. Mekanik aksamları ağırlıklı yerli. Elektronik parçalar standart. Fakat asıl özelliği oluşturan elektronik dizilim, elektronik tasarım ile yazılımlar milli.
Yazıyı çok uzatıp sıkmayalım. Bir dahaki yazıya da konu kalsın TEKNOFES’ten. Mesela herkesi çok yakından ilgilendiren Karadeniz doğalgazı ile ilgili çok harika bilgileri, denizlerimizin kirliliğinin en büyük göstergesi deniz marullarından hidrojen gazı elde edilmesi, depremlere karşı zemin sıvılaşmasını önleyecek buluşunu sergilemeye çalışan bir akademisyenin gayreti, elektrikli araçlar konusunda derece almış gençlerle aramızda geçenleri gelecek yazılara bırakalım.
Fakat imkanı olanlar çocuklarınızla ile birlikte gezmenizi hararetle tavsiye ederim. Çocuğunuzun ufkuna zerrece sağlayacağı katkı kaderini etkileyecektir.
Şimdilik sağlıcakla kalın…