Türkiye'de Ana Mesele

Prof. Dr. Anıl Çeçen

Türkiye Cumhuriyeti bir Türk devletidir ve Türklüğün ana vatanı olarak kabül edilmiştir . Osmanlı sonrası dönemde  bir ulus devlet kurulması için karar alındığında ,ortada çok gelişmiş bir ulusal yapı bulunmuyordu . Üç kıta arasında yer alan merkezi bir konumda bulunan Anadolu yarımadası ,yedi yüz yıl Osmanlı imparatorluğunun merkezi  toprakları olarak  hizmet vermiş olan Anadolu toprakları ,daha sonraki aşamada bir ulus devletin merkezi alanı olarak önemli bir misyonu  yerine getiriyordu .Daha önceki dönemlerde Roma, Bizans ve Selçuklu İmparatorlukları zamanında da benzeri bir misyonu yerine getiren  Anadolu  yarımadası ,bugünün koşullarında eski imparatorluk mirası bir yükü üstlenirken, gene benzeri bir işlevi yerine getiriyordu .Dünyanın ortasında yer alan  merkezi coğrafya ,sürekli olarak imparatorlukların yayıldığı bir alan olmasına rağmen ,çevresinde yer alan bölgelerin öne çıkardığı bir nüfus sorunu ile  karşı karşıya kalmıştır .Eskiden büyük  devletler ve imparatorluklar merkezi alanda yayılırken ,daha sonraki dönemde ulusların tarih sahnesine çıkması ile birlikte  içine  girilen ulus devletler çağında da ,Anadolu yarımadasının sahip olduğu milli sınırlar içerisinde bir ulus devlet olarak  Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesine çıkıyordu .

                Müslüman ümmetinden ve Osmanlı devletinden uzaklaşmanın başlaması ile  birlikte  Anadolu halkı yeni bir ulusal gelecek ararken , Müslümanlıkla birlikte bir de  Türkleşme dönemi başlamış ve bu doğrultuda  Anadolu yarımadasındaki  yeni ulus devletleşme ortaya çağdaş bir ulusal cumhuriyetin çıkışını sağlamıştır . Avrupa kıtasında yaşanan Rönesans ve reformların getirdiği yenilikler ,bir  yeni oluşum olarak aydınlatma devrimini yaratınca ortaçağ dönemi geride kalmış ve yeni dönemde  bilim ve kültüre dayanan bir yeni yapılanma sayesinde, o dönemde dünyayı yöneten Avrupa devletleri  zaman içerisinde  uluslaşmanın öncülüğünü yapmışlardır .Orta çağ boyunca küçük küçük şehir devletlerinde yaşamaya çalışan insanlık ,aydınlanma devrimi sonrasında bilimin ve kültürün temellendirdiği  yeni ve yakın çağlara uzanarak  modern çağların ulus devlet yapılanmasına doğru bir gidişi gündeme getiriyordu. Etnik ve dini cemaatların siyasal aktivizasyonu ile birlikte önce bir kültürel canlanma ve toplumsal yaşama geçiş ve daha sonraki aşamada ise, vatan ve soy konularında ortaya çıkan bilinçlenme  ile birlikte uluslaşmanın ilk adımları atılıyordu .Osmanlı devletinin sürekli savaşlara girmesi  nedeniyle zayıf düşmesi yüzünden kamu düzeni çöküşü ile karşı karşıya kalınmıştır . Avrupa kıtasının büyük devletleri merkezi alanda güçlü bir devlet görmek istemedikleri için ,yok etme politikalarını  düzenli olarak kullanmışlardır .Özellikle Almanya ve Rusya arasında merkezi alana sahip çıkma hedefi doğrultusunda çekişmeler yaşanırken , Osmanlı devleti sürekli savaşmak zorunda kalıyor ve bu süreçte  de bir çok ülke ve bölge imparatorluğun elinden çıkarken , bu topraklar üzerinde yaşayan bölge halklarının bir kısmı da kopup giden topraklar ile birlikte, Osmanlı hegemonya alanından çıkarak ,yeni ulus devletlerin  oluşumu için elverişli ortam yaratıyorlardı .Osmanlı’nın toprak kaybı özellikle Balkanlar bölgesinde yeni ve küçük ulus devletçiklerin kurulmasına giden yeni bir süreci olayların önüne getiriyordu . Balkanlar’daki milliyetçilik rüzgarları  Müslümanları ve Yahudileri bu bölgedeki yerleşik düzenlerinden uzaklaştırırken ,mikro milliyetçilik akımları üzerinden yeni ulus devletler birbiri ardı sıra dünya sahnesine çıkıyorlardı .

