Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
İkinci cumhuriyetçi bir bilim adamı gayrimüslim kimliğinin getirdiği bir tavır ile Türk düşmanlığı yaparken, Türklerin Ulusal Kurtuluş Savaşı ile Anadolu’yu yeniden işgal ettiklerini öne sürmüş ve bu işgale artık son verilmesi gerektiğini söylemiştir. Yeni Bizans projesinin peşinde koşarak, kiliseler ile işbirliğine giren ve Fener Rum Patrikhanesinden emir alarak Türk ve Türkiye düşmanlığı yapan bu tür bilim adamları ülkemizde yeni bir kafa karışıklığı yaratarak Türk devletinin çöküşüne giden yolu açmak istemektedirler. Türk Ceza Kanununun Türklüğü ve Türk devletini koruyan maddelerini Avrupa Birliği sürecinden yararlanarak ortadan kaldırmak isteyen ve bunu ifade özgürlüğü çerçevesinde gündeme getiren gayrimüslim ve gayri Türk kimseler ciddi bir Türk düşmanlığı yaparken yasaların korumasından kurtulmak ve dünyanın merkezi coğrafyası olan Anadolu üzerindeki Türk egemenliğine son vermek istemektedirler. Bu doğrultuda uluslararası hukuka göre resmi adı Türkiye Cumhuriyeti olan Türk devletini ortadan kaldırabilmek için akla gelen her yolu denemekteler ve yeni yeni yorumlar getirerek bin yıllık Türk egemenliğinin sona erdirilmesi için çeşitli girişimlerde bulunmaktadırlar. Türklerin bu coğrafyada tarihten gelen bin yıllık egemenliğini bir türlü kabul etmek istemeyen ve bunu bir an önce kaldırmak isteyen gayrimüslimler, yeniden Bizans dönemindeki gibi Hıristiyan bir imparatorluk düzenine geçebilmek için, bu ülkedeki Türk varlığını bir işgal olarak nitelendirmekten de çekinmemektedirler. Bin senedir Türklerin egemen olduğu topraklarda ve bir Türk devletinin çatısı altında vatandaş olarak yaşamını sürdüren bir gayrimüslim bilim adamı Türkleri kendi ülkelerinde işgalci olarak ilan etmekten çekinmeyecek derecede yüzsüzlük gösterebilmektedir.
Tarih biliminin verilerine göre Türkler Orta Asya’da gün yüzüne çıkmışlar ve daha sonrada bazı gelişmeler nedeniyle Önasya’ya göç etmek zorunda kalmışlardır. Türkler bugünkü yaşadıkları Önasya topraklarına bin yıl önce göçler yolu ile gelmişler, bir süre sonra da Selçuklu İmparatorluğunu Horasan merkezli kurarak ve yeryüzünün merkezi coğrafyasında yayılarak geniş alanlarda bir Türk devleti ortaya çıkarmışlardır. Bugün ki İran merkezli bir Türk egemenliği bütün Orta Doğu’ya yayılırken, Türkler İran üzerinden Kafkasya, Anadolu, Suriye ve Irak topraklarına gelerek yerleşmişlerdir. Asya’da göçebe bir yaşam düzeni içinde yaşayan Türk kavimleri bir imparatorluk düzeni içerisine girince yerleşik yaşam düzenine geçmişler ve bu doğrultuda dünyanın merkezi topraklarını Türk topraklarına dönüştürmüşlerdir. Bu coğrafyada Türklerden önce yaşayan Hıristiyanlar ve Yahudiler Roma İmparatorluğunun çöküşü üzerine egemenliklerini yitirmişler ve yeni gelen Türklerin hegemonyasında oluşan devlet düzenine uyum sağlamağa çalışmışlardır. Türklerin Önasya’ya gelişleri bir otorite boşluğu alanı yaratıldığı için gerçekleşmiştir. Roma İmparatorluğunun yıkılışından sonra Bizans İmparatorluğu da bu coğrafyada tutunamamış, İslamiyet’in çıkışından sonra kurulan Emevi ve Abbasi İmparatorlukları da çökme noktasına gelince Ön Asya topraklarındaki boşluğu Orta Asya ve Kafkasya üzerinden gelen Türk kavimleri doldurmuştur. Bugünkü Rusya toprakları üzerinde kurulmuş bulunan bir Türk İmparatorluğu olan Hazar devletinin çöküşü üzerine Türkler güneye doğru inmişler Kafkasya bölgesinden geçerek Horasan’a gelince Tebriz merkezli Selçuklu İmparatorluğunu kurarak merkezi coğrafyanın bütün bölgelerine yayılmışlardır. İşte bu süreç içinde Türkler kavimler halinde gelerek Anadolu’ya yerleşmişler ve bu yarımadayı Türkiye yapmışlardır. Daha haçlı seferleri sırasında bundan tam on yüzyıl önce Avrupa’dan gelen Hıristiyan ordularının komutanları Anadolu için Türkiye sözcüğünü kullanmışlar ve bu toprakların bir Türk ülkesi olduğunu kabul etmişlerdir.
