''Türkiye Sınırları Dışında Baskı Yapan Ülkelerden''

Merkezi Washington’da bulunan ve demokrasi, insan hakları ve siyasi özgürlüklerin teşvik edilmesini amaçlayan düşünce kuruluşu Freedom House (Özgürlük Evi), küresel demokrasiye karşı büyüyen bir tehdit olarak tanımladığı “Ulusötesi Baskı’’ raporunu yayınl

Merkezi Washington’da bulunan ve demokrasi, insan hakları ve siyasi özgürlüklerin teşvik edilmesini amaçlayan düşünce kuruluşu Freedom House (Özgürlük Evi), küresel demokrasiye karşı büyüyen bir tehdit olarak tanımladığı “Ulusötesi Baskı’’ raporunu yayınladı. Devletlerin, muhalefeti susturmak için ulusal sınırların ötesine geçerek sürgündeki ve ya diasporada yaşayan kişilere karşı sistematik şiddet uyguladığı belirtilen raporda Türkiye, incelenen altı ülke arasında yer aldı.

Freedom House’un ulusötesi baskının geniş kapsamını detaylandıran yeni raporuna göre, insan hakları aktivistleri, muhalifler ve aileleri, otoriter yönetimlerden kaçmak için sığındıkları yurtdışında da şiddet ve sindirme ile karşı karşıya.

“Gözden Irak ama Ulaşılmaz Değil’’ isimli raporda, Suudi yetkililerin 2018'de Washington Post köşe yazarı Cemal Kaşıkçı'yı Türkiye'de öldürmesinin, son zamanların bilinen en kötü uluslararası baskı vakası olduğuna dikkat çekildi ancak basının gözünden kaçan birçok olayın yaşandığı da vurgulandı.

Raporun temel bulguları arasında şunlar sıralandı:

  • 2014 yılından bu yana suikastlar, adam kaçırmalar, saldırılar, tutuklamalar ve yasadışı sınırdışı etme dahil en az 608 doğrudan, fiziksel sınırötesi baskı vakası yaşandı.
  • En az 31 devlet, hedef aldığı kişilere evsahipliği yapan 79 ülkede eylemlere girişti.
  • Yaklaşık 3,5 milyon kişi, dünyanın dört bir yanındaki topluluklar arasında dalga dalga yayılan doğrudan saldırılar ya da ikincil sindirme ve zorlama taktiklerinden etkilendi.
  • Freedom House'un derlediği fiziksel vakaların yüzde 58'i terörizm suçlamalarını içeriyordu.

Freedom House raporunda ayrıca ulusötesi baskının diğer biçimlerinin arkasındaki dinamikler de açıklandı. Baskı uygulayan ülkede aile üyelerinin yurtdışında yaşayan akrabalarını susturmak için hedef alındığı “vekaleten zorlama’’, pasaportların iptali gibi “hareket kabiliyetinin sınırlandırılması, casus yazılım ve çevrimiçi karalama kampanyaları gibi “dijital tehditler’’, baskı yolları arasında yer aldı.

Freedom House, bu taktiklerin son derece yaygın olduğuna ve doğrudan saldırılara göre daha az fiziksel tehlike arz etse de sürgünde olanları hak eylemlerinden vazgeçmeye zorlamada çok etkili olabildiğine dikkat çekti.

Rapor, uluslararası baskının çoğunun, baskıcı ülke ile hedef alınan ülke arasında bir dereceye kadar işbirliğini içerdiğini de ortaya koydu. Freedom House’a göre bu işbirliği, yetkililerin resmi talepler üzerinden hareket ettiği gözaltı ve sınır dışı işlemlerinde açıkça görülse de, mağdurun yasal olmayan bir şekilde, herhangi bir yargı süreci olmadan baskıcı ülkeye gönderilmesinde de ortaya çıkıyor.

Freedom House'un raporundaki küresel analiz, ulusötesi baskı uygulayan önde gelen altı devletle ilgili ayrıntılı vaka çalışmalarıyla desteklendi. Baskı politikalarının kapsamı ve şiddeti ile öne çıkan bu devletler Çin, Ruanda, Suudi Arabistan, İran, Rusya ve Türkiye olarak sıralandı. Raporda, bu ülkelerin uluslararası baskı çabalarının arkasındaki mantık, kullandığı taktikleri ve hedef alınan muhaliflerin deneyimleri açıklandı.