                Hrıstıyanlar ve Müslümanlar arasında giderek artan gerilimler  ve siyasal çekişmeler  ortalığı karıştırınca Osmanlı millet sisteminden gelen toplum yapısı dağılma noktasına geldi ve Balkanlar’daki etnik azınlıklar Osmanlı hegemonyasına karşı çıkarak , küçük küçük ulus devletlerini kurarak  modern çağlarda diğer ulus devletler ile rekabet ve çekişme içinde siyasal yapılanmalarını tamamlamaya çalıştılar .Balkanlardaki Hrıstıyan uluslar  sahip oldukları dinsel birliktelikten giderek ,homojen bir ulus devlet oluşturma yolunda emin adımlarla ilerliyorlardı .Önce küçük devletlerini kuranlar daha sonraki aşamada rakip komşu devletlere karşı güçlenmek doğrultusunda ,devletlerini büyütmek amacıyla komşu devletlere saldırıya geçerek hegemonya kavgasına girişiyorlardı . Din üzerinden uluslaşmaya yönelmek ve kendi dini  üzerinden yeni bir ulus yaratma girişimlerinde ,bu kez Osmanlı sonrasında kurulan Hrıstıyan küçük devletler  tarih sahnesine çıkarak dünyanın jeopolitik merkez bölgesinde  Müslümanlığa karşı Hrıstıyanlığın  Avrupa ve Vatikan destekli uzantılarını oluşturarak ,yeni kurulan Türk devleti için Hrıstıyanlık dininin geçmişten gelen bir batı baskısı siyasal kutuplaşma  yoluyla  kurulmakta olan yeni cumhuriyetin ,Musevilerin kontrolü altında bir Türk devleti olmasına giden yolun önü kesilmek isteniyordu .İmparatorluğun çöküşü ve  dağılması üzerine Vatikan komutasındaki Hrıstıyan dünya, Balkanları bir geçiş köprüsü konumunda kullanarak Anadolu yarımadası ile bağlantısını geleceğe dönük bir biçimde korumak istiyordu .Vatikan merkezli Hrıstıyan  Avrupa gelecekte komşu olacağı ya da daha yakın ilişkiler içinde olacağı ,Asya kıtasına yönelik olarak genişlemek ve orta dünya bölgelerinde  yeni Hrıstıyan küçük devletler  kurarak ,bunlar ile bir merkezi bir ittifak çatısı altında bir arada olmayı hesaplıyorlardı . Ne var ki ,Balkan savaşları ile başlayan Hrıstıyan -Musevi çekişmesi daha sonraki aşamada Hrıstıyan- Müslüman çekişmesine dönüşerek  Hrıstıyanlık dünyasının Yunanistan üzerinden önce merkezi alana daha sonraları da Asya kıtasına  yayılma planlarını ortadan kaldırıyordu .

                Balkanlar da ortaya çıkan bu dinler arası çatışma , Balkan savaşları ve daha sonraki aşamada da  Çanakkale savaşları ile devam ediyor ve Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu  eski Osmanlı bölgelerinde Müslüman halk ile Hrıstıyan topluluklar arasında bir iç savaş süreci gündeme geliyordu . Osmanlı ahalisi içinde  nüfusun dörtte üçe yakın büyük çoğunluğunun Müslüman olması nedeniyle Ermeni ,Rum ,Bulgar ve Süryaniler gibi Hrıstıyan dinine sahip bulunan topluluklar , Birinci  Cihan savaşına doğru yavaş yavaş imparatorluk arazisi  sürüklenirken  , Osmanlı devletinin gayrimüslüm kalıntıları olan Hrıstıyan  nüfusun önemli bir kısmı  Akdeniz limanlarından  gemi ve vapurlara binerek  imparatorluk sahasının dışına çıkarak  ,Avrupa ve Amerika kıtalarındaki boş olan sömürge devletlerinin topraklarına giderek yerleşiyorlardı . Böylece Birinci Dünya savaşının başlaması üzerine merkezi coğrafyadan batı ülkelerine doğru göç hareketleri artıyordu . Hrıstıyanlık dininin bütün dünyaya yayılması hakkındaki Vatikan projesi böylece uygulama alanına sokulurken, Osmanlı Hrıstıyanları daha çok Güney Amerika  ülkelerini yeni yurtları görerek buralara yerleşiyorlardı .  Amerikan kıtasının da Avrupa kıtasında olduğu gibi Hrıstıyanlığın birleştirici çatısı altında Vatikan’ın hegemonya alanının genişlemesi ,Osmanlı Hrıstıyanlarının kıta değiştirerek  Güney Amerika ülkelerine gitmeleri sayesinde gerçeklik kazanıyordu .İlk  bin yılda Avrupa Hrıstıyanlaşırken , ikinci bin yılda Amerika kıtasının Hrıstıyanlaşmasına Osmanlı göçmenleri Kuzey ve Güney Amerika kıtalarına  yerleşerek yardımcı oluyorlardı . Milat döneminden sonra iki bin yıl devam eden bu kavganın bugünkü uzantısında  Vatikan’ın Asya kıtasını da  Avrupa gibi bir Hrıstıyan kıtasına dönüştürme projesinin ilk adımları o dönemde atılmak istendiği için ,Türkiye’nin  Trakya ve Ege bölgelerinde yeni Hrıstıyan devletler kurarak buralardan Asya kıtasının içlerine doğru bir yayılma hazırlığı göstermişlerdir . Dinler arasındaki bu kavga bölge ülkelerini derinden etkilerken , Birinci Dünya savaşı sonrasında Osmanlı imparatorluğu dağılırken ,Avrupa Musevileri göç ve mübadele yolu ile eski  imparatorluk topraklarına yerleşerek ,Avrupa kıtasında  iki bin yıl süren din kavgasını Orta Doğu bölgesine  taşımışlardır .

