Türkiye’nin geleceği
Bugün Kurban Bayramı. Bütün İslam Âleminin Bayramı kutlu olsun. İnsanlığın içinde bulunduğu delaletten kurtuluşun vesilesi olur inşallah.
“Türkiye için kritik üç ay” başlığı ile kaleme aldığımız Cuma günkü yazımızı “Üç ay sonrası mı ‘Sen sağ ben selamet’ “ cümlesi ile bitirmiştik. Zannetmeyin sihirli küreden bakıyoruz. Aslında olun bitenler gözümüzün önünde. Sadece bizler görmek istediğimizi veya görünmesi istenenleri görürüz. Bizimde gördüklerimiz ve görmek istediklerimiz, zihnimizin tahayyülümüze göre yorumladıklarımız ama sonrasında çok yanıldığımız hadiseler oluyor. Öyle ki 20 yıl önce, 25 yıl önce gözümüzün önünde cereyan eden hadiseleri tam tersi istikamette değerlendirdiğimizi yeni yeni anladıklarımız var. İnsanın tecrübesi artıp doğru okumaya başlayınca ancak daha isabetli değerlendirmeler, yorumlar yapma fırsatı doğuyor.
Türkiye her şeyi ile tam bir devrim geçiriyor. Değişim geçiriyor. Bütün hücreleri ile yenileniyor. Her alanda insanımız kendini yetiştiriyor. İnsanın eğitimi sadece üniversiteler, MEB veya üç beş STK aracılığı ile oluşmaz. Zaten üniversiteler ve MEB’ ten bir şey beklemekte olmaz. MEB gibi üniversiteler gibi birçok kurumun çoğu zaman görevi insan yetiştirmek değil insan öğütmektir. Değirmen vazifesi görürler. Tıpkı bugün olduğu gibi. Fakat çoğu zaman toplum geleceğini kendiliğinden inşa eder. Farkında bile olmayız. Tıpkı bu dönem olduğu gibi.
Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı sosyal, psikolojik, kültürel, ekonomik ve siyasal olarak yaşadıkları Avrupa veya ABD’de %10 yaşanmış olsaydı bu devletler çoktan dağılmış ve bir daha toparlanamazdı. Fakat Türkiye için bu süreçler tam bir eğitim alanı, tecrübe alanı, insan yetiştirme vesilesi oluyor. Şu yanılgıya düşülmesin dünkü nesillere bakıp, bugünkü nesle bakıp gelecek nesillerden aynı şeyler beklenmemelidir. Geleceğin hiçbir şartı bugünkü şartlara uymayacaktır. Her dönemi ve geleceği kendi şartları ile değerlendirmek gerekir. Aksi halde ülkenin geldiği nokta yanlış okunur, yanlış yorumlanır.
Özellikle siyaset kurumlarına bakarak ülkenin geleceğini yorumlamaya kalkmayın. Tam tersi değerlendirmenize çıplak gözle, siyaset kurumunun fon müziği olmadan bakmayı başarınız.
Siyaset kurumlarının bir ömrü vardır. Nasıl ki doğumları var. Ölümleri de mukadder olacaktır.
14 Ağustos 2001’de kuruluşunu dün gibi hatırladığım AK Parti içinde geçerlidir. Ama önemli olan yaptıkları, millete kattıkları ile anılmak, hatırlanmaktır.
AK Parti’nin 18. Yaş gününü de bu arada kutluyoruz.
Yani Türkiye’nin geleceğine siyasi kurumlar açısından bakılırsa net olarak değerlendirme yapmak zor olur. Onun yerine sosyal, psikolojik, kültürel, ekonomik, güvenlik ve diplomatik açılardan gelişmeleri görmekte yarar vardır. İdeolojik, siyasi gözlükler bakış açılarını buğulandırabiliyor.
Bayram için Perşembe günü akşamüstü Ankara’dan yola çıktık bizim çocuklar ile. Akşam serinliğinde. Benim için reel ekonominin hareketliliği yollardaki yoğunluktur. Yollardaki yoğunluğu ise öyle özel araçlarla değil kamyon ve tır yoğunluğu ile ölçerim. Bugüne kadarda bu ölçümde hiç yanılmadım. Son aylarda yollardaki yoğunluk inanılmazdır. Onun için reel ekonominin gidişatı çok iyidir. Bugün yaşanan finans problemidir. Uluslar arası alanda aldığımız pozisyon geçtiğimiz yıllara göre daha güçlüdür. Toplumsal algılar açısından sadece psikolojik bir durum söz konusudur. O durumda rayına girdiğinde Türkiye’nin önünde hiç bir şey duramaz.
Okuyan çoğu dostum itiraz edecek ama benim baktığım pencereden Türkiye’nin geleceği her bakımdan parlaktır. Günlük siyasal algılar ve kısa vadeli gelişmeler kimseyi yanıltmasın.
Kalın sağlıcakla…