Freedom House raporunda Türkiye’de 2016'daki darbe girişiminden bu yana, hükümetin, 17 ülkeden en az 58 insan kaçırma ile sonuçlanan küresel bir “yasadışı iade’’ harekatı başlattığı öne sürüldü. Bu çalışmaların, Afrika, Avrupa ve Asya'daki yerel güvenlik birimlerine rüşvet vererek kişilerin Türkiye’ye yasadışı bir şekilde naklini kolaylaştırmaya ikna etmeyi içerdiğini yazan Freedom House, harekatın bugüne kadar sürdüğünü bildirdi. Rapor tamamlandıktan sonra 2020'nin Ocak ayında da Ukrayna'dan yeni yasadışı iadelerin olduğu öne sürüldü.

Raporun Türkiye bölümünde şu ifadeler yer aldı:

  • Türk devletinin mevcut sınır ötesi baskı harekatı, yoğunluğu, coğrafi erişimi ve ani tırmanışıyla dikkat çekiyor. 2016 yılının Temmuz ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik darbe girişiminden bu yana rejim, düşman kabul ettiği kişileri Amerika, Avrupa, Orta Doğu, Afrika ve Asya'ya yayılmış en az 31 farklı ülkede takip etti.
  • Türk hükümetinin ve istihbarat teşkilatının hedeflenen devletleri, yargılama olmadan veya yasallığını kılıfına uydurarak bireyleri teslim etmeye ikna ettiği “yasadışı iadelere’’ olan yoğun güveni dikkat çekici. Freedom House, 2014 yılından bu yana bu iadelerden 58’ni kayıtlara geçirdi. Raporun kapsadığı süresi boyunca başka hiçbir fail devletin bu kadar çok sayıda hedef ülkeden bu kadar çok iade gerçekleştirdiği tespit edilmedi ve belgelenen iadelerin toplamının aslında eksik olduğu neredeyse kesin.
  • Ankara'nın harekatı, öncelikle hükümetin darbe girişiminden sorumlu tuttuğu dini lider Fethullah Gülen hareketine bağlı kişileri hedef aldı. Ancak son zamanlarda, aynı taktikler Kürt ve solcu bireylere de uygulanarak, bu çaba genişletildi. Türkiye, Erdoğan yönetiminde, baskın erkin cumhurbaşkanlığında toplandığı daha sağlam bir otoriterliğe doğru kayarken, uluslararası baskı faaliyetleri daha da aşırı bir hal aldı.
  • Darbe girişiminden önce, Türkiye hükümeti diasporasını siyasi amaçlar için kullanma arayışında oldu, ancak kapsamlı uluslararası baskı faaliyetlerinde bulunmadı. 2000'li yılların başından itibaren iktidarı elinde tutan Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) döneminde hükümet, yurtdışında yaşayan Türkler’i hem potansiyel bir iç siyasi destek hem de dış politika önceliklerini ilerletmek için bir kaynak olarak gördü.
  • Ancak diasporadaki, Türkiye içinde Türk milliyetçileri ile Kürt milliyetçileri ve diğerlerinin yanı sıra solcular ve İslamcılar arasındaki ayrışmayı yansıtan keskin bölünmeler, devletin bu tür toplulukları daha açık bir şekilde siyasallaştırmasıyla daha da kötüleşti. Bu ayrılıklar bazen sokak çatışmalarına dönüştü ve özellikle Kürt ve sol aktivistler devlet tarafından tehdit edildiğini hissettiklerini söylediler.
  • 2013 yılının Ocak ayında, aralarında yasadışı militan grup Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) kurucularından biri de dahil olmak üzere sürgündeki üç Kürt, Fransa'nın başkenti Paris’te bir Kürt kültür merkezinde öldürüldü. Cinayetin ardından tutuklanan bir Türk, yargılanamadan gözaltında öldü ve Türkiye'nin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ajanı olduğu iddialarını çözümsüz bıraktı.
  • Cumhurbaşkanı Erdoğan eski ılımlı imajından uzaklaşarak, katı Türk milliyetçiliğine dönerken, Türk hükümeti denizaşırı milliyetçi gruplarla bağlarını güçlendirdi. Bu gruplardan biri Almanya’daki Türk sürgünleri gözetlemek ve tehdit etmekle suçlanan, Alman makamlarının 2018'de yasakladığı Osmanen Germania motorcu çetesiydi. Türk diasporası için imam ve camileri denetleyen Diyanet İşleri Başkanlığı da sürgündekilerin gözetlenmesi için bir araç haline geldi.

