Geçtiğimiz günlerde Almanya’nın başkenti Berlin’de muhalif partilerden bazı vekillerin, aydınların ve tanınmış isimlerin de katılımları ile düzenlenen “Demokratik Türkiye için Toplumsal Sözleşme Arayışı” isimli konferansa istinaden, partili Cumhurbaşkanı: “Bu kişilerin buralarda bir araya gelişlerinin, toplantılarının, attıkları bu başlıkların bizim ülkemizin yapısıyla yakından uzaktan alakası yok. Türkiye’nin içinde yaşayanlar Türkiye’nin demokrasisi konusunda bir endişe taşımıyor. Bunlar bir defa tamamıyla âdeta ‘bindirilmiş kıta’ olarak belirlenmiş başlıklar üzerinden gidip Türkiye’yi Batı’ya şikayet eden kişiler. Bu karalama kampanyasını yürütürken orada malum Türk yargısının cezalandırılmış olduğu isimler var. Bu isimler Türk yargısı tarafından bir defa belli cezalar almış ama kaçarak batıya sığınmış. Bu işin, gidip de Hans’ın, George’un önünde Türkiye’yi şikayet eden insanlarla olması da söz konusu değildir. Allah ıslah etsin.” şeklindeki eleştirisine birkaç soru ile karşılık vermek isterim:
- Bu insanlar neden ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlar?
- Üniversitelerdeki öğretim üyeleri, bilim insanları, akademisyenler neden görevlerinden alındılar ve neden cezalandırıldılar?
- Kendi topraklarında can güvenlikleri neden tehlikedeydi?
- Yoksa okullarda ve Kuran kurslarında çocuklara tecavüz edenler bu aydınlar mıydı?
- Küçük kız çocuklarını kucaklarına aldıklarında şehvet duyanlar da bu kişiler miydi?
- Halktan toplanan vergilerle yedi ceddini ihya edenlerden miydi yoksa bu isimler?
- “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini çiğneyip “toprak bütünlüğünü” savunarak Suriye ye savaş mı açtı bu kişiler?
- Milyonlarca insanın cebine üç-beş kredi kartı koyarak hesapsız alımlara teşvik edip daha çok yoksulluğa neden olup evlerindeki eşyaya haciz koyduranlar sakın bu katılımcılar olmasın?
- Sahi, kimdi halkın iradesine kayyum atayanlar?
- HES’lerle doğayı yaşanmaz hale getirenler arasında olabilirler mi?
- Peki sığınmacıları tehdit olarak kullananlar arsında olabilirler mi? Denizlerin dibi Türkiye’den botlarla gönderilen mültecilerin cansız bedenleri ile dolu. O hayatları hiçe sayıp gönderenlerden olabilirler mi?
Sıralamakla bitmeyecek olan daha pek çok soru var…
Bu soruların yanıtları bulunduğu takdirde yapılan bu konferansın öneminin ve zaruretinin anlaşılacağı muhakkaktır.
Unutulmamalıdır ki iktidar yanlısı olmayan herkes terörist ya da vatan haini olarak etiketlenemez.
Farklı renklerden, siyasi görüşlerden, partilerden, düşüncelerden, dinlerden, etnik ve mezhepsel kökenlerden katılanların yan yana ve kararlı bir şekilde geleceğin Türkiye’sinde “nasıl yaşamalıyız?” sorusuna yanıt aramaları, mevcut iktidarı neden korkuttuğu ise tartışmaya açık bir sorudur.
Bugün “demokrasi, adalet, özgürlük, eşitlik, laiklik, hukuk devleti, insan hakları” ve “barış” sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde aranan ve özlenen kavramlardır.
Özellikle kadınların Türkiye ve Ortadoğu’da yükselen savaş çığlıkları ile şiddet ortamından en fazla etkilenen kesim olduğu da yadsınamayacak bir gerçektir.
Kadınların evde, sokakta, çalışma hayatında, politikadaki eşit hak ve özgürlüklerine dair mücadeleleri, emeklerini görünür kılma uğraşılarının şiddet ve aşağılama ile karşılık bulduğu gerçeğini inkâr edebilir miyiz?
Kadının ev içi emeğinin değerli kılınması, kadınların geleceğinin güvence altına alınması, kamusal hayatta eşitlik ve özgürlüklerin olması, cinsiyet eşitliğin sağlanması, çalışma ortamında kadın haklarına sahip çıkılması, demokratik bir Türkiye’nin en kaçınılmaz koşullarından biri değil midir?
“Savaşa karşı barışı, korkuya karşı cesareti, dayatmaya karşı tartışmayı, çatışmaya karşı uzlaşmayı, çürümeye karşı yenilenmeyi, kutuplaşmaya karşı kucaklaşmayı, tek tipleşmeye karşı çoğulculuğu, erilliğe karşı eşitliği, otoriterliğe karşı demokrasiyi ve hukuk devletini savunma mücadelesinde biz de varız, yan yanayız, kararlıyız.”