                Din kavgası yüzünden Avrupa da kurdurulmayan Yahudi devletinin önce Balkanlar’da  sonra Ege bölgesinde kurulması için Musevi lobileri çok baskılar uygulamışlar ve en sonunda  Yahudi devleti olarak İsrail yirminci yüzyılın ortalarında kurulmuştur .Türkiye cumhuriyeti tam bu arada bir devlet olarak kurulma şansını elde etmiştir . Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Rusya’da bir Sovyet devrimi gerçekleştirilerek ,Rusya’nın kontrolü altında kalan dünyanın beşte bir toprak parçaları üzerinde dinsizlik düzeni kabül edilmiş ve bu doğrultuda  bütün camiler ile kliseler kapatılmıştır.Dünyanın kuzey bölgesinde bir dinsizlik düzeni kurulurken  ve bu durumun ortaya çıkardığı dinsizlik uygulaması  tüm Asya kıtası üzerinde uygulamaya geçirilirken , Sovyetler Birliği ile müstakbel İsrail arasında kalan orta bölgede eski Osmanlı toprakları merkeze alınarak bir Türk devleti kurulmuştur . Ne var ki , SSCB gibi bir  kocaman imparatorluk Rusya merkezli olarak örgütlenirken ,İslam dünyasının tam ortasına Avrupa’da kurulamayan İsrail devletinin kurulması , Rusya merkezli dinsizlik düzeninin geçerli olduğu Sovyetler Birliğinin ,İslam dünyasına karşı oluşturduğu dinsizlik düzeni dengesi arasında mümkün olabilmiştir .Hrıstıyan Avrupa ülkeleri kendi ülkelerinde Yahudi devleti kurulmasına izin vermezlerken Amerikan Yahudi lobilerinin özellikle Hazar lobisinin destekleyerek örgütlediği  Sovyetler Birliği gibi bir dev ülke ,dinsizlik düzeninin temsilcisi olarak büyük İslam coğrafyasını dengeleyerek ,ikinci dünya savaşı sonrasında İsrail devletinin Orta Doğu bölgesinde kurulmasının önünü açmıştır . Merkezi alanda İsrail kurulmadan önce bir sosyalist imparatorluğun oluşturularak büyük İslam potansiyelinin tam ortasında Yahudi devletinin kurulması çok zor olmuş ve bu devletin kurulmasından sonra geçen yarım yüzyılı aşkın süre merkezi alanı sürekli savaş bölgesine dönüştürmüştür . Dinsizlik imparatorluğu İslamın gücünü dengelerken , dünyayı Amerika’dan yöneten Musevi lobilerinin destekleri ile ikinci dünya savaşı sonrasında İsrail ,Orta Doğu’da bağımsız bir devlet olarak kuruluyordu . Birinci Dünya savaşı sonrasında kurulması planlanan İsrail devleti ,Edirne’den göç eden Türk asıllı bir Yahudi  asıllı olan İngiliz başbakanı Churchil’in karşı çıkması yüzünden , İsrail kurulamamış ve  savaşı kazanan İngiliz başbakanı Siyonistlerin yoğun çalışmaları sonucunda ,genel seçimleri kaybederek muhalefete düşmesi yüzünden ,İsrail’in kurulabilmesi için yeni bir yol açılmış ve bu yol insanlığı İkinci Dünya savaşı felaketine sürüklemiştir . Siyonistler Hitler gibi  anormal birisini bularak  ve onun üzerinden  Nazizm’i örgütleyerek  ve  sonunda Almanya ile Sovyetler Birliğini savaştırarak kutsal topraklar ilan edilen Filistin bölgesinde Yahudi devletini kurmuşlardır .

                Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Sovyetler Birliği dünyanın ikinci büyük gücü olarak Asya’nın kuzey bölgesinde egemenliğini sürdürüyor ve bu doğrultuda da bölgedeki bütün İslam devletlerini dengeleyerek İsrail devletine karşı bir büyük İslam savaşının gündeme gelmesini önlüyordu . Bu çerçevede İsrail devletini ilk tanıyan devlet Sovyetler Birliği oluyor ve ABD’nin de hemen tanıdığı İsrail oluşumunu tanımak Türkiye’nin önüne  yeni bir görev gibi getiriliyordu . Amerika ve Rusya’nın tanıdığı İsrail devletini  Musevi lobilerinin yoğun desteği ve baskıları ile Türkiye Cumhuriyeti de tanımak zorunda kalıyordu . İkinci dünya savaşına kadar Türkiye bölgedeki İslam devletleri ile olan ilişkilerini ayarlayarak , Sovyetler Birliği ve batılı emperyalist devletlere karşı bölgesel savunma ve dayanışma ittifakları oluşturmaya  çalışırken ,İsrail devletinin kuruluşu Amerikan Musevi lobileri aracılığı ile  tamamlanmaya çalışırken  ,Türkiye Cumhuriyetinin kurucu Cumhurbaşkanı Atatürk bölge devletlerinin karşı çıktığı İsrail yapılanmasına karşı uzak duruyor ve batı dünyasından bölgeye transfer edilen bu Siyonist devletin dünya barışını tehdit edeceğini görerek de ,bu oluşuma destek vermiyordu Merkezi coğrafya İsrail devletinin kurulması doğrultusunda yeniden yapılandırılırken ,Sovyetler Birliği’nin tam da dünya savaşı sırasında New York borsasından gönderilen milyonlarca dolar maddi yardımın , Troçki tarafından Moskova’ya gönderilmesi ile Kızıl Ordu kurularak , bütün Rusya ve komşularının bir araya  geldiği büyük  ideolojik imparatorluk kurularak  orta dünya alanları tümüyle bu büyük yapılanmanın hegemonyasına terk ediliyordu . Solculuk görünümünde bir dinsizlik düzeni  Müslüman dünyanın tam ortasında farklı dinden bir devlet yapılanmasının yerleştirilmesini  daha kolay bir duruma getiriyordu . Osmanlı imparatorluğunun yerine, Büyük İsrail Federasyonu planının uygulanabilmesi doğrultusunda elverişli bir ortam hazırlanıyordu . Nitekim daha sonra ortaya çıkan bir çok gerçek böylesine bir uluslararası planın olduğunu ve gelecekte bütün bölge devletlerinin bu emperyalist proje doğrultusunda yeniden  yapılandırılması gerektiğini  ,bir çok siyasal gelişme ortaya koymuştur . Sovyetler Birliğinin kurulması sonrasındaki Orta Doğu konjonktürü  Yahudi devleti olarak İsrail’i öne çıkarmış ve bunun sonucunda bölgedeki eski Osmanlı toprakları , Avrupa’dan gelen ulus devlet modeli üzerinden İngilizlerin Sevr planı aracılığı ile dönüştürülmeye çalışılmıştır .Yüz yıl önce İngiliz planı ile ulus devletleri bölgeye taşıyan uluslararası konjonktür ,bugün de Büyük İsrail planı doğrultusunda eyalet devletlerini gündeme getirerek var olan devletlerin içinden en az on küçük devlet çıkartmak üzere bölge savaşlarını Orta Doğu’da sürdürmektedirler .

                İşte Türkiye Cumhuriyeti iki bin yıllık dinler savaşı Avrupa’dan Asya kıtasına taşınırken tam o dönemin ortalarında kurulmuştur . Dinler açısından bir yanı ile Hrıstıyan dünyası, diğer yanı ile İslam dünyası ve  üçüncü olarak da Asya kıtasında var olan  ülkelerin arka planda yer aldığı kozmopolit dinler dünyası arasında sıkışıp kalan Türkiye Cumhuriyeti ,aynı zamanda SSCB gibi dinsizlik rejimi ile  Orta Doğu’nun tam ortasında yer alan   bir ülke olarak ,kuruluşu sırasında dinler arası diyalog sağlayacak bir laiklik modeli esas alınmıştır . Hrıstıyan Avrupa ile Müslüman merkezi bölge arasında kalan bir ülke olarak Türkiye Cumhuriyetinin  Avrupa’nın yanında Müslüman ülke olarak yer almasını Vatikan ve Avrupa ülkeleri uygun görmemiş ve engelleme yapmışlardır . Sınır komşusu olarak İslam ülkelerini Balkanlar’da görmek istemeyen Hrıstıyan Avrupalılar yüzünden ,Türkiye Cumhuriyetinin  ilk başta kuruluşu  sırasında laikliği zorlamışlar ve bu nedenle de  Türkiye Cumhuriyetinin ilk anayasasında yer alan ama sonradan değiştirilen maddelerinde var olan  “Türkiye Cumhuriyetinin dini İslam’dır “hükmü kaldırılarak , Türkiye Cumhuriyetinin laiklik yapılanmasının önü açılmıştır . Batı dünyasından gelen bu baskılar Türk devletinin Müslüman devlet olmasını önlemiştir . Bu süreçte doğudan gelen rüzgarlar ‘da Musevilik dininin etkileri bir Yahudi devleti olarak İsrail’in önünü açarken , Türkiye bu kez doğudan da laiklik talepleri ile karşılaşarak İslam coğrafyasının tam ortalarında bir din ve ırk devleti olarak kurulan İsrail devletine merkezi coğrafya da bir şemsiye görevi görmüştür . Rusya’da kurulan SSCB rejimi  İslam coğrafyasının önünü keserken dinsizlik görüşünün ağırlığı Asya ülkelerine taşınıyordu .ABD’nin desteklediği Rusya’daki Sosyalist devrime karşı denge olarak İngiltere’nin örgütlediği Çin’deki Maocu  dinsizlik düzeni ,tamamlayıcı bir yapılanma olarak devreye giriyordu .Bu gibi yeni oluşumlar cihan savaşı ile başlayan değişimlerin yeni halkaları olarak devreye giriyordu . İkinci dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni dengeler ,İsrail’in kuruluşuna giden yolu açıyor ve bu doğrultuda  yeni gelişmeler birbiri ardı sıra öne çıkarak, uluslararası konjonktürün biçimlenmesinde etkin  oluyordu .