  • 15 Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişimi, Türkiye'nin sınırötesi baskı operasyonlarında bir dönüşümü tetikledi. Türk ordusundaki darbecilerin 250'den fazla kişiyi öldürdüğü ancak iktidarı ele geçiremediği şiddet gecesinin hemen ardından, Ankara, ülke içindeki baskıyı da yansıtan bir "küresel tasfiye" başlattı.
  • Yardım ve yataklık suçu temelinde düzenlenen operasyonlarda, Gülen hareketiyle gerçek veya şüpheli bağlantıları nedeniyle, doğrudan darbe girişimiyle ilişkilendirmek için çok az çaba göstererek, insanları mahkum ettiler. Sonuç olarak, yasadışı iadelerin hedefinde çoğunlukla Gülen hareketinin dünyanın dört bir yanındaki okullarında çalışan öğretmenler veya yöneticiler yer aldı.
  • Küresel operasyonun ana taktikleri hareket kabiliyetinin sınırlandırılması, tutuklamalar ve yasadışı iadeler oldu. Türkiye hükümeti, darbe girişimiyle bağlantılı olarak 27 ülkeden 116 kişinin iade edildiğini açıkladı.
  • Türk devleti açısından bakıldığında, bu insanların tümü terörle mücadelede meşru hedefler. Darbe girişiminden çok önce, hükümet, Gülen hareketini, çeşitli komplolar atfederek, "Fethullahçı Terör Örgütü" ya da "FETÖ" olarak adlandırmıştı. Terör örgütü ilanı, Türk hukukuna ve uygulamasına dahil edilmiş durumda ve ülkede terör etiketinin kötüye kullanımı sürüyor. Uluslararası düzeyde, Interpol'ün renk kodlu bildirim sistemini taklit ederek Ankara, yaklaşık bin şüpheliyi içeren "Terör Arananlar" yani en çok aranan teröristler listesini yayınladı. Çoğunun PKK ile bağlantılı olduğu iddia ediliyor, ancak diğerleri Gülen hareketi üyeleri, küçük sol grupların üyeleri ve bazı vakalarda IŞİD gibi İslamcı militan grupların üyeleri.
  • Freedom House'un Türk devleti tarafından işlendiğine dair kayda geçirdiği 110 fiziksel uluslararası baskı davasının tümü terör suçlamalarını içeriyordu. Üst düzey Türk yetkililer, Gülen hareketine yönelik adam kaçırma operasyonlarını açıkça üstleniyor ve MİT'in rolünü övüyor.
  • MİT'in 2017'de Sudan'da olduğu gibi birçok adam kaçırma olayına doğrudan karıştığı devlet medyasında yer aldı. Avrupalı gazetecilerin yaptığı soruşturma, operasyonlarda kullanılan uçakların MİT'e bağlı paravan şirketlerle bağlantısını ortaya çıkardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2018'in Mart ayında Kosova'dan altı öğretmenin kaçırılmasının ardından yaptığı konuşmada, "Nereye giderse gitsinler, onları paketleyip buraya getireceğiz" dedi.
  • Azerbaycan'dan bir grubun da dahil olduğu yasadışı iadelerden birkaçı, klasik adam kaçırma operasyonlarıydı. İnsanlar sokakta zorla araçlara bindirildi ve ardından herhangi bir prosedür olmaksızın kendilerini Türkiye'de buldular. Ancak bu operasyonların çoğu, hedef ülkenin kurumlarının yolsuzluğunu ve işbirliğini gerektirdi. Yerel polis veya güvenlik birimleri, kısa bir süre gözaltında tutulan Türk vatandaşlarını tutukladı, ardından gizlice Türk yetkililere teslim etti ve bu kişiler hemen Türk uçaklarıyla Türkiye'ye götürüldü.
  • Kosova makamlarının oturma izinlerini iptal ettiği altı Türk öğretmeni ulusal güvenlik tehdidi ilan edip hızla Türk yetkililerine teslim etmesinde yaşandığı gibi en iyi belgelenmiş vakalarda bile yasal süreçler kılıfına uyduruldu. Ancak operasyonlar genellikle beceriksizdi. Kosova'da tutuklanıp aynı gün Türkiye'ye teslim edilen altı kişiden biri orijinal listede yoktu; hedef alınan kişi ile aynı isme sahip farklı bir Türkçe öğretmeniydi.
  • Moğolistan'da, bir okul müdürünün iadesi girişimi ülke çapında protestoları tetikledi. Okul yöneticisi serbest bırakıldı ve girişime yardım ettiği öne sürülen Moğol hükümetinde krize yol açtı. 2018’deki iadelerin ardından Kosova istihbarat dairesinin başkanı istifa etmek zorunda kaldı. Moldova'da da benzer bir dizi yasadışı iadenin ardından, ülkenin istihbarat örgütünün başkanı suçlu bulundu ve operasyona karıştığı için ertelenmiş hapis cezasına çarptırıldı. Son iki vakada, Türk hükümetinin operasyonlar için üst düzey siyasi destek aldığı suçlamaları vardı; ancak bunun yerine istihbarat şefleri suçlandı.
  • Yasadışı iadelerin yanı sıra, Türkiye'nin uluslarası baskı araçlarının en önemlisi hareket kabiliyetinin sınırlandırılması oldu. Yetkililer, şüpheli muhalifleri Türkiye içinde hapsetmek ve halihazırda ülke dışındakilerin seyahatlerini sınırlamak amacıyla darbe girişiminin ardından 230 binden fazla pasaportu iptal etti.
