Siyaset ülkeyi yönetme ve çıkmazlara girildiğinde çıkış bulma sanatıdır.
Partiler daha iyi yönetmenin yarışı içinde olan rakiplerdir.
Rakipler arasında rekabet olur.
Siyasette husumet ise çok tehlikeli ve zararlıdır.
Husumet hasım yaratır.
Hasım kelimesinin en bilinen anlamı ise “ düşman” dır.
Bir ülkeyi yönetme iddiası ile ortaya çıkan partilerin arasında düşmanlık olması insan aklının sınırlarını zorlar.
AKP bu olmazı oldurdu.
Partileri birbirine düşman etmekle yetinmedi, halkı da birbirine düşman etti.
Osmanlı’nın son döneminde İttihat terakki ve Hürriyet İtilaf partileri de düşmanlık yolunu seçmişlerdi.
O zamanla asker de siyasetin içinde olduğundan rezalet ve ihanet en yüksek noktaya erişmişti.
Cephede savaşan ve cephane isteyen komutan Hürriyet ve İtilaf patisinden olduğu için İttihatçılar tarafından lojistik destek yapılmayarak savaşı kaybetmesi sağlanmıştı.
Bundan ders alınmamış olacak ki, Demokrat Parti ile CHP arasında çok çirkin bir düşmanlık oluşturuldu.
Kahveler ve hatta camiler ayrıldı.
Kurtuluş Savaşı’nın iki önemli kişisi İsmet İnönü ve Celal Bayar husumeti körükleyerek darbecilere çanak tuttular.
Buradan darbe haklı anlamı çıkarılmasın..
Darbenin alt yapısı hazırlanırsa biriler bu fırsatı kaçırmaz.
Dün böyleydi bugün de böyle.
“Darbe dönemi sona ermiştir” söylemi pek sağlıklı değildir.
Dönelim gerilere:
Demokrat Partililerdeki İnönü düşmanlığını, CHP’lilerdeki seçim kaybetme hazımsızlığını bu gün bile anlamış değilim.
Her iki partinin üst düzey yöneticileri de aklın kabul edebileceği mantıklı bir yanıt veremediler.
1950’li yıllarda başlayan partilerin birbirlerini hasım görme ve düşman etme geleneği tüm hızıyla sürmektedir.
Bu çirkin gidişin geldiği son nokta ise insanın tüylerini ürpertecek kadar korkunç ve midesini bulandıracak kadar tiksindiricidir.
MHP Genel Başkanı, viski içip HDP’ye oy verenleri şerefsiz ilan etmişti.
Su veya limonata içip de HDP’ye oy verenler ne olacak?
Şalgam suyu veya gazoz içenler ne yapacaklarını şaşırdılar.
Duruma bakılırsa onların da sırası gelmek üzeredir?
Türkiye’nin son yıllardaki en büyük sıkıntısı siyasetçilerin öncelikleridir.
Vatan, millet, bayrak öncelik olmaktan çıkmıştır.
Kişisel çıkarlar, parti çıkarları, partili çıkarları, yandaş çıkarları öylesine yoğunlaştı ki tüm insani değerler yok sayıldı.
İnsan bir gün öleceğini bilerek yaşayan tek canlıdır.
Son seçimde baktık ki parti başkanları öleceklerini hiç düşünmüyorlar.
Demirel ölerek son mesajını verdi ama alan olmamış.
Yarın sabah en iddialı olan kişi güneşin doğuşunu göremeyebilir.
İnsanların arkasından ne söyleyeceği hiç mi önemli sayılmıyor.
77 yıllık deneyimim sonunda ölenin ardından iki çeşit konuşma olduğunu gördüm.
1-Allah rahmet eylesin. Çok iyi bir adamdı.
Güzel işler yaptı çevresi de dahil olmak üzere kimseyi kırmadı. Nur içinde yatsın.
2-Ölünün arkasından konuşulmaz ama ciğeri beş para etmez şerefsizin birisiydi.
Geberip gitti de bir mikrop eksildi dünyadan.
Bunlar işin insani yönü.
Bir de sosyal ve siyasi yönü var.
Türkiye yok olma çizgisine doğru hızla ilerliyor.
Ülkeler kendi kendilerinde yürümediklerinden ve uyur gezer olmadıklarından onları birileri sürükler.
Bilerek sürükleyenlere hain, bu işi bilmeden yapanlara salak denir ama salaklık ve hainlik bazen el ele giderler.
Türkiye’yi yok edenlerin ardından insanlar neler der, düşünmek bile istemiyorum.