Anadolu’nun bin yıllık Türk ülkesi olmasına rağmen yeniden bir Bizans özlemi içinde olan Hıristiyanların Türkleri işgalci ilan ederek bu projelerinin önünü açmağa çalıştıkları görülmektedir. Böylesine bir yaklaşım içinde Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü ile beraber bu topraklarda Türk egemenliğinin sona erdiğini ilan ederek, Osmanlı sonrasında yeni bir Türk devleti olarak Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu kabul etmek istememektedirler. Bu nedenle, Türklerin bütün dünyanın emperyalist güçlerine karşı vermiş oldukları ulusal kurtuluş savaşını bir işgal hareketi olarak suçlamaktan da hiç çekinmemektedirler. Bazı özel üniversitelerde tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde olduğu gibi yabancı okullarda yapılan Ermeni, Kürt ve Rum sorunlarını ele alan konferanslar ve açık oturumlar, Osmanlı sonrasında yeniden gündeme gelen Türk egemenliğindeki siyasal yapının tasfiye edilmesini amaçlamaktadır. Eski yabancı kolejlerin arkasındaki misyoner örgütleri ve gayrimüslim vakıflarının günümüzde özel üniversitelerin arkasında çalışmalar yaptıkları ve destekler sağladıkları görülmektedir. Batı emperyalizminin hizmetinde yapılan bu girişimlerin tamamı, Anadolu’daki Türk egemenliğine son vererek çok uluslu ve çok dinli kozmopolit bir federasyon düzenini alt kimlikli eyaletler aracılığı ile gerçekleştirebilmenin arayışı içindedir. Bunların faaliyetlerine ve toplantılarına katılan alt kimlikli gayrimüslim bilim adamlarının da Türkleri Türkiye’de işgalci ilan etmekten çekinmemektedirler. Arkalarına Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletlerinin desteğini alan bu kişiler aynı zamanda Türk
Türk vatandaşı olmalarına rağmen, Türk düşmanlığını sürdürmekten çekinmemektedirler. Bütün mesele gelip, eski Osmanlı topraklarında yeni bir Bizans İmparatorluğu kurmak ya da Büyük İsrail projesi doğrultusunda ABD ve İngiltere devletlerinin desteğini sağlamak noktasında düğümlenince, geleneksel Türk düşmanlığı doğrultusunda Türklerin işgalci ilan edilmesi kendiliğinden gündeme gelmektedir. Türklerin bu coğrafyadaki bin yıllık egemenliği görmezden gelinerek, kesin bir Türk karşıtlığının sergilenmesi çağdaş uygarlığı temsil ettiğini ileri süren batı ve onun işbirlikçisi batıcı güçlere hiç yakışmamaktadır. Batı bloğu beş yüz yıldır bütün dünyayı sömüren bir emperyalizmin örgütleyicisidir. Türkiye’deki azınlıklar da batı destekli bir yeni Bizans arayışına girdiklerinde manda ve himaye yönetimini Türk egemenliğine tercih etmektedirler. Böylesine Türk düşmanlığına yönelen gayrimüslim azınlıkların, bin yıllık Türk egemenliğinin ötesinde bazı tarih uzmanlarının dile getirdiği gibi on bin yılı aşan bir proto-Türk yerleşiminin Anadolu’nun çeşitli yörelerinde belirlendiğini de bilmeleri gerekir. Bu doğrultuda, Anadolu’nun on bin yıllık Türk toprağı olduğunu öne süren ciddi bilimsel eserler vardır. İtalya ve