  • Hükümet ayrıca bilinmeyen sayıda pasaportun kaybolduğunu veya çalındığını bildirdi. Yurtdışındaki Gülen hareketi üyelerinin, pasaportlarını yenileyemedikleri veya Türk konsolosluklarında çocuklara pasaport çıkartamadıkları, bunun da Türkiye'ye dönme zorunda kalacakları ve tutuklanma risklerinin bulunduğu anlamına anlamına geldiği bildirildi. On binlerce pasaport iptali daha sonra resmen feshedilse de süreç hatalarla gölgelendi ve etkilenen kişilerin bir kısmı seyahat için pasaport kullanırken sorunlarla karşılaşmaya devam etti. İptal edilen pasaportlar, seyahat sırasında gözaltına alınmalara yol açtı; böylelikle tutuklular daha sonra Türkiye’ye yasal ya da yasadışı yollardan iade edilebildi.
  • Türk hükümeti sürgündeki kişileri hedef almak için uluslararası polis teşkilatı Interpol'ü kullanmaya çalıştı. Darbe girişiminin ardından Türk yetkililerin, 60.000 kadar ismi teşkilatın ihbar sistemine toplu olarak yüklemeye çalıştığı iddia edildi. Almanya Başbakanı Angela Merkel, 2017'nin Ağustos ayında bu taktikleri kınadı ve Türkiye'nin Interpol sistemini "kötüye kullanmasının" kabul edilemez olduğunu savundu.
  • Interpol konuyla ilgili resmi olarak yorum yapmadı. Ancak 2019'un Temmuz ayında Türkiye'ye bir iade talebini reddeden Romanya mahkemesinin belgeleri, Interpol'ün Türkiye’nin darbe teşebbüsüne dayalı talepleri, siyasi saikli taleplere karşı kurallarının ihlali olarak gördüğünü ve bu talepleri geri çevirmek için bir politika oluşturduğunu gösteriyor.
  • Interpol ihbarları yine de yararlı bir araç olarak kaldı ve 2017’nin Ağustos ayında Türk asıllı Alman yazar Doğan Akhanlı ve Türk asıllı İsveç vatandaşı gazeteci Hamza Yalçın'ın tutuklanmasına yol açtı. PKK üyesi olmakla suçlanan bu iki kişi, Sırbistan ve Bulgaristan'dan hukuka aykırı olarak sınır dışı edildi. Interpol'ün şeffaf olmaması ve ayrıca küresel sisteme girilen ihbarların, iptal edildikten sonra bile ulusal sistemlerde kalabilmesi nedeniyle, kuruluşun Türkiye’den gelen siyasi güdümlü talep sorunuyla gerçekten ilgilenip ilgilenmediğini belirlemek zor.
  • Yine de Interpol ihbarlarının, talebin büyük olasılıkla darbe girişimiyle ilgili olduğu durumlar da dahil olmak üzere, tüm dünyada Türk vatandaşlarının gözaltına alınmasıyla sonuçlanmayı sürdürdüğü açıktır. Gülen hareketiyle bağlantılı Türk vatandaşları 2020 sonbaharından itibaren Panama, Sahra altı Afrika ve Güney Asya gibi uzak yerlerde tutuklanmaya devam etti.
  • Ceremesini Gülen hareketi çekse de Ankara'nın uluslararası baskı kampanyası bunun ötesine geçti. Dönemin önde gelen laik gazetesi Cumhuriyet’in Yazı İşleri Müdürü Can Dündar, Türkiye'nin Suriye'ye silah sevkiyatıyla ilgili bir makalesinde ulusal güvenlik bilgilerini sızdırmaktan hapis cezasına çarptırıldıktan sonra 2016'nın Haziran ayında ülkeyi terk ederek Almanya'ya gitti. Ceza aldığı gün bir saldırgan, mahkeme binasının dışında Can Dündar’ı silahla vurmaya kalkıştı.
  • Sürgüne gittiğinden beri Dündar çok sayıda tehditle karşılaştı. Kendisi ve diğer birkaç Türk gazeteci Alman makamlarından koruma aldı. 2020'nin Eylül ayında Türk devleti, Dündar'ın mahkumiyetiyle bağlantılı olarak Türkiye'deki mal varlığına el koymak için harekete geçti.
  • Son yıllarda yaşanan diğer olaylar, yasadışı iade taktiğinin Gülenci olmayan hedeflere genişletildiğini gösteriyor. 2018'in Mart ayında Ayten Öztürk, Lübnan'ın Beyrut kentinde bir havaalanında gözaltına alındı ve Türk yetkililere teslim edilmeden önce beş gün tutuldu. Türkiye'de avukata erişimi olmadan beş ay hapis yatan Öztürk bu süre zarfında işkence gördüğünü iddia ediyor. Öztürk, sol görüşlü Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) ile bağlantılı olmakla suçlanıyor.
  • 2020'nin Eylül ayında Kürt ve sol görüşlü Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) eski yerel adayı İsa Özer, Ukrayna'nın Odesa kentinden Türkiye'ye yasal işlem yapılmadan teslim edildi. Operasyon, 2018'de Ukrayna'dan gelen iki Gülen hareketi üyesinin iadesine çok benziyordu; gözaltı ile teslim arasında neredeyse hiç zaman ve açık hiçbir yasal süreç yoktu. BDP'nin ve kardeş partisi HDP’nin diğer binlerce üyesi gibi Özer de PKK üyeliğiyle suçlanıyor."

