2020 yılının ilk haftasını geride bırakırken, 2019 yılının son aylarında yayınlanan iki araştırma oldukça dikkatimi çekiyor.
Araştırmalardan biri KONDA Araştırma Şirketi’nin 2008 ve 2018 yılları arasındaki farkları inceleyen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kapsamında Kasım 2019’da yayınladığı Hayat Tarzları araştırması; diğeri ise, The Global Institute For Women’s Leadership organizasyonun King’s College London World Questions serisinde Ipsos Araştırma şirketi ile birlikte gerçekleştirdiği araştırmadır .
Konda’nın gerçekleştirdiği araştırma tamamen Türkiye’ye özgü veriler yansıtırken, King’s College London World Questions araştırmasında 28 ayrı ülkeden elde edilen bulgular yansıtılmaktadır.
Her iki araştırmada da temel konu Toplumsal Cinsiyet Eşitliği üzerinedir. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramını kısaca tanımlamak gerekirse, doğuştan elde edilen kadın-erkek cinsiyet farklılığının sosyal yaşam ve toplumsal düzende cinsiyetlere göre ayrımlar gözetmeden, farklar yaratmadan eşit şekilde ele alınması demektir. Her iki araştırmanın da pek çok üzerinde durulması gereken bulguları ve sonuçları bulunmakta ancak bana göre en önemlisi çalışma hayatına dair olan bulgular.
Konda’nın Hayat Tarzları araştırmasında kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal cinsiyet rollerindeki en belirgin farklılık iş hayatında kadının olup olmaması ile ortaya çıkmakta. Araştırmaya göre Türkiye’de halen kadınların %22’si, erkeklerin ise %62’si çalışıyor. Çalışan kadınlar ayrımında ev kadınlarının emekleri çalışma olarak değerlendirilmiyor. Ayrıca çalışma hayatının var olması kamusal hayata ne derece katılım olduğunun da göstergesi olarak görülmekte. Ayrıca kadınların çalışmak için erkeklerden izin almaları gerektiği algısı erkelerde çok yaygın bulunmuşken, kırsalda yaşayan kadınlar kırsaldaki erkeklere, orta yaş kadınlar orta yaş erkeklere, bekâr kadınlar bekâr erkeklere kıyasla kadının rolü, farklı kimliklere açık olması gibi konularda daha özgür düşündüklerini ortaya koymuş.
King’s College London ve Ipsos’un araştırmasına göre ise, dünya ortalamasına göre erkeklerin %19’u ülkelerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine erişildiğini düşünürken, kadınların ise %9’u bu görüşte. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki engeller olarak globalde işverenlerin ücret eşitsizliğine kayıtsız kalması (%22), işverenlerin çalışma ve aile hayatı dengesini sağlamak için kadınlara yardımcı olmaması (%21) ve işverenlerin kadınları üst düzey pozisyonlara getirmemesi (%18) belirlenmiş. Türkiye özelinde bu soruya verilen cevaplar ise şöyle: Hükümetin eşitliği ön plana çıkarmaması (%32), cinsiyet eşitliğine ulaşmada erkeklerin yardımcı olmaması (%28) ve polisin kadına yönelik şiddeti yeterince ciddiye almaması (%25).
Bütün bu ipuçlarının bana düşündürdüğü ise şu: Toplumsal cinsiyet eşitliğinin Türkiye’de gelişmesi ve değer bulması için en büyük görev erkeklere düşüyor!
Araştırmaların bulgularının da -görece- gösterdiği gibi, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile ilgili globalde tartışılan ve gündem olan konular iş hayatının dinamikleri ile bağlantılı çözümlenmeye çalışılırken, ülkemizde ise daha çok yasal haklar ve özlük hakları çerçevesinde ele alınmakta. Bu da Toplumsal Cinsiyet eşitliği konusunda halen ülkece konun alfabesinde olduğumuzu göstermekte. Çalışan kesimin ve kamusal alanın erkeklerin egemenliğinde olduğu açık olan ülkemizde, kadınlarımızın erkeklere nazaran daha özgür düşündüğünü ele alırsak, kadınların eşit olarak kabul edilmesinde çaba ve anlayış geliştirmek de erkeklerin üzerinde durması gereken bir konu olarak karşımıza çıkıyor.
Konuyu iletişim açısından incelememiz gerekirse, yapılacak yüzlerce çalışma, yaratıcı mesaj uygulama ve kampanya var… Çok farklı sektörlerden, farklı Sivil Toplum Kuruluşunun katkılarıyla yürütülen birçok da çalışma mevcut. Ancak hepsinin bence dikkat etmesi gereken en temel konu, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusunda hedef kitle olarak erkek kitlenin ele alınması gereği ve yapılacak her türlü farkındalık ve bilinçlendirme kampanyasında da erkeklere yönelik mesajların tasarlanması zorunluluğudur. Mesajlardaki en önemli vurgu da, gelişen kadın ile gelişen toplumun bağlantısının ortaya konması ve erkeklerin Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin sağlandığı bir toplumda daha verimli ve mutlu olacaklarının öğretilmesidir. Ulu Önder Mustafa kemal Atatürk’ün söylediği gibi: “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki; bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki; bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça, öteki kısmı göklere yükselebilsin?” Toplumun bir kesiminin gelişip, diğerinin daha az eşit ve özgür olması bir bacağı kısa masa gibi sarsılmasından başka bir şeye yaramayacaktır…
Hepimizin mutlu günlerde eşit, özgür ve adil olması dileklerimle…
Gündemden Dikkatimi Çekenler:
- Avustralya’da aylardır süren yangında binlerce canlı hayatını yitirirken, konunun uluslararası düzeyde sosyal medyada yeterince yer almaması düşündürücü… Neredeyse bir kıtanın yarısı yanarken, bilinçsizce dünyayı tüketen ve çevre felaketine yol açan insanoğlunun, yarattığı felakete umursamadan yaşamaya devam etmesini de görecekmişiz meğer...
- Netflix’te yayınlanan The Witcher ve Atiye dizisinin tanıtımı için yapılan outdoor reklamlar gerilla reklam stratejisine ilginç bir örnek oluşturmuş. The Witcher’ın kılıcının Atiye’nin afişini yırttığı şeklinde görselleştirilen afişler hem dijital ortamda hem de bina giydirmelerinde kullanıldı. Reklamın kendi hikâyesini yaratması özelliğinin de kullanıldığı bu çalışma, her iki dizinin rekabetine de etkili bir gönderme yapmakta…
NOT: Yazıda “kadın” ve “erkek” ayrımı yalnızca cinsiyet olarak ele alınmıştır. S.Koçak.