                Yukarıda açıklanan nedenlerle , Türk devletinin nüfusunun yüzde doksanının Müslüman olmasına rağmen devlet kuruluşta İslam devleti olarak kurulamıyordu. Bu duruma hem Avrupa ,hem Rusya karşı çıkarken, İsrail’de Osmanlı vatandaşlığından Orta Doğu Musevilerinin durumunu dikkate alarak ,Türkiye’nin bir  İslam devleti olmasına karşı çıkıyordu. Dünyanın merkezinde bir devlet  kurarken  kurucu öncü kadro çevre ülkelerinden gelen büyük baskılarla karşı karşıya kalıyordu . Bu aşamada kurucu önderin başkanlığında yapılan özel toplantılarda bir ara Türk devleti kurulurken Türk ulusunun da Hrıstıyan olması öneriliyor  ve uzun tartışmalardan sonra Türklerin Hrıstıyanlığa geçmesi  çeşitli itirazlar yüzünden kabül edilmiyordu .Kurucu kadro Hrıstıyan Batı dünyası ile Müslüman dünya arasında bir orta yol ve denge oluşturabilmek üzere laik devlet modelini ana gövde olarak kabül ediyordu . Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu sırasında sürekli olarak Hrıstıyan Avrupa ile din konularında çekişirken ,  ikinci dünya savaşı sonrasında da yeni kurulan İsrail ile de İslam devleti konusunda bir çok tartışmalar ve gerginlikler birbirini izlemiş, Türk vatandaşı olarak Türklüğün içinde yer alan bir çok  Musevi vatandaş ,din konularına karışırken ya da tarikatların önderliği  gibi alanlarda rol alarak etkili olmaya çalışırken , Türkiye’de din yönetimi alanında bir çok yeni sorun ortaya çıkmıştır . Bu sorunlar dini konuları öne çıkarmış ve soğuk savaş sonrası dönemde ,Türkiye’de açıktan İslamcı partiler kurularak siyaset sahnesinde özgürce yer alabilmişler ve zaman içinde toplumu kucaklayıcı bir büyüklüğe kavuşarak  ,uzun süreli iktidar olma şansını da elde etmişlerdir .  Halk kitleleri giderek genişleyen Müslüman tabanı temsil eden partileri desteklemeye başladıklarında , cumhuriyetin kurucusu  ve öncüsü olan  Atatürk’ün partisini de  kitlesel olarak Türkiye’nin gayrimüslim vatandaşları  desteklemeye başlamıştır . Bu ayırımın giderek kamplaşmaya dönüşmesi ile birlikte ,Türkiye son yıllarda içinden çıkılmaz bir sarmala sürüklenerek  ,dinler arası çekişme alanı haline gelmiştir . Dinler arası çekişmelerin tarihte olduğu gibi savaşlara dönüşme ihtimali  bugün yüksek görünmektedir .

                Türklerin ana vatanı olarak kabül edilen Anadolu yarımadasında Türklüğün ve Türkçülüğün ana sorunu olarak dinin öne çıktığı görülmektedir . Tarih boyunca dinler arası çekişme ve çatışmalar yaşanmış ve bunların uzantıları günümüze kadar gelmiştir . Türkiye gibi üç kıtanın tam ortasında yer alan bir ülkenin bu dinler ve tarikatlar arasında çekişmelerden fazlasıyla rahatsız oldukları  ve bu yüzden de uluslaşma süreçlerinin önünün kesildiği ,ya da  dinci kesimler ile laik kesimler arasındaki çekişmelerin çatışmalara dönüşerek kamplaşmalara yol açtığı anlaşılmaktadır . Rusya’daki Türkler Şaman, Hrıstıyan ya da Musevi dinlerine sahipler ,Türkiye’deki Müslümanların bir kesimi ise ya Hrıstıyan ya da Musevi dinlerine mensup görünüyorlar, bu nedenle de dini kimlikleri ön plana geçtikçe , ulusal kimlikleri geri giderek Türklük ile mesafeli bir duruma düşüyorlar .Dinin ana belirleyici olduğu yapılanmalar içinde kimlikler ortaçağ dan bu yana dine dayalı olarak belirlenmiştir . Ne var ki ,on sekizinci yüzyılın getirdiği bir yenilik olarak ulus devletler öne geçerken , zamanla ulusal kimlikler bunların uzantısı biçiminde gerçeklik kazanmışlardır . Dini örgütlenmelerin güçlü olması nedeniyle din esaslı cemaatlar ya da tarikatlar uluslaşma akımına karşı çıkarak direnmişler ve bu yoldan uluslaşma süreçlerinin önünü kesmeye çaba sarf etmişlerdir .Üç yüz yıllık  bir geçmişe sahip olan uluslar                                dinler kadar tarihi ağırlığa sahip olmadıkları için  dinlerle olan   çekişmeli süreçte ulusların  ve ulus devletlerin zayıf kaldıkları ,buna karşılık dini grupların küresel şirketler tarafından desteklenerek  ulus devletlerin karşısına çıkarıldıkları anlaşılmaktadır . Bir taraf ta uluslar ve ulus devletler ittifakı varken ,bunlara karşılık küreselleşme süreci içinde  emperyal  şirketler ile tarikatların işbirliği yaparak  ortaya çıktıkları anlaşılmaktadır . Tekelci büyük sermayenin dünyayı kendi imparatorluğuna çevirme noktasında , şirketler ile devletler kapıştığı için  küresel emperyalizm hem ulusları hem de ulus devletleri karşısına alarak yıkmak ve eritmek çabası içindedir .

