Duyguların Rengi, Kathryn Stockett’ın romanı. Filmi de var. Hem okuyun hem seyredin derim.
Hâl-i hazırda yaşadığım sitede mâruz kaldığım keyfilikleri, tıpkı bu romandaki gibi yazıya dökmeye başladığımda aynı öfkeyle karşılaşmıştım. İnsanlar, yaptıkları ilkelliklerin yazılmasını istemiyorlar. Kardeşim, yaparken rahatsız olmuyorsun da yazılınca niye oluyorsun? O zaman da savun! Oh iyi yaptım, de! Vay efendim, sitenin özelini, dışarıya ifşâ ediyormuşum. Ayıpmış.
Oh ne âlâ memleket! Demek ki dış güçler, haçlılar, bizim burada da var.
Site hayatlarına kafa yormaya başlayıp, “niye?” diye sormam, çok üzüldüğüm bir hâdiseyle başladı. Bir arkadaşım, Sapanca’da yazlık almıştı. Müştemilatta kalan site bekçisi Abdullah’ın iki çocuğu varmış. Yaz gelince hanımı ve çocukları yanına gelince site sakinleri, önce çocukların havuz kenarına inmesini, sonra sitede dolaşmalarını, en sonunda da gelmelerini yasaklamışlar. Hattâ kendileri yokken bile bu yasak geçerli olmuş. “Sâdece sen” demişler bekçiye. Abdullah, ara sıra gündüzleri evine gidip gelerek işine devam etmiş. Okullar açılınca acı bir haber gelmiş, Abdullah’a. Okul çıkışında oğluna araba çarpmış. Site sâkinleri, ortada görmeye tahammül edemedikleri çocuğun cenâzesine, koşa koşa gitmişler. Vicdan azâbından olsa gerek, ölen yavrunun ablasına, “Gel, seni bize götürelim!” demişler. Anne, vermemiş elbette.
El kadar yavrunun havuz kenarına gitmesi, niye site sâkinlerini rahatsız ediyordu? Bekçinin çocuklarını, niye ortada görmek istemiyorlardı? Köksal Alver’in “Siteril Siteler” kitabında ve La Zona, Elysium gibi filmlerde cevapları buldum.
Site hayatlarının çok büyük bir sorunu var ki Köksal Alver, bunu, pek güzel tahlil etmiş: Sitede, kendi hukûkunu uygulamak. Site yönetimleri, güvenlik, güç zehirlenmesi veya başka gerekçelerle canının istediğini yapabiliyor. Sâkinler, bâzen korku bâzen umursamazlık bâzen de sürüden ayrılmamak uğruna sessiz kalıyorlar. Hak arayan, itiraz eden, uyumsuz komşu oluyor.
Buna da bir örnek vereyim. Ankara’da oturduğum sitede yöneticinin eşi, komşumuzun bahçesindeki kiraz ağacını, sırf kıskandığı için kestirdi. Ev sâhibi, ses etmedi. Kirazı kestiren hanım, kiraz ağacı kesilen hanım ölümcül bir hastalığa yakalanınca kapısını çaldı. Evin kızı, “Ziyâretçi kabul etmiyoruz. Annem, mikrop kapar.” diye geri çevirdi.
Eninde sonunda helâlleşme zamanı geliyor. İster cenâzede bekçiden; ister kapı önünde komşudan; isterse kürsüde milletten helâllik dilenmek var. İşte o zaman güç, zulüm görene geçiyor. (Dilenmek kelimesini, yanlış yazmadım. Bizim oralarda zâlimin helâllik dilemesine, dilenmek derler. Hakkı olmadığını bildiği için âdeta yalvarır.)
…….
Başiskele’nin bir köyünde sitede oturuyorum. İlk site toplantısında önceden belirlenmiş bir yönetim kuruluyla tanıştım. “Biz ne dersek o olacak” dediler, açıkça. “Hayır efendim! Kânun ne derse o olacak.” dedim. Keyfî hareketler yüzünden ciddi gerilimler oldu. Adam, yönetim kurulunda ya “Yapma!” deyince, “Canımın istediğini yaparım, sana mı soracağım!” diyor. Benim bahçemle ilgili konuyu elbette bana soracaksın, Papua Yeni Gine’deki site sâkinine mi soracaksın? Bir seferinde uyardığım kurul üyesi, “Ben belânın içinden geldim. Adamın kafasını koparırım!” demez mi? “E ben de Ankara’dan geldim. Buyur kopar!”
Bugüne kadar yaşadığımız tatsız olaylar, site içindeydi. Şükür ki bizim yönetici, ağaç kesenlerden değil. Gerçekten ağacı, toprağı çok seven bir insan. Her zaman haktan yana olup, haddini aşanları susturdu ama mobbinge engel olması mümkün olmadı. Gerçi ben, hâlimden memnunum. İleride yazmayı düşündüğüm kitabıma, bol bol malzeme çıkıyor.
Fakat, “Canım böyle istiyor” keyfiyeti, geçtiğimiz günlerde site dışına taştı. Yâni köye.
Bir süre evvel, sitemizin kıyısındaki kaldırım, belediye tarafından tâmir edildi. Bu esnâda sitemize âit iki adet çöp konteyneri, yolun karşı tarafına alındı. Kaldırım bitince tekrar yerlerine kondu. Fakat birisi, tekrar karşıya, yâni köy sâkinlerinden birinin bahçesinin kenarına götürüldü. Ertesi gün belediye görevlileri geldi ve asıl yerine, yâni sitemizin kenarına getirdiler. Karşı kaldırımdaki evin sâhibi, şikâyet etmiş.
Çöp konteyneri yerine gelince karşıya gönderen hanım -ki eşi yönetimde- söylenmeye başladı. Ona hak veren başka bir komşu hemen belediyedeki tanıdıklarını arayacağını söyledi. Demek ki belediyede birileri aranmış veya itiraz edilmiş olmalı ki birkaç gün sonra belediye görevlisi, muhtarla birlikte geldi ve çöp konteynerinin neden karşıya konmayacağını, tek tek îzah etti. Herkesin kendi çöp konteyneri vardı. Bu tatsız duruma sebep olan hanım, iknâ olmadı ama sustu.
Garip bir ülke olduk. Olması gereken olduğunda seviniyoruz. O kadar memnun oldum ki şikâyetçi olup hakkını alan köy sâkinine, korkup geri adım atmadığı için teşekkür ettim. Çünkü her geri adım, hadsizin hadsizliğini arttırıyor.
Buradan da Başiskele Belediye Başkanı Yâsin Özlü’ye kânundan yana olduğu ve siteye görevli gönderip kânunları hatırlattığı için teşekkür etmek istiyorum.
Aziz Okuyucu,
Merak ettiğin sorunun cevâbını, ben de merak ediyorum. Karşı taraf da site olsaydı, aynısı olur muydu? Yâni köylüler, bizim çöpümüzü koklayabilirler ama başka bir sitenin sâkinleri koklayabilirler mi?