Türkiye’nin arkeolojik zenginliği ve fırsatlar

Doğan Satmış

 

Yıllar önce bir Amerika ziyaretinde başkent Washington’da bir evi ziyaret ettik. Daha doğrusu Amerikalılar, bizim o evi görmemizi çok istediler. 

Küçücük iki katlı bir ev. 

“Efendim” dediler, “Bu ev, Washington’un en eski evlerinden biri, ilk günkü haliyle koruduk, bugünlere geldi.”

“Aaa ne iyi” dedik ve sorduk:

“Kaç yıllık?”

Meğer ev sadece 250 yıllıkmış. 

Amerika’da 250 yıldan eski ev kalmadığı için, bu onların gözüne binlerce yıllık gibi geliyor. 

Ev sahiplerimize ayıp olmasın diye konuşmadım ama içimden geçen şu oldu:

“250 yıllık bir evi görmek için mi bu kadar uğraştık. İstanbul’da, hangi taşa el atsan, binlerce yıllık.”

***

Gerçekten de İstanbul’da Ayasofya 1500 yıllık. Dikilitaş veya Çemberlitaş da öyle. Yenikapı’daki kazılardan çıkanlar ise 8 bin yıllık. En yeni camilerden Süleymaniye bile 500 yıllık. 

Gelelim Türkiye’ye. Göbeklitepe 12 bin yıllık, Diyarbakır’da bulunan Kortiktepe yine öyle. Nevali Çori 11 bin yıllık. Çatalhöyük 7-8 bin yıllık. Diyarbakır surları 3-5 bin yıllık, Nemrut’daki anıt mezar 2100 yıllık. Efes ve ötekiler de öyle… “Hazreti İsa’nın Mendili” bile Şanlıurfa’dan çıkma…-

Böyle bir arkeolojik zenginlik dünyanın başka ülkelerinde pek yok. 

Peki biz bu arkeolojik zenginliğin nimetlerinden yararlanabiliyor muyuz?

Kısmen evet, kısmen hayır. 

Tabii ki dünyanın en çok ziyaret edilen ilk 10 şehri arasında İstanbul ve Antalya’nın bulunması, bu arkeolojik zenginlikten kaynaklanıyor. Ama potansiyel daha büyük olabilir. 

Türkiye, neredeyse dünyanın merkezinde. Yani çok zorlanmadan ulaşılabilecek bir noktada.

Daha dün okudum, dünyanın en iyi 100 oteli listesinde tam 30 Türk oteli varmış. 

Yani ulaşım iyi, oteller mükemmel.

Peki ne eksik. İşte o konu biraz tartışmalı.

Öncelikle algısı iyi değil Türkiye’nin. Düşünün ki Ferrari’yi Türkiye’de üretsek bile dışarda “Ben Türk malı Ferrari’ye binmem” diyecekler çıkar. 

İkincisi Türkiye, konuklarına gereken konforu sağlamıyor. Yani turist, tatilinde yemek, içmek, eğlenmek ister değil mi… Bu konularda rahat bir ortamımız yok. 

Fransa, Portekiz, İspanya, İsviçre… Hangisine gitseniz, en lüks restoranlar, barlar, gece kulüpleri sizi karşılar. İsteyene kumar, isteyene şov… Yeter ki harcanacak para olsun…

Bizde ise nerede bir eğlence yeri varsa kapatma eğilimi var. 

İstanbul’un en gözde mekanı Beyoğlu, Arapların çay bahçelerine döndü. Boğaz’daki eğlence yerleri, Reina’sı, Galatasaray Adası artık yok.

Mesela Sarıkamış Kayak Merkezi’ndeki içkili lokantayı yıkıp yerine cami yapmışlar. Yani bir Rus turist kayak için Sarıkamış’a gelirse ne yapacak ki?

Tüm bunlara, içkinin pahalı olmasını da ekleyin. 

Bir de adım başı güvenlik kontrolü. Metro çıkışlarında, karayollarında kimlik kontrolü, kavşaklarda trafik kontrolü. 

Ve tabii ki, politik görünüm. Komşularıyla kavgalı bir ülke… 

Öncelikle bu algıyı düzeltmeliyiz. 

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’a çok iş düşüyor