                 Anadolu yarımadası üzerinde kurulan Türk devletinin  hem Orta Asya’dan gelen bir ulus sorunu hem de Orta Doğu bölgesinden gelen din sorunu bulunuyordu . Dünyanın ortasında kurularak çağdaş uygarlığın içinde yer almayı hedefleyen Türklerin hem dini hem de dili ve kültürü batının önde gelen ülkelerinden çok farklı bir yapıda olduğu için , Türklerin modernleşme çabaları her zaman için batı dünyasının dışında gerçekleşmiş ve batılıların görmezden geldikleri  boşa kürek sallanan bir  çabanın sonucu  olarak  değerlendirilmiştir . Hrıstıyan dünya sürekli olarak küçümsediği Müslüman ülkelerle Türkiye’yi sürekli olarak karşılaştırmış ve her zaman için , Atatürk Türkiyesi’nin  çabalarını küçümseyen bir yaklaşım içinde olmuştur . Hrıstıyanların Müslüman ve Musevi toplulukları Avrupa dışına atması yüzünden bir Türk devleti çağdaş bir cumhuriyet  rejimi olarak bile Avrupa Birliği’ne üye yapılmamaktadır . Eski Osmanlı eyaletlerinin Hrıstıyan olanları Avrupa Birliğine tam üye yapılırken  Avrupanın tam ortasında yer alan eski Osmanlı eyaletleri olarak Bosna ve Arnavutluk Müslüman kimlikleri nedeniyle dışarıda tutulmakta ama  Slovenya ve Hırvatistan gibi Hrıstıyan ama küçük Avrupa devletleri Avrupa Birliği’ne tam üye yapılarak tam anlamıyla bir çifte standart uygulanmaktadır . Eski imparatorluk coğrafyasının üç kıtaya birden dağılması yüzünden , bu kıtalardan gelen yansımalar doğrultusunda farklı yapılanmalar ulus devletlerin içinde görülmüş ve bu yüzden de eski imparatorluk döneminde olduğu gibi homojen yaklaşımlar geliştirerek bütün bölge ülkelerini bir araya getiren birliktelik ya da uluslararası yapılanmalar şimdiye kadar tam olarak gerçekleştirilememiştir .

                Kırım-Kazan-Kafkasya üçgeni arasında  planlanan ve  öncelikle Rusya’da kurulmak istenen Türk devletinin bu bölgede kurulamaması yüzünden ,Türkçüler Rusya’dan kovularak İstanbul’a geldiklerinde  Türk devletini  Anadolu yarımadası üzerinde kuruyorlardı .  Rusya’daki Türk topluluklarının bazılarının Hrıstıyan  diğerlerinin de  Musevi olması yüzünden ,kuzey bölgesi Türkleri arasında İslamiyet fazla yaygınlaşmamıştı .Osmanlı devletinin Müslüman bir devlet olması yüzünden kuzey Türklerinin içindeki Müslümanlar Anadolu’ya gelerek , Türk dünyasında İslamın etkilerini daha da güçlendirmeye çaba gösteriyorlardı .Kuzeyden gelen Türkler Anadolu’nun Müslümanlığına destek olurlarken , Orta Doğu bölgesinde yer alan tarikatlara karşı mesafeli davranarak sahip oldukları Türk kimliğini öne çıkararak , Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda yer alıyorlardı . Türk kimliği kuzeyli Türkler  arasında ön planda geliyor, dini ya da kültürel diğer alt kimlikler ikinci planda bırakılarak  Ruslar’ın sonradan egemen olduğu eski Hazar ülkesinde ,Türklüğün yeniden tarih sahnesine çıkabilmesi için hazırlıklar yürütülüyordu . Rusya’dan gelen Müslümanlar Anadolu topraklarında yaşamaya başladıktan sonra bu yarımadayı vatan olarak benimsemişlerdir . Özellikle  Rus emperyalizmine karşı Tuna boylarında direnen Osmanlı yönetimi sırasında  Namık Kemal ve benzeri vatansever yazar ve ozanlar , Rus emperyalizmine karşı Tuna boylarında uzun süreli bir direnişi örgütleyerek , Rusya’daki Türkçü birikimin  Balkanlar üzerinden Osmanlı devletine de yansıması için  çaba göstermişler ama , Balkan bölgesindeki heterojen nüfus yapısı yüzünden  , bu   vatanseverlik çıkışı  Osmanlılardan daha çok Balkan savaşları ile imparatorluktan kopan küçük ulus devletler de vatanseverlik ve benzeri ulusalcı yaklaşımlar ,Balkanlara Rus emperyalizminin girişini önlemiş ama bir Osmanlı milliyetçiliği yaratarak ,Balkan topraklarında bir büyük kucaklaşmayı yaratamamıştır .  Din farklılığı Balkanların Osmanlı devletinden kopmasının arkasında yatan ana meseledir . Namık Kemal yıllarca uğraşmasına rağmen bir vatan şairi olarak Balkan Hrıstıyanlarına fazla bir mesaj verememiş ve bu nedenle de Osmanlının çöküşü durdurulamayarak hızla dağılma gerçekleşmiştir . Osmanlı milleti yaratılamayınca Türk kimliği sonradan Rusya’daki birikim üzerinden imparatorluk ahalisine yansıtılmıştır .

