Bir hususta geri kalabilirsiniz. Gelişmeleri takip etme konusunda da bir şeyler yolunda gitmemiş olabilir. Haliyle aksar bazı şeyler. Bütün bunlar hata yapabilme iradesinin bir neticesidir ki o yüzden eskiler insana seçim yapabilme ve risk alabilip yeri geldiğinde bunu analiz edecek farkındalıkta bir varlık olabilmesi itibari ile zi-şuur demişler. Şimdi bazı ilahiyatçıların Kur’anın insanı tanımlayan yönünü tahlil ederken beşerden farklı olarak insanı iradi bir varlık olarak tanımladığı istikametinde bir yorumlamaya gitmesi gibi. Ancak bir coğrafya düşünün ki geride kaldığı bir başka coğrfyayı onun dünyasına girip tahlil edememiş, edemediği gibi ondan sadır olan her şeyi küçümsemeyi ya da inkar etmeyi marifet bilecek eçhelliğin ağına düşmüş. Bu elbette echellikle açıklanabilecek bir durum değil. Yaşanılan bir ulusun yazılmış nehir romanı olsa altında ironi ararsınız lakin realitenin tokmağı her geçen anlımızın ortasına asırlık çalar saatin tokmağı gibi vurup duruyor.
Roman ve bilinç dışına dair Türkiye’ye getirmek istediğim dosya konusunun üçüncü dünya kuşağı basını ile soluk soluğa yarışan bir kısım kalbur altı ulusal gazetede nasıl patladığını, islamcı mahallesinin sözüm ona post modernist bir kalemi tarafından nasıl anlamsız ve boş bakışlarla reddedildiğini, kendi yazdığı kitapların dünyasında kendini dev aynasında görürken kimse tarafından görülememiş bir öykücü tarafından zekası ölçüsünde sorumun yargılandığını, bunun dışında kitabı kendi yazdığı meçhul sözde sol cenahta yer tutmuş bir başka romancının-bu benim iddiam değil- beni görmemekle reklam parası ile pohpohlanan kalabalığın aynasında kendini ne kadar yalnız ve zavallı halini de görünmez kılacağını düşündüğü, o düşüncenin onu düşürdüğü, komik halini kendi hayat tecrübemin bir neticesi olarak üzerinde durmadan geçtim. Makro planda “oturduğu ahır sekisi, çağırdığı İstanbul türküsü” halimizin nasıl bir küresel planın eseri olduğunu, Hilmi Ziya Ülken okuyanlar meselenin tarihsellik tarafıyla idrak ederler.
Yukarıda anlattığım günden bugüne Karar, Cumhuriyet, Birgün, Yeniçağ dışında sanat, bilim ve edebiyat bağlamında başka gazete takip etmiyorum. Onları Batı gazetelerinden vakit buldukça taramaya çalışıyorum. Sırf kağıttan gazete okumanın hazzını bırakamadığımdan.
Meseleyi bir örnekle taçlandıralım. Bizde hala korku teması eğlencelik bir şey olarak görülürken ikinci dünya savaşı öncesinden bugüne batıda politik ve felsefi tarafı üzerine tartışma yazıları yazılıyordu. Geçenlerde The Guardian’da Rainsford’un bir bahçe ve onun gotik atmosferi etrafında korku dolu romanını anlatırken, metnin feminist iletisi üzerinde kafa yoran bir yazısını okudum. Çok merak ediyorum yazının sahibi Justine Jordan bir gün şu yukarıda anlattığım tiplemelerle sohbet etse. Bizimkiler içinde korku ve feminist geçen bir cümle kurabilir mi? Ya da kaç tanesi kurar? Ben Gülce Başer gibi o tatlı gülümseme ve muzır bakışlarıyla cevap verebilecek bir kaç kişi dışında kimseyi tanımıyorum. O da dosyama dolu dolu cevap verebilen nadir insanlardandı.