İspanya yarımadasına ilk yerleşen kavimlerden birisi olan Etrüsklerin de Türk asıllı olmaları proto-Türk alanda çalışmalar yapan bilim adamlarının tezlerini doğrulamaktadır. Roma ve Bizans imparatorluklarından çok önceki dönemde Ön Asya ve civarına gelen Türk kavimlerinin bu bölgelerde yerleştiğini artık birçok bilim adamı kabul etmektedir. Onbin yıllık Türk geçmişinin bulunduğu bu topraklarda hiç kimsenin Türkleri işgalci olarak ilan etme hakkı bulunmamaktadır. Bunun aksi örnekler, çağdışı art niyetli girişimlerdir. Ne yazıktır ki, bazı gayrimüslim bilim adamları da sırf din farkı ya da etnik köken ayrılığı nedeniyle böylesine olumsuz durumlara sürüklenebilmektedirler.
Türklerin onbin yıldır bu bölgede yaşadığı gerçeği dikkate alınırsa, Anadolu topraklarındaki Türk tarihi belirli bir tasnife göre açıklanabilir. Türklerin Anadolu’ya ilk gelişlerin proto-Türkler aracılığı ile on bin yıl önce olduğuna göre, bu durum birinci dalga Türkleştirme olarak kabul edilebilir. Hazar İmparatorluğunun yıkılmasından sonra ki göçlerle Selçuklu İmparatorluğunun kurulması ile de bu merkezi coğrafyada ikinci dalga Türkleştirme gündeme gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu ise Türk egemenliğinin Balkanlar üzerinden Avrupa’ya da yayılmasını sağlamış ve bu toprakların Türkleştirilmesini daha da güçlendirmiştir. Milliyetçilik cereyanlarının Balkan ülkelerini Osmanlı İmparatorluğundan koparmasından sonra yaşanan Birinci Dünya Savaşı ile merkezi coğrafyadaki Türk egemenliği sona ermiştir. Bunun üzerine batılı emperyalistler Osmanlının merkezi topraklarını işgale başladığında, Türk ve Müslüman halk kitleleri bu saldırıya karşı direnerek bir ulusal kurtuluş savaşı vermişler ve sonucunda zafer elde ederek yeniden Türk egemenliğini tesis etmişlerdir. İşte bu kurtuluş savaşını gayrimüslim bilim adamları ya da uzmanların bir işgal olarak ilan etmeleri, çok ciddi bir saptırmadır. Türklere karşı haksızlık yapmayı ve her zaman çifte standart bakmayı alışkanlık haline getirmiş olan batı dünyası ve gayrimüslim azınlıklar, Türkleri kendi ülkelerinde işgalci olarak ilan edecek derecede ileri gitmektedirler. Türklerin tarihten gelen geleneksel hoşgörüsünü rencide edecek derecedeki bu haksız tutumun artık bir sona ermesi gerekmektedir. Türkleri kendi ülkelerinde işgalci olarak gören zihniyet bu topraklarda yeni Bizans ya da Büyük İsrail kurulması ardında koşan
Batı emperyalizminin bir uzantısıdır. Türkiye Cumhuriyetini geçici bir devlet olarak gören bu kesimler, Türk devletini ortadan kaldırabilmek için her yolu denemektedirler. Türk ulusu bu kadar haksızlığa artık bir son vermek durumundadır. Toplumda giderek bu doğrultuda gündeme gelen bilinçlenmenin ciddi bir ulusal tepkiye yol açmasından çekinen bu saldırgan çevreler, Türklerin haklı tepkilerini önleyebilmek üzere Türkiye’de yeni iç karışıklık ve kavgalar çıkartabilmenin kışkırtıcılığı içindedirler.