                Savaşlar aracılığı ile Osmanlı devletinin elinden çıkan bütün ülke ve bölgelerdeki ahali merkeze dönerek göçmenler  aracılığı  ile Anadolu yarımadasına gelerek yerleşiyordu . Osmanlı bitme noktasına geldiğinde gayrimüslüm topluluklar ülkeyi terk ediyorlar ama elden çıkan topraklarda  yaşamını sürdüren Türk toplulukları ve  Müslüman cemaatlar,  Anadolu topraklarına gelerek  her kente yerleşiyorlardı . Balkan savaşları sonrasında Türkiye’nin elinde sadece doğu Trakya bölgesi kalıyordu . Bütün ahalisi Türk asıllı olmasına rağmen batı Trakya’nın da yeni Türk devleti çatısı altına girmesini ,Balkanlar da yeni kurulmuş olan küçük  Hrıstıyan devletlerin büyüme isteği yüzünden  Osmanlı dönemi sonrasında , ilk Türk cumhuriyetinin kurulduğu  Batı Trakya bölgesinin de Türklerle kaynaşmasına izin verilmiyor ve bu bölge hiç ilgisi yok iken  ,Haçlı bir bayrak altında  kurulmuş olan Hrıstıyan devleti olarak Yunanistan’a bağlanıyordu . Böylece Osmanlı topraklarının önemli bir merkezi olan Rumeli bölgesi Yunanistan’a verilerek İngiliz himayesinde bir Hrıstıyan yapılanması eski Osmanlı alanlarında örgütleniyordu . Yunanlılar din üzerinden milliyetçilik yaparak Hrıstıyan dünyasının önde gelen devletlerinin desteğini alırken , Anadolu’ya dönerek yerleşen Osmanlı Müslümanları da  yeni dönemde bir milliyetçi çatı olarak Türklüğü kabül ederek  ulusal çatı altında bir araya gelmeye çalışıyorlardı . Avrupa’daki din çekişmelerinin Osmanlı topraklarına yansıyarak bu ülkenin arazisi üzerinde iç savaş senaryolarını devreye soktukları noktadan sonra, imparatorluğu yöneten elit kadro  artık çok uluslu ya da dinli kozmopolit yapıların birlikte yola devam etmeleri konusunda ,umutlarını kaybederek gelecek için karamsarlık çizgisine kayıyorlardı . Yüzlerce yıl değişik din ve kültürden insanları çatısı altında bir araya getirerek örgütleyen bir  imparatorluğun sona erdiğini Balkan yenilgisi açıkça ortaya koyuyordu .

                Çok dinli ve kültürlü bir kozmopolit yapılanmadan çıkarak uluslaşma sürecine doğru yol alan Osmanlı devletinin son çare olarak örgütlediği İttihat ve Terakki Cemiyeti  ,Balkan savaşı sonrasında Anadolu yarımadasını kurtarmak üzere devreye girerek resmen emperyalist güçlere karşı  mücadeleye başlıyordu . Anadolu halkının yanısıra son dönemlerde  elden çıkan eski Osmanlı bölgelerinden gelen Müslüman ve Türk gruplar Anadolu’ya yayılarak yerleşirken ,imparatorluğu ayakta tutmak üzere Türklüğün güçlendirilmesi amacıyla Türkçe bütün okullarda zorunlu eğitim dili haline getirilerek ,farklı dillerde eğitim yapan azınlık okulları kontrol altına alınıyordu . Türkçe eğitimin başlatılmasıyla birlikte bütün ülkede bir Türkleştirme süreci başlatılarak  ,Türkçe eğitim üzerinden  halk kitlelerinin ulusallaşmasına çaba gösteriliyordu . İttihat ve Terakki     bu aşamaya kadar benimsemediği Türkçülük akımını ,son noktada kabül ederek  geride kalan halkın uluslaşarak  bir var olma  mücadelesini örgütlemeye çalışıyordu . Artık gayrimüslimler ile yollar ayrılıyordu .

