Birbirinden çok farklı nedenlerle ifade bulan bu üç davranışı aynı başlık altında toplamış olmamı yadırgamış olabilirsiniz; ama hem gülümseyenlerin, hem teşekkür edenlerin hem de özür dileyenlerin sayıları giderek azalıyor; oysa her üçü de davranış sahibini yücelten ayrıca rahatlatan üç farklı yaklaşımdır.
Özür dilemek insanı küçültmez, aksine yüceltir. Bilerek ya da bilmeyerek birini kırdıysanız hele ki bir zarar vermişseniz bunu fark ettiğiniz zaman iletişime geçip özrünüzü dilemek sizi nasıl da rahatlatacaktır.
Bazı insanların bu konudaki inatlarını savunuş biçimi yadırganmayı hak eder; “özür dilemem çünkü ben özür dilenecek bir şey yapmamak için çok dikkat ederim ve yanlışa düşmem” diyerek en büyük yanlışı yaparlar. Arabesk şarkıda söylendiği gibi “hatasız kul olmaz, hatamla sev beni”. İnsan kendiyle barışık olursa işleri daha kolay olur, bu tür insanlar kendilerini sevince hatalarını da kabul edip hatta onları bile sevebilirler, yeter ki telâfi etme zahmetine katlansınlar. O zaman ne kadar hafifleyeceklerini göreceklerdir. Özrünüzü dilersiniz, karşınızda bir sfenk, hiç oralı değil, özrünüz kabul görmemiş; o zaman “ben insanlığımı yaptım, gerisine karışmam” diye düşünmekte haklı olabilirsiniz. Ancak bir özürle geçiştirilemeyecek bir hatanız olmuşsa o zaman tekrar düşünme sırası sizdedir. Ama bence herkes gerektiği zaman özür dileyebilmeli, en azından kendi iç huzuru için.
Özür dilemenin yararlarına değindim ama bunun da dozunu kaçırmamak lâzım. Bir kez çıkarsınız ortaya, “kandırıldım, sizlerden özür diliyorum” dersiniz, eyvallah. Bir süre sonra tekrar aynı söylemle seslenirsiniz insanlara, ne olsa insan beşer bazen şaşar diye düşünüp yine sineye çekerler. Üçüncü, beşinci, altıncı kez olursa bu yineleme, bu sefer insanlar haklı olarak, “Eh baba! Sen bizimle kafa mı buluyon” diye düşünürler. Haa, bu duygularını dillendirmeğe kim cesaret eder, ancak bir avuç insan.
Teşekkür etmek de ayrı bir sorun oldu son zamanlarda. En basit konularda bile insanlar teşekkür edemiyor. Belki de teşekkür etmeye değer olarak görmüyorlardır, oysaki en sıcak insan ilişkisidir teşekkür.
Bir de hem teşekkür edip hem özür dilenmesi gereken durumlar olabilir. Geçenlerde apartmanımıza yeni taşınmış bir büro çalışanı arabamın önüne park etmiş. Bin bir güçlükle kendisine haber yollattım on, on beş dakika sonra geldi, ben arabamın önünde durup bekliyor bir taraftan da araba sahibinin gözünün içine bakıyorum. “Günaydın” yok, “özür dilerim, beklettim” yok, en ufak bir tebessüm bile ne gezer. Bana söyleyecek bir sözünün olup olmadığını sordum. “Ne diyecekmişim ki” diye soru. Öncelikle günaydın diyebileceğini, beklediğim için teşekkür edeceğini sonra da hem arabamı gasp ettiği için hem de beni bekletmiş olduğundan özür dileyebileceğini söyledim. Bir işe yaradı mı? Yok canım! Bu tür yaklaşımlar bir uygarlık ölçütüdür.
Bir de özür dilemeyi yanlış anlayanlar var. Yine apartman otopark konusu. Apartmanımızla hiç ilgisi olmayan biri gelmiş otoparkımıza kurulmuş. Park edecek yerim yok, gittim arkasına yerleştim. Aradan kısa bir süre geçti kapım çalındı, arabamı çekmem istendi. Çıktım, bekleyen sürücüye, “özür dilerim ama benim park yerimi işgal etmiştiniz, zorunlu olarak arkanıza park ettim. Şimdi ise durumum hiç de uygun olmadığı halde çıkıp arabamı çekmek zorunda kalıyorum” diyerek karşımdan bir özür beklerken, “Özür dileyeceğinize aracınızı başka yere park etseydiniz ya” gibi tuhaf bir eleştiri ile karşılaştım. Belki de “otoparkınızı işgal ettiğim için ve sizi tekrar evden çıkmaya mecbur ettiğimden özür dilerim, lütfen kusura bakmayın” dese çok daha iyi olmaz mıydı? O zaman ben halimden anladığı için ona teşekkür edebilirdim. İnsan ilişkileri yapıcı ya da yıkıcı olarak ne kadar pamuk ipliğine bağlı değil mi?
Yolda yürürken park etmiş arabalar arasından bin bir güçlükle geçerken karşıdan birileri gelir, kenara çekilip yol verirsiniz; kimileri sıcak bir gülümsemeyle teşekkür eder, kimileri ise bu sizin aslî görevinizmiş gibi yürür gider. Şeytan der ki kolundan tut, “benim de senin kadar geçiş hakkım vardı, ben senin için özveride bulundum hiç değilse bir teşekkürü de hak ediyorum” de. Çok ender olarak şeytana uyar yapmanız gerekeni gerçekleştirirsiniz. Oysa bu tür insanları her seferinde uyarmak, onları ve dolayısı ile toplumun hiç değilse küçük bir kesimini de olsa eğitmek yararlı olabilir.
Biri sizi bilerek illet eder, anlamazdan gelirsiniz, yine tekrarlar, anlarsınız ama idare edersiniz. Üçüncü kez aynı tutum yinelenince artık iyice bilenir, sıranın size gelmesini beklersiniz. En savunmasız olduğu zamanı kollar golünüzü atarsınız. Sitem dolu bir sesle teşekkür eder; yapılacak en güzel şey, “ay lütfen rica ederim, zevkle” demektir.
Gülümseme, tebessüm insan ilişkilerinin en değerli öğesidir bence. Açmayacağı kapı var mıdır acaba? En gergin olduğunuz zamanda bile biri size gülümsemeyle yaklaşırsa birden dünyanız aydınlanır.
Tebessümleri sınıflara ayıracak olursak, öncelik yukarıda değinmeğe çalıştığım olumlu gülümsemeyi ilk sıraya koyalım. Sıcaktır, karşılıklı iletişimi besler.
Müstehzi yani alaycı gülümsemeler vardır. Çok rüküş bir hanım görürsünüz, o kadar ki rüküşlükten ölse iki kez reenkarne olurdu diye düşünürsünüz, alaycı bir tebessümle ne kadar şık olduğunu söylersiniz. O zaman hem alaycı hem de acımasın duruma düşersiniz.
Bir de salt acımasız gülümsemeler vardır. Hani “kendin ettin kendin buldun” gülümsemesi. Metaforik olarak söylüyorum biri size bilerek ve isteyerek çelme takar, hasbelkader düşmezsiniz döner yüzünüzde bir gülümsemeyle onun yüzüne bakarsınız. Artık bir sıfır galipsinizdir. Gerisini o düşünsün.
Her hangi koşulda olursa olsun yine de teşekkür etmek, özür dilemek ve gülümsemek insan ilişkilerinde çok önemli bir yer tutar. Bir büyüğümüze gülümsemeyi öğretebilen çıkarsa, Türkiye daha rahatlamış bir ülke olabilir.