​Freedom House raporunun Çin, Rusya ve İran bölümlerinde de Türkiye, hedef ülke olarak yer aldı.

Raporun İran bölümünde Tahran’ın, son yıllarda Avrupa'da ve Türkiye'de sürgünde suikast taktiğini uygulamaya yeniden başladığına yer verildi. 2019'un Kasım ayında sürgüne giden ve rejimle ilgili bilgileri yurtdışından dağıtmaya başlayan eski bir İran istihbarat subayı olan Mesud Molavi’nin İstanbul sokaklarında vurularak öldürülmesi raporda yer aldı. Türk yetkililer cinayetten İran makamlarını sorumlu tuttu.

İranlı medya patronu Said Kerimiyen’ın 2017 yılının Mayıs ayında İstanbul'da öldürülmesi de rapora girdi; ancak bu durumda İran devletinin müdahalesinin net olmadığı belirtildi.

Rapora göre 2020’nin Ekim ayında da İran Devrim Muhafızları, İran kökenli bir İsveç vatandaşı, Ahvaz’ın Kurtuluşu için Arap Mücadelesi Hareketi liderlerinden (ASMLA) Habib Asyud’un Türkiye'den kaçırılmasını üstlendi. Habib Asyud'un İran’a teslim edilmesi ise Türk makamlarının işbirliğini gerektirecekti.

2019’da İran çapındaki protestolara katılan Mohammad Rajabi ve Saeed Tamjidi, aynı yılın Aralık ayında Türkiye'ye kaçtılar ve sığınma başvurusunda bulundular; ancak kısa bir süre sonra Türk makamları tarafından İran'a geri gönderildiler. İki protestocu, idam cezasıyla karşı karşıya.

Raporda Çin'in siyasi baskısının, Türkiye’deki büyük Uygur diasporasına yönelik Türk kurumlarının korumasını zayıflattığı belirtildi.

Türkiye'de Uygurlar’ın ikamet izni almasının veya izinlerini sürdürmesinin zor olduğunun belirtildiği raporda. ABD radyo kuruluşu NPR’ın sadece 2019'da Türkiye'de 200 ila 400 Uygur’un gözaltına alındığını bildirdiğine yer verildi. Raporda, ‘’Uygur toplumunun çabalarına rağmen Türkiye'den Çin'e sınırdışı edilenler oluyor. Ağustos 2019'da bir Uygur kadın ve iki çocuğu Türkiye'den Tacikistan'a sınırdışı edildi ve ardından derhal Çinli yetkililere teslim edildi. Kasım 2020'de, daha önce kendi toplumu hakkında casusluk yapması için baskı gördüğünü söyleyen bir Uygur, İstanbul'da vuruldu. Saldırıdan sağ çıkan mağdur, Çin devletini kendisini hedef almakla suçladı’’ denildi.

Raporun Rusya bölümünde de yurtdışındaki Çeçen muhaliflere yönelik sınırötesi saldırılar arasında 2016 yılında Türkiye'de yaşayan iki Çeçen, Ruslan Israpilov ve Abdulwahid Edelgiriev’in, uluslararası medya kuruluşları tarafından Rus ajanı olarak tanımlanan kişiler tarafından öldürülmesi yer aldı

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Dünya Haberleri