                Osmanlıcılık yaparak Osmanlı milleti yaratmakta çok geciken imparatorluk  yönetimi , son aşamada varlığını koruyarak yoluna devam etmek için ,Türkçülüğü ulusal bir devlet ve toplum düzeni oluşturmak  amacıyla benimsiyordu . Balkan savaşları imparatorluğu bitirirken ,burada başlayan savaşın daha sonra Osmanlı cephelerine dağılmasıyla birlikte Türkçülük akımı ,Türk ulusalcılığı olarak Türk kökenli grupları emperyalizme karşı örgütleyerek , Kuvayı Milliye direnişini yürütmüştür .Devlet çöktükçe içinde tek sağlam kalmış çekirdeğin Türklük olduğu anlaşılınca , mücadele bütünüyle Türklük ve Türkçülük üzerinden yürütülerek , Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna giden yol açılmıştır . Son aşamaya kadar Osmanlıları destekleyen Müslüman  Araplar daha sonra bir İngiliz kışkırtmasıyla Türkleri arkadan vurunca , bu kez Türk orduları aynı zamanda Müslüman birliklerin arkadan              saldırılara geçmeleri gibi ,askeri senaryolarla da uğraşmak zorunda kalmışlardır . Misakı Milli andı hazırlanırken Doğu Trakya’da yeni Türk devletinin sınırları içine alınarak , Anadolu ve Trakya düzeni kurulmuştur . Arapların kopuşundan sonra Anadolu halkı ,büyük  bir çoğunlukla  Türkleşerek batı emperyalizmine karşı güçlü bir var olma savaşı veriyordu .Bu nedenle Türk ulusunun savaş alanında ortaya çıktığını ve bu durumun da yeni Türk devletinin kuruluş aşamasında güçlenme sağladığını artık Türkler görmeye başlamıştı . Abdülhamit savaş alanlarından geri çekilirken , doğu Anadolu’da bir Ermeni isyanı çıkması ve Ermeniler üzerinden Rusya ve Fransa gibi batılı emperyalistllerin  ,Türklerin elinden Müslüman topraklarını almak üzere yeni  geliştirilen Hrıstıyan dayanışmasının ,Kafkasya ve Hazar bölgelerinde Ermeni savaşları  aracılığı ile  sonuca gideceği gibi planlar yüzünden  ,Doğu Anadolu toprakları bir savunma savaşının geçtiği yer olarak öne çıkıyordu . Beş yıl süren ulusal kurtuluş savaşı sırasında Ermeni sorunu Suriye’ye tehcir yolu ile çözüme kavuşturulmaya çalışılıyordu . Osmanlı yönetimi  katliam yerine tehciri uygulayarak daha insancıl bir seçeneğe yöneliyordu . Ermeni meselesi Osmanlılara karşı olduğu gibi ,yeni Türkiye için de batının uzantısı bir Hrıstıyan işgali olarak görülüyordu .Osmanlının eski ahalisi olarak Ermeniler Müslüman karşıtlığını öne çıkarırken Türkler belgede yeni bir düzen kurulabilmesi için hem tehcir hem de mübadele antlaşmalarını birlikte uygulayarak , eski dönemi bitirmek için çaba göstermişlerdir .

                Din meselesi Türkiye’nin olduğu gibi bütün devletlerin de önde gelen meselesidir . Dünya tarihine bakıldığında önce Museviler , sonra Hrıstıyanlar ve son olarak da Müslümanlar  öne çıkarak kendi din anlayışları çizgisinde  dünyadaki olayları ve gelişmeleri kontrol etmeye çalışmışlardır . Hrıstıyanlar ve Müslümanlar bütün dünya ülkelerinde çekişirken , Museviler merkezden her iki dinsel tabanı da tarikatlar ve siyasal örgütler aracılığı ile  yönlendirerek evrensel bir düzeni hedeflemişlerdir .Dünyayı yönettiği öne sürülen İllimünati isimli gizli dünya devletinin bir yöneticisi ,birinci dünya savaşının imparatorlukları ortadan kaldırdığını , ikinci dünya savaşının ise İsrail devletini kurduğunu , ve gelmekte olan üçüncü dünya savaşının da dinleri ortadan kaldıracağını  açıkça yazmıştır . Şimdi durduk yerde bir cihan savaşının olamayacağını , ancak böyle bir savaş için ortamı hazırlayacak olayların  çıkartılmasıyla birlikte, insanlığın savaşlar çıkmazına saplanıp kalacağını artık herkes görebilmektedir . İslam aleminin Ramazan bayramı gecesinde İsrail’in Müslümanların kutsal yeri olarak Mescid’i Aksa Camisinin bombalaması , bir üçüncü dünya savaşı çıkartabilecek nitelik taşıyan bir büyük saldırıdır . Olay gecesi sonrasında ortaya çıkan çatışmalar bir haftaya yakın bir süredir devam etmekte ve üçüncü dünya savaşı senaryolarını akıllara getirmektedir . Dinler arası savaş gene Müslümanlar ile Hrıstıyanlar arasında olacak ve böylece yüz yılda kurulabilen, küçük İsrail devleti Büyük İsrail Federasyonuna dönüştürülerek  ,Büyük İsrail hayalleri ile oyalanacak din savaşçıları kutsal toprakların ve ırmakların yer aldığı merkezi alanda üçüncü bir büyük savaşa yönlendirileceklerdir . Son dönemdeki gelişmelere bakıldığında  Orta Doğu ile birlikte Balkanlar’da yeni çatışma ortamı olarak devreye girmektedir . Hrıstıyan Avrupa ile Müslüman  Orta Doğu karşı karşıya gelerek savaşırsa , o zaman   dünyanın bütün merkezi alanı sonunda Yahudilere kalır . Böylesine projelerde din gene ana sorun olarak öne çıkarılırsa, o zaman  kıyamet senaryolarına yaklaşıldığı anlaşılmaktadır . Günümüzde Türkiye’nin ana meselesi din sorunudur ve bu sorun  ancak ulusal kimliklerle aşılabilmelidır .