Yukarıda özetlemeye çalıştığım konferansın ana fikri bu nedenle ne iktidarı ne de muhalefeti korkutmamalı, aksine umutlandırmalıdır düşüncesindeyim.
96 yıl önce kadın ve erkeğin eşit, bağımsızlığın daimi, demokrasinin belirleyici, bilimin yol gösterici olduğu Cumhuriyet, maddi manevi yıkıma uğramış olan bu topraklarda canlandığını unutmamalıyız.
Cumhuriyet’in kuruluşu ile kazandırılan temel haklarımızı bu bağlamda tekrar hatırlatmak isterim.
- Yaşama Hakkı: Hiçbir şekilde sınırlandırılamaz ve engel olunamaz olan yaşama hakkıdır. Öncesinde herhangi bir yetkili ağızdan çıkacak söz ile sonlandırılabilen bu hak yasalar ile koruma altına alınmıştır.
- Sağlık Hakkı: Tüm vatandaşların hangi statüde olursa olsun sağlık hizmetinden yararlanma ve sağlıklı bir ortamda yaşama hakkı anayasa ile birlikte koruma altına alınmıştır.
- Eğitim Hakkı: Herkesin eşit şartlarda eğitim almasını sağlayan haklardır. Bu sayede belirli bir zümreye özel olan okuma ve yazma tüm ulusa yayılarak toplumsal bilincin önü açılmıştır.
- Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı: Kadının adının dahi olmadığı bir toplumdan, erkekler ile eşit şartlarda toplumsal yaşama katılma haklarından en önemlisi olan seçme ve seçilme hakkı Cumhuriyet döneminde verilmiştir. Fransa, İtalya, İsviçre gibi ülkelerden çok daha önce bir tarihte kadınlarımız hak ettiği haklara kavuşmuştur.
- Düşünce, Toplantı ve Gösteri Özgürlüğü: Hangi düşünceye sahip olursa olsun insanların fikirlerini özgürce dile getirebilmesi Cumhuriyet ile beraber güvence altına alınmıştır. Ayrıca herhangi bir sebep ile bireylerin düşüncelerini açığa vurmak amacıyla toplanabilmeleri ve yürüyüş yapabilmeleri özgürlüğü getirilmiştir. Anayasanın 25. Maddesi ile beraber farklı düşüncelerin özgürce bir arada barınabildiği bir ülkenin temelleri atılmıştır.
- Din ve Vicdan Özgürlüğü: Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan tüm vatandaşların sahip olduğu inançlar konusunda serbest olduğunu, hiçbir dış müdahale ve zorlamaya tabi tutulamayacağı anayasada güvence altına alınmıştır. Günümüzde ne kadar yıpratılsa ve değeri yeni anlaşılsa da bu kanunun ve din özgürlüğünün en önemli güvencesi, tüm inançlara ortak uzaklıkta olan koruyucu görevdeki anayasamızda tanımlanmış laik bir yönetim sistemidir.
- Özel Hayatın Gizliliği: Halkın özel hayatının hiçbir yasal güvence altında olmadığı ve nedensiz ihlal edilmesinin önüne geçilmesine engel olmak için vatandaşların özel hayatı güvence altına alınmıştır. Anayasa ile birlikte her vatandaş özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.
- Dilekçe Hakkı: Halkın yönetimde hiçbir söz sahibi olmadığı ve denetleme mekanizmasında vatandaşın bulunmadığı bir yönetim şeklinden sonra, herkesin şikayetlerini ve isteklerini yetkili makamlara ve TBMM'ye iletme hakkı verilmiştir.
- Konut Dokunulmazlığı: Cumhuriyet döneminden önce belli bir zümre dışında konut hakkı bölgedeki önemli kişilere bağlı olmak koşulu ile veriliyor ve gerekli görüldüğü zaman izin gerekmeksizin girilebiliyordu veya alıkoyulabiliyordu. Cumhuriyetin sağladığı en önemli kazanımlardan biri de hiç kimsenin konutuna izinsiz girilmemesini yasa ile güvence altına almak oldu.
- Basın Özgürlüğü: Basın özgürlüğü sahip olduğumuz en önemli hakların başında gelmektedir. Çünkü basın özgürlüğünün olmadığı yerde diğer hak ve özgürlüklerinizden haberdar olmamanın yanı sıra, onların elinizden alınıp alınmadığı hakkında da bilgi sahibi olamayabilirsiniz. Bu sebeple medya ve basın vasıtasıyla görüş ve düşüncelerini açıklayabilme, yayabilme hakkı anayasa tarafından güvence altına alınmıştır.
Toplumumuza kazandırılmış olan bu haklara sahip çıkmak demokrasinin gereğidir.
Toplumdaki demokrasinin gereği olan yukarıda belirttiğim insani temenniler için ise herhangi bir siyasi görüş ne kadar elzemdir?