Türkiye topraklarından Kürdistan, Ermenistan, Pontus, Bizans, İyonya, Trakya, Kapadokya gibi gayri Türk ve gayrimüslim küçük eyalet devletçikleri çıkartabilmenin çabası içinde olan batı emperyalizminin işbirlikçisi çevrelerin Türkiye’deki Türk egemenliğine karşı yürüttükleri komplolara ve emperyalist oyunlara karşı artık Türk ulusunun Atatürk’ün izinde giderek daha bilinçli ve kararlı bir tutum içerisine girmesi gerekmektedir. Madem onlar Türkiye’deki Türk devletini geçici bir düzen olarak görüyorlarsa, o zaman ulusal kurtuluş savaşında sürdürülen antiemperyalist bir çıkış ile Türklerin Türkiye’ye yeniden yerleşmeleri sağlanmalıdır. Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesinde alt kimlikli ayrı devletçiklerin gündeme getirilmeğe çalışıldığı bu aşamada Türkler Türkiye’nin her bölgesine yeniden yerleşerek ulusal ve üniter siyasal yapılanmanın güçlendirilmesini bir an önce sağlamalıdırlar. Bu topraklarda yedi yüzyıla yakın bir süre egemenliğini sürdürmüş olan Osmanlı İmparatorluğu ile ondan önceki Türk devleti olan Selçuklu İmparatorluğunun yönetim tarihinden bugünün Türkiye’si için dersler çıkarmak gerekmektedir. Selçuklu ve Osmanlı yönetimleri merkezi coğrafyadaki egemenliklerini koruma doğrultusunda neler yaptıysa, Türkiye Cumhuriyetinin de aynı yoldan giderek benzeri yöntemlerle Türk devleti ile Türk ülkesini bütünleştirmesi gerekmektedir. Anayasada var olan Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sağlayacak derecede yeni ulusal ve üniter yapı güçlendirilmelidir. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde dıştan desteklenen ayrılma ya da merkezden uzaklaşma gibi eğilimlerin önünü kesecek yeni yaklaşımların geliştirilmesi bölünmenin önlenebilmesi açısından zorunlu görünmektedir. Dünyanın merkezindeki Türk devleti bu aşamada birliğini ve bütünlüğünü koruyabilirse bütün Türk dünyası için bir cazibe merkezi konumuna gelebilecektir.
Türkiye’de dağılma ve çözülmenin önlenebilmesi için Türklerin Anadolu’ya yeniden yerleşmeleri gerekmektedir. Bazı büyük ilçelerin bu doğrultuda iç dengeleri yeniden sağlayacak çizgide vilayet yapılmaları yarar sağlayabilir. Böylece büyük illere göç önlenebilir ve nüfusun ülke sathına yeniden yayılması sağlanabilir. Ayrıca, kendisini şimdiden eyalet merkezi ya da müstakbel yeni devletlerin başkenti ilan eden bazı büyük illerin bölünmesi de eyaletleşmenin önüne geçilmesinde katkı sağlayabilir. Bu doğrultuda, Türkiye’nin idari taksimatının yeniden düzenlenmesi, alt kimlikli ayetleşmeye izin vermeyecek derecede ulusal ve üniter yapının güçlendirilmesini sağlayacak doğrultuda bir ulusal idari reforma acilen ihtiyaç bulunmaktadır. Böylesine bir milli idari reformu bir iktidar programına dönüştürecek bir siyasal parti beklenmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin bu topraklarda kalıcı bir devlet olarak yoluna devam edebilmesi için böylesine bir milli program iktidarına gereksinme vardır. Türkler, Anadolu’ya yeniden yerleşerek hem Misak-ı Milli sınırları içerisinde ulusal yapının güçlenmesine yardımcı olmalılar, hem de bu şekilde devletlerini güçlendirerek, merkezi coğrafyanın, merkez devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni geleceğe taşınmalıdırlar.