“Deprem bölgesinde canını tehlikeye atarak görev yapan binlerce doktor varken niye Sâre Hanım?” diyecek olanlar haklı. Fakat bu yazının amacı, sağlık çalışanlarına teşekkür değil. Onlara teşekkür etmek haddim değil. Pandemide şehîd oldular, gâzi oldular. Şimdi depremde savaşıyorlar. Çanakkale’deki doktorların hemşirelerin cesâretiyle hem de. Ben, deprem ânında kaçmayıp küvezleri tutan, çocukları kurtaran hemşirelerde, korkmadan cepheden İstanbul’a yaralı taşıyan gemide hizmet eden Safiye Hüseyin rûhunu gördüm. Hepsinden Allah râzı olsun.
Bu yazının amacı başka.
Şimdi şöyle bir şey düşünelim. Emine Erdoğan doktor olsa ve şu an deprem bölgesinde gönüllü doktorluk yapsaydı ne olurdu? Emin olun, binlerce haber yapılır, yüzlerce köşe yazısı kaleme alınır, onlarca tv kanalında gösterilirdi ve elbette seçim yatırımına dönüştürülürdü.
Başka bir örnek vereyim. Zaman zaman, “Hangi özelliği ile Türkiye’yi devlet parasıyla turluyor, hangi vazîfesiyle bürokratları hizâya diziyor?” diye sorduğum bakan eşlerinden birisi böyle olsaydı? Meselâ Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in eşi Nebahat Özer, niye deprem bölgesinde değil? İBB parasıyla ABD’ye giden Ravza Kavakçı niye Maraş’a gitmedi daha?
Bunları geçtim, meselâ Leylâ Şâhin Usta diye bir doktor hanımı var, AK Parti’nin. Niye doktor olduğunu unutacak kadar politize oldu? AK Parti adına deprem bölgesini dolaşmak yerine, doktorluk yapmak tenzil mi yoksa?
Sâre Davutoğlu, deprem bölgesinde doktor ihtiyacı olan bir yerde gönüllü doktorluk yapıyor. Başbakan eşiyken bile mesleğine devam eden; röportajı konutta değil, muâyenehânesinde veren; doktor bakanların, hattâ doktoralı bakanların nedîmeliğe itiraz etmediği bir süreçte nedîmelik değil, doktorluk yapan bir hanımın, deprem zamanında doktorluk yapması normal değil mi?
Maalesef, sosyal medyada, şov yaptığını söyleyenler olmuş. Böyle düşünenlere, bir hâdise anlatayım.
1991 yılında, Aliya İzzetbegoviç'in isteğiyle bir grup Bosnalı genç, yüksek tahsil için Malezya'ya giderler. Bu gençler, üniversitede bir Türk hoca ile yakınlık kurarlar. Hoca, gerek tahsilleriyle gerek husûsî meseleleriyle yakından ilgilenir.
Birgün, bu gençlerden Amer Bukviç'i, sivrisinek ısırır. Ateşlenir ve şuurunu kaybeder. Onu hastaneye, hocasının eşi götürür. Sabaha kadar da başında bekler. Biri annesinden uzak, diğeri anne makamında iki Osmanlı torunu, bir hastâne odasında gurbeti paylaşırlar.
İşte o anne, Doktor Sâre Hanım’dır.
Bir tarafta hâlâ başörtü düşmanlığından, diğer tarafta ise reis korkusundan âdil olamayanlar var. Bugün birisi yazmış. Zor zamanmış. Hem artık yaşlanmışız. Yazılarını bilmem kaç kere imbikten geçiriyormuş. Böyle bir ortamda siyâset yapmak ayıpmış.
E o zaman kızsana, daha ilk gün, “Cumhur ittifakı olarak sahadayız” diyen Ömer Çelik’e.
Sorsana, “MHP niye sahada yok?” diye!
Kınasana, İmamoğlu’nu kovan şirret AK Partili teyzeyi!
Yazsana, gönüllü doktorluk yapan Sâre Hanım’ı!
Yazık! Demek ki imbiklerin de suyu çıktı. Cumhursever, milletsavar oldular.
Teşekkürler Doktor Sâre Hanım! Siyâsette olduğu gibi, âfet zamanında da örnek olduğunuz için teşekkürler…