Elimde avukat Senih Özay’la yapılmış uzun röportajdan oluşan ilginç bir kitap var. Avukatlar İbrahim Aycan ve Neyir Şeyda Musal, Senih Özay’la gün boyu oturup yemişler, içmişler ve 11 saat kadar konuşmuşlar, ortaya bu kitap çıkmış.
Yılların hukukçusu Senih Özay, herkesin yakından tanıdığı ünlü oyuncu Gupse Özay’ın babası. Uzun yıllar avukatlık yapmış ve başından çok şey geçmiş. Ancak kitabı okuyunca, Türkiye’de niye bazı şeylerin hiç değişmediğini ve değişmeyeceğini anlıyor insan.
Mesela Senih Özay 12 Eylül darbecileri Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında açılan davadan ve yaşadıklarından söz etmiş.
Biliyorsunuz 12 Eylül döneminde 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askeri mahkemelerde yargılandı, 1,6 milyon kişi fişlendi. 171’i cezaevlerinde işkenceden olmak üzere 300 kişi öldürüldü, 50 kişi de asıldı. Üstelik asılanlardan biri 18 yaşının da altında bir çocuktu, asılsın diye yaşı büyütüldü.
Şimdi bu kadar ‘canavarlık’tan sorumlu iki eski general bir şekilde yargı önüne getirildiğinde ne olmasını beklersiniz?
Gözaltına alınan yüzbinlerce kişi şikâyetçi olur, yakınları ölenler mahkemeye koşar, fişlenenler hesap sorar, askeri mahkemelerde süründürülenler haykırır. Çünkü başka ülkelerde böyle oluyor.
Ama Türkiye’de bunların hiç biri olmamış. Senih Özay anlatıyor:
“Kenan Evren darbe yaptığında beş altı yüz bin kişiyi gözaltına aldırdı, çok adam astı, sistematik işkenceler oldu, ama yargılaması çok cılız kaldı. Mahkemede üç beş avukat kaldık, bir de ölenlerin, meçhullerin kayıpların yakınları. On bin, yüz bin kişinin hareketlenmesi mümkünken bunlar olmadı. Sol örgüt temsilcileri, ‘Evren yargılansa ne olur, yargılanmasa ne olur?’ diye çekip gittiler. Başkanı tutuklanmış İstanbul Barosu bile yoktu.”
Senih Özay, “Peki ne olabilirdi?” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor:
“Altı yüz elli bin kişiyi gözaltına almış Kenan Evrenler, altı yüz elli bin tane dilekçe yazsanıza, ‘ben gözaltına alındım, bana işkence yaptılar’ diye. Onların çocuğu var, torunları var, yakınları var, 650 bin olmasın da 65 bin olsun, ortalık tutuşsun! İstanbul Barosu, Ankara Barosu, Barolar Birliği, bunlar böyle bir darbe sorgulamasına katılsalar, orasının ateşi, dalgalanması yükselmez mi? Medya bir şeyler yapmaz mı? Halk hareketlenmez mi? Basın girmez mi?”
Ne kadar haklı, olaya hiç böyle bakmamıştım.
Bir örnek daha anlatmış Senih Özay, bu defa olay Çeşme’den.
“Yıllar önce içinde 74 ton (bin ton olabilir) fuel oil olan bir gemi Çeşme civarında karaya oturdu, içindeki yakıt denize sızdı. İki avukat arkadaşımla tespit davası açtık, bir kadın hakim de yardım etti, üç profesörden oluşan bilirkişi harika bir rapor yazdı. Ama Çeşme’nin Belediye Başkanı, belediye meclis üyeleri çıkıp ‘turizm ölür, insanlar korkan buraya gelmezler’ diyerek korktular, onların korkuları arasında sıkıştık. Bizim dışımızda hiç harekete geçen olmadı, ‘benim ağlarım parçalandı, zarara uğradım’ diye Londra’daki uluslararası kuruluşa bir tane bile başvuran olmadı, oysa Londra’daki kurum, bu tür olaylar için 1 milyar 150 milyon dolara kadar tazminat verirmiş. Kime? Tabii biz istersek, biz yamansak, bir canavarsak, biz iyi avukatlarsak, biz Çeşmelilersek, biz iyi balıkçılarsak, biz iyi belediye isek, biz iyi meyhaneciler, iyi otelciler isek, biz zarar gördüysek, biz korkmadan, ürkmeden, ayaklandıysak, halk olarak ayaklandıysak… Bunları bulmuştum, çok hazırlanmıştık.”
Senih Özay’ın anlattıklarını okuyunca, şu sonuç çıkıyor ortaya:
Dönemin Çeşme yetkilileri, ‘Yahu adımız çıkmasın da, buraya gelen turistler petrole batmış denize girsin, ne olacak?’ demişler.
Aferin! Bravo! 10 numara!
İşte tüm bunlara bakınca, Türkiye’de bazı şeylerin hiçbir zaman kolay değişmeyeceğini anlıyoruz.
Günümüzde de farklı bir şey yok.
Hala binlerce işyeri kapalı ama ayrıcalıklı kongre salonları lebalep dolu, günde 70 liraya çalışmak için koşturana ‘yasak hemşerim’ diye binlerce liralık maske cezası kesiliyor ama milyarlık vurgun yapanların